18/11/2010 | Yazar: Emre Korlu

O zamanlar; insanlar sadece renklerinden dolayı ötekileştiriliyor sanırdım… Taa ki Ecmel, babası tarafından hunharca öldürülünceye kadar…

O zamanlar; insanlar sadece renklerinden dolayı ötekileştiriliyor sanırdım… Taa ki Ecmel, babası tarafından hunharca öldürülünceye kadar…

Ecmel; kadın bedeninden kurtulmak isteyen, tüm sıkıntılarını içine hapsetmiş, Cihangir'in dükkandan bozma bir yerinde antika eşyalar satan boyu ne uzun, ne kısa zayıfça biriydi.Babası; halı ticaretinden kazandığı parayı öncelik verdiği kadınlara yedirmekten, çocuklarına yatırım yapmamış, geleceği yaşadığı an'ın bir saniye sonrası diye düşünen ve bir zerre yüreğe sahip olmayan, beş para etmez adamın tekiydi.

O sabah uyandığımda Ecmel'in yeryüzünü terk ettiğini hissetmiştim.Bir akşam öncesine dönmek için zamanı geri alma gibi bir imkanım olsaydı, yatağımın köşesinde kıvrılarak uyuyan kedim gibi, onunda yanımda olmasını isterdim. Sanırım son nefesime kadar hep bunu isteyeceğim.

Ecmel ile sinemada tanışmıştık.İki film arasında kalmış, kararsızlıkla etrafını süzen, o oğlan çocuğundan bakışlarımı ayıramamıştım. Kirpikleri neredeyse kaşlarına değebilecek kadar uzundu.Orada olan insan topluluğundan çok farklıydı fakat o bunun farkında değildi. Yanına doğru yavaşça yürüdüm ve bir şey sormak istercesine bir adım ötesinde bekledim.

Beklemek; bazen zor bir süreçtir. Ecmel'i beklemekte öyleydi. Daire kapısının zili çalmaya başladığında yüzümdeki uykusuzluk mahmurluğuyla holün dar aralığından geçtiğimi anımsıyorum. Kapı kolunu yavaşça aşağıya doğru indirişimi ve komşunun korku dolu bakışlarını yüzümde hissedişimi... 'söyleme' demiştim. Evet! o an bu tepkiyi vermiştim. Çünkü; kulağımın zarını bir kibrit çöpüyle delik deşik etmek geçmişti aklımdan. Duymamak için.

Vizyonda olan filmlerin ikisi de kovboyların gereksiz atışmalarını anlatan ve sinema tarihine iz bırakmayacak yapıtlardı. O an sadece adını bilmediğim o çocuğu alıp onunla karşılıklı bir bardak çayı yudumlamak geçmişti içimden. Çünkü; onu merak etmiştim. İki gün öncesi girdiğim o zorlu idare hukuku sınavından alacağım notu değil de,ben o sıska çocuğu merak etmiştim. 'Adın ne?' cümlesi çıkmıştı ağzımın o yılışık aralığından. Yanıtının olumsuz olacağını sezdiğimden duymamak için diğer filmlerle ilgilenir gibi yapmıştım ama o 'Ecmel 'demişti.

Komşu inatla yüzüme bakıp 'Ecmel' dedi. 'Babasıyla tartışmışlar ve babası polisken kullandığı silahıyla onu kalbinden vurmuş. Oracıkta, düştüğü beton zeminde, gözlerini kapamış her yer kanmış kapı kolları, dolap kulpları bile...'

Susmuştum. O oğlan çocuğu, bana gülümserken ben susmuştum. Vurdulu kırdılı filmlerden birini seçtiğini göstermek istercesine film tanıtımının bulunduğu o noktada durmuştu. Yüzünü bana dönüp 'sevmem bu tarz filmleri' demişti. Sınav sonucunda yanılacağım gibi, ondan alabileceğim tepkide de yanılmıştım.

O günden sonra çok iyi iki arkadaş olduk. Aşık olduğu insanlarla tanıştım, o da benim aşık olduklarımla. Sabah gazetelerimi sokağın köşesindeki büfeden alıp bana getiren, kahvaltılarımda beyaz peynir muhabbetlerime katılan, çoğu geceler yanımda uyuyan ve dahası hayata dört elle sarılmama yardım eden o sıska çocukla büyüdüm ben. 'Bana anlat!' dediklerimin içinde transseksüelliği yoktu ve homofobik duygularımı hiç gün yüzüne çıkarmama izin vermedi. Ben; Ecmel, babası tarafından hunharca öldürülmeden önce insanlar sadece renklerinden dolayı ötekileştiriliyorlar sanırdım.

Şimdi kalabalık bir grubun içinde yürüyorum elimde üzerinde onun tek kare fotoğrafının bulunduğu bir pankart ve yanımızdan geçenlere 'adınız ne?' diye soruyorum. Yanılma ihtimallerini; ötekileştiren insanlara hissettirmek istercesine 'Ecmel'i tanıyor musunuz?' 


Etiketler:
nefret