10/04/2012 | Yazar: Yıldırım Türker

Emek Sineması’nın yok edilmesi bu şehirde büyümüş, bu şehirde yaşamış olanların anılarına apaçık saldırıdır.

Emek Sineması’nın yok edilmesi bu şehirde büyümüş, bu şehirde yaşamış olanların anılarına apaçık saldırıdır.
 
Emek Sineması’nı yıkıp ticaret merkezi haline getirecek olan firmanın yöneticileri geçen hafta basına ve konuya müdahil olanlara yönelik bir basın toplantısı yaptı. Fevkalade uygar, paylaşımcı, müzakereye açık olduklarından değil elbet. Kentsel toplumsal muhalefeti yatıştırmak için. 
Meclis’ten tereyağından kıl çeker gibi çıkarılıveren 4x3 modeli Islahat Fermanı, devletin yeni nesiller üstüne geliştirdiği kurguyu yansıtıyordu: Taş atan çocuklar yerine Kuran’ı hatmeden çocuklar. Tinerci çocuklar yerine genç ameleler. Başbakan’ın gözlerini yaşartan bu zaferi dillendirme tarzı, bütün topluma, “Şunları daha çocukken tezgâha oturtacaksın, bak büyüyünce seslerini çıkartabiliyorlar mı” diye baktığını gösteriyor. Var olan sistem pek iyiydi, ona dokunmayın demek istemiyoruz elbet. Ama bu büyük ‘devrimin’ ardındaki niyeti de görmezden gelemeyiz. 
Emek Sineması’nın pazarlanmasının ardında da aynı yaklaşımın ketsel dönüşüm tasavvuru açıkça okunabilir. 
Var olanı koruyup yenileyeceğine kentin hafızasını ticaretin kirli süngeriyle siliverirsin. 
Bu işbitirici muhafazakârların muhafaza etmeye değer bulmadıklarından, Emek Sineması. 
Roman nüfusu gibi. 

Emek nedir? 
Türkiyeli sinemaseverlerin hemen her birinde mutlaka derin izler bırakmış bir mekândır. İnsanı hayali bir geçmiş resminde ağırlar. Her şeyin daha hafif ve uçucu, renklerin sepyayla hareli, insanların ille de hülyalı olduğu bir geçmiş resmine. Perdenin iki yanındaki Art Nouveau meleklerden almıştır ilk adını: Melek. 
Emek, sinemadır. Birçok sinema delisi için sinema denince akla gelendir. 
1924 yılında başlıyor serüveni. 1958 yılında Emekli Sandığı’nın mülkiyetine geçtiğinde adı Emek oluyor. 
Emek Sineması da umursamaz otorite karşısında hep diken üstünde bir varoluş sürdürmüş mekânlardandır. 
Rant ve sadece rant üstüne kurulu şehircilik serüvenimizde ikide bir üstüne hesaplar yapılır, Beyoğlu’nun bu koskocaman adasında yapılabilecek kârlı yatırımlara engel olarak görülür. 
Mülkiyet bekçileri gözünde beş paralık değeri yoktur. Oysa kapsadığı alan (onlar ‘işgal ettiği’ demeyi tercih eder) çok değerlidir. Orada büyük yatırımlarla büyük kazançlara gebe ‘shopping mall’lar, yepyeni ticaret mabetleri açmak varken kazancıyla zar zor ayakta durabilen bir sinemaya arka çıkmak elbette şımarıklık olarak değerlendirilecektir. 
Ben beni bildim bileli her on yılda bir Emek Sineması’nın yıkılacağı haberiyle sarsılırız. Sonra yenilenir, karşımıza yeni ses düzeni, değiştirilmiş koltuklarıyla çıkıverir. 
Emek Sineması’yla sinemasever arasındaki ilişki, bu nedenle hep gerilimlidir. 
Evet, artık 875 koltuklu sinemaların ayakta kalması çok güç. 
Evet, ultra-süper-mega ticaret merkezlerindeki 100-200 kişilik yatar koltuklu sinemaların yanında hantal, loş ve uğultulu kaçıyor. 
Ama Emek Sineması, bu şehirde yaşayanların, bu şehirden geçenlerin, bu şehir hakkında düş kuranların anılarında bambaşka bir yer tutar. 
Ben, o koltuklarda seyretmiş olduğum yüzlerce film arasında gezinerek yazıyorum sözgelimi bu yazıyı. Orada seyretmiş olduğum Passolini’leri, Cassavetes’leri dün gibi hatırlarım. Tarkovski’yle tanışmamın hangi koltuğunda gerçekleştiğini de. ‘Andrei Rublev’i başka hangi sinemada aynı büyüyle seyredebilirdim? 
‘Dantelci Kız’ filminin sonunda ağlamaktan kalkıp da çıkamadığım sinema da Emek’tir. 
Bütün sevdiklerimle kol kola film seyretmişliğim vardır orada. Bütün sevdiklerimi daha çok sevmiş olduğum bir yerdir. 
Emek Sineması’nın yok edilmesi bu şehirde büyümüş, bu şehirde yaşamış olanların anılarına apaçık saldırıdır. 

Direnelim! 
Demirören kepazeliğiyle birlikte belediyenin Beyoğlu tasavvuru aşikâr olmuştur. Açgözlü ticaret erbabıyla masaya oturup şekillendirilecek, temizlenip ıslah edilecek bir bataklık, onlara kalırsa Beyoğlu. 
Bir örneğini de Sulukule’nin ‘ıslahı’ projesinde gördüğümüz, kamu yararını tamamiyle kendi faydacı rant anlayışına göre tanımlayan belediyecilik, hayatımıza düşmandır. 
Belediyelerin temel görevlerinden biri, insanların ortak anılarını korumak ve sakınmak olmalıdır. 
Şehir, öncelikle ortak anılardan oluşan bir bütündür. 
Yılmadan, bezmeden tekrar etmek zorundayız! 
Hayatımızı, geçmişimizi yağlı kâr bezleriyle silivermenin yollarını arayanlar. 
Emek Sineması’ndan elinizi çekin! 
Bu şehirdeki geçmişi silinebilir bulunan, belediyenin umursamadıkları, bir araya gelmek zorundayız. 
Bundan başka Emek Sineması yok.
 

Etiketler:
nefret