20/07/2017 | Yazar: Cemal Akyüz

Eddy’nin eşcinsel bir çocuk olarak yaşadıkları o kadar inanılmaz geliyor ki Fransız medyası olanların gerçek mi kurgu mu olduğu tartışmasına giriyor.

Yasaların her türlü ayrımcılığı suç sayması ve cezai yaptırım olmasına karşın aile ve toplum eşcinsel çocuk ve gençlere hayatı zindan etmekten geri kalmıyor. Bu kitap bu yüzden çok önemli.

“Her gün, eşcinsel gençler okul bahçelerinde, evde, işyerinde, oyun sahalarında hem kırsal bölgelerde hem şehirlerde saldırı kurbanıdırlar. Her gün aşağılanırlar, yok sayılırlar, dövülürler, alaya alınırlar, hakarete uğrarlar, yaralanırlar, vergiye tabi tutulurlar, izole edilirler, kandırılırlar. Bazıları bunu aşar, bazıları aşamaz. Bazıları kendi hayatlarının masal yazarları olurlar.

Homofobi bazılarının inanmak istediği gibi demode bir konu değildir, özellikle bu terimi duymaktan artık bıkanlar ve medya buna bu kadar çok yer veriyorsa birileri mutlaka bir çaresine de bakıyordur diye düşünenler için.

Ben bu oyun için birkaç tane mutlu son denedim ama uzlaşma hikayeleri rahatlıkla bizi soruna çözüm bulma sorumluluğumuzdan arındırır. Bu öykülerin dürüstlüğü kurmacadır.

Hepimizin bir acıya kulak vermemizi öğütleyeyim, bir şekilde, her nasılsa, her gün.

Eşcinseller sevmeyi öğrenmeden önce yalan söylemeyi öğrenirler. Hepimiz cesur mitomanyaklarız.”

Michel Marc Bouchard, 2011 yılında yazdığı “Tom a la ferme / Tom çiftlikte” oyununa uzun bir önsöz yazar, yukarıdaki alıntı o önsözden bir parça. Kanada’da Fransızca yazan ve zaten çok da beğenilen Bouchard’ın bu oyunu uzun yıllar sonra Kanada Ulusal Ödülü’nü kazanan ilk tiyatro eseri oldu. Türkçeye çevirdiğim ama sanatsal olarak çok uzun yıllar önce çöle dönmüş olan ülkede basılma şansı bulamayan bu oyun neyse ki Kanadalı yönetmen Xavier Dolan’ın sinema versiyonu sayesinde film olarak izleyiciye ulaştı.

Kitap ölen eşcinsel kahramanın sevgilisinin cenaze törenine gidip aile ile yüzleşmesi üzerine kuruluydu ve eşelediği şeylerin arasında kahramanın çocukluk döneminde yaşadığı travmalar başrollerden birini oynuyordu. Ailesi tarafından eşcinsel olduğu anlaşılınca psikolojik şiddet görmüş, bir arkadaşı ise homofobik abisi tarafından mutasyona uğrayacak şekilde fiziksel şiddete maruz kalmıştı.

Ülke Kanada gibi popüler siyasileri sayesinde her şey güllük gülistanlıkmış, adeta herkes için bir cennetmiş gibi gösterilen bir yer olsa da eşcinsel çocuklar ve gençler için hayat hiç de öyle cennet falan değil. Yasaların her türlü ayrımcılığı suç sayması ve cezai yaptırım olmasına karşın aile ve toplum eşcinsel çocuk ve gençlere hayatı zindan etmekten geri kalmıyor. Bu kitap bu yüzden çok önemli.

Çok benzeri başka bir hikâye ise Fransa’dan geldi. Şu an 24 yaşında olan Edouard Louis 21 yaşında yazdığı ve çocukluk travmaları ile harmanlanmış kitabı ile konuyu bütün dünyada gündeme taşıdı.

Eddy çocukluğunu Kuzey Fransa’da Hallencourt denen 1300 kişilik bir kasabada geçiriyor. Post endüstriyel dönemin en karanlık şehirlerinden biri olan bu yerde aile içi şiddet, ırkçılık, işsizlik, alkol problemi kol gezerken Eddy’nin payına gündelik olarak maruz kaldığı homofobik şiddet düşüyor. Aşırı sağın yükselen partisi Ulusal Cephe ’Front Nacional’in oy oranı %50 ve Eddy’nin ailesi de Ulusal Cephe taraftarı.

Eddy, 192 sayfalık otobiyografisinde yumruklandığını, yüzüne tükürüldüğünü, aşağılandığını, her gün kendisine ibne, homo, karı kılıklı, orospu, amcık diye bağırıldığını ve yaşadığı yerde eşcinsel olmanın Arap, Yahudi ya da Siyah olmaktan daha zor olduğunu söylüyor.

Bu arada evde de durumlar pek iyi gitmiyor, işsizlik sigortası ile geçinmeye çalışıyorlar. Alkol problemi olan babası çocukluğunda o kadar büyük bir baskı uyguluyor ki, 16 yaşına kadar sebze yemedim, çünkü babam, “sebze yumuşak erkeklerin yemeğidir” diyor, Eddy.

Bütün bu travmalarla başa çıkma yöntemi olarak anılarını yazmaya başlıyor. Ancak otobiyografisini bastırması pek de kolay olmuyor. Büyük şehirlerde yaşayan yayımcılar okuduklarına pek de inanmıyor ve kimsenin hayatı bu kadar zor olamaz, gerçekçi değil, biz bunları basmayız diyorlar.

21 yaşına geldiğinde ise kitabını sonunda bastırıyor ve bir yıl içinde 300 000 baskı yapıyor. 20 dile çevriliyor. İlginç bir şekilde dünyanın en etkili dillerinden biri olan İngilizceye çevrilip basılması ancak üç yıl sonra gerçekleşiyor.

Eddy’nin eşcinsel bir çocuk olarak yaşadıkları o kadar inanılmaz geliyor ki Fransız medyası olanların gerçek mi kurgu mu olduğu tartışmasına giriyor. Aslında bu kitabın önemi de burada. Zira dünyanın hiçbir yerinde eşcinsel, trans ya da interseks çocukların hayatı kolay değil, sahip oldukları haklar yeterli olsa da bunlara ulaşımları büyüklerin merhametine kalmış bir şey ve çoğunlukla çok sınırlı.

Kitap çocuğun yaşadığı baskı ve şiddeti bütün çıplaklığı ile anlatsa da yazar kendisine acındıran bir dil kullanmıyor, hatta ne ailesini ne arkadaşlarını ne de çevresini suçlamıyor, hatta onların da kendisi gibi sistem kurbanı olduklarını belirtiyor.

‘Eddy’nin Sonu’ kitabının yazarı Edouard Louis’in adı aslında Eddy Bellegueule. Ancak kitabıyla birlikte ismini de değiştiriyor. Ne zaman Eddy adını duysam arkasından ibne sıfatının geleceğini hissettiğimden kendimi bu isimle yeniden vaftiz ettim diyor. Edouard çocukluktan gençliğe geçerken metamorfoz geçirdiğini, estetik ameliyat olduğunu, konuşmasını, yürüyüşünü değiştirmeye çalıştığını, buna herkesin saygı duymak zorunda olduğunu söylüyor.

Kitap, Budapeşte’de tiyatro oyunu olarak sahneye kondu, yazar ’Şiddetin Tarihi’ adlı ikinci kitabını piyasaya çıkardı.

Son olarak tekrar başa dönüp Michel Marc  Bouchard’ın Tom için söyledikleriyle bitirecek olursak:

“Buluğ çağı bireyin karakterinin çocukluktan yetişkinliğe geçiş dönemidir. Bu evre cinsel olgunluk ile başlar ve sosyal olgunluk ile sona erer. Bu hayatın en can alıcı evresidir, normallik denen şeyin diktası marjinal olanın üzerinde yıkıcı etkiler yapabilir.”

*Bu yazı ilk olarak Kaos GL dergisinin "Çocuk" temalı 154. sayısında yayınlanmıştır.


Etiketler:
nefret