12/07/2012 | Yazar: Ahmet Tulgar

Dünyanın geniş bir kesiminde, handiyse genelinde dinsel muhafazakârlığın yükselişini neo-liberal yıkıcılık ve kapitalizmin küresel kriz yaşantısından ayrı düşünmek ne kadar doğru olur?

Milliyetçi-mukaddesatçı ya da hadi toparlayıp muhafazakârların diyelim, hayatla ilişkilerindeki ikircikli durum dünyaya karşı takınılmış bir riyakârlıklariyakârlıkta sonuçlanarak ahlaki yaklaşımlarını belirliyor – dejenere ediyor. Dini, ahlaki ya da genel olarak ideolojik söylemleri gereği maddi – reel hayata mesafeli bir yaklaşım içinde olması gereken kesimlerin bu ‘istemem yan cebime koycu’ tavrı bir adım ötede ticaret söz konusu olduğunda bırakınız ‘dünya malından geçmeyi’, dünya malına karşı ‘hakediş’ önkabulü ile desteklenen adaletsiz bir hırsa dönüşecektir.

Seküler ahlakın insan ilişkilerinde kifayetsiz kalacağına kanaat getirmiş ve böyle bir ahlak üzerine kafa yormayı zül addetmiş bu topluluk bir yandan uhrevi bir ceza ile karşılaşılmayacak her tür yıkıcı rekabete gönül rahatlığı içinde teşne olurken, diğer yandan da kendisi gibi inanmadığını hevesle ve dünden hazır saptamış olduğu rakiplerine karşı başarmayı inancının da kazanımı olarak gördüğü için daha ileriye gitmekten de imtina etmeyecektir.

Bunlar tabii genel saptamalar ve elbette kısmi kalacak gözlemler. Tenzih edilmesi gereken insanların dışında yer aldığı.

Ancak şunu rahatça söyleyebiliriz ki, uhrevi bir ahlak kapitalizm için ve kapitalizm içinde seküler bir ahlaka göre daha kullanışlıdır.
Dünyanın geniş bir kesiminde, handiyse genelinde dinsel muhafazakârlığın yükselişini neo-liberal yıkıcılık ve kapitalizmin küresel kriz yaşantısından ayrı düşünmek ne kadar doğru olur? Yerinde bir soru.
Bu riyakârlık, ticaret ile sınırlı kalıp paranın aksiyomu ile belirlenmiş bir krokinin üzerine bir örtü atmanın ötesinde toplumsal hayatın bütün dünyevi kodekslerini de dağıtmasa geçip giderdik belki de.
Ancak bu ideolojik sistemin kimi öğeleri yeniden forme edildiğinde taşıyıcılarına, dünyanın geneli ve özelde ise yaşadığı coğrafyaya yönelik engin bir pragmatizm yetisi sağlamaktadır.
İnsan hayatı öteki dünyanın teselli edici varlığı sayesinde ve milli, dini aidiyetler hayrına degrade edilir, gözden çıkarılır hale getirilebilirken, maddi dünyanın geçici ve ayrıca bir günah bahçesi olması hasebiyle kültürel ve doğal çevrenin kıymeti harbiyesi kolayca bertaraf edilir.
Ama nedense vazgeçilen hep başkasının hayatı, talan edilen, yağmalanan komşu köydür. Üstelik iddiaya göre bütün bunlar mağdurların, zarara uğrayanların selameti için olmuştur.
Milliyetçi ideoloji için aynısını söyleyecek değilim ama dinler büyük tarihsel sistemlerdir. İnsanlık tarihinde iyiye doğru yürümeye ahdetmiş kimselerin elinden tuttuğu da sıklıkla vakidir. Ama herkes de bu maddi dünyada yaşıyor ve gereğini yerine getiriyor diğer taraftan ve bu taraf pek hayati. Milliyetçi- muhafazakârlar tam da bu tarafta diğer taraftan ödünç bir de böyle yararlı ve bu maddi dünyaya bütün çelişki ve ikirciliklerine rağmen iyi uyarlanmış bir sisteme sahip oluyor işte.
‘Enel Hakk’ gibi derin kavramların geliştiği, tasavvufun baştacı edildiği bir coğrafyada milliyetçi ya da mukaddesatçı ya da milliyetçi – mukaddesatçı toplumsal ve siyasi iktidarların ve onların ideolojik çağırmalarına cevap ve onay veren nüfusun imar, iskan ve muhafaza cihetinde kazık kakmaktan, çadır kazığı kakmaktan pek de öteye geçmemiş, yıkıp yakma ihtiyacının ise önüne geçememiş olmasının sebeplerini açıklamak bir yandan da öylesine zorlayıcı bir uğraş ki. 

Etiketler:
nefret