12/09/2013 | Yazar: Selçuk Candansayar

Biz ne yaparsak yapalım sonbahar gelir ve kışın bir ölüm uykusu mu yoksa kuluçka mı olduğu bizim önce kendimize verdiğimiz değerle belirlenir.

Sonbahar bir iklim değil. Sadece zamanın değil, herkesin ve her şeyin bir sonbaharı var. Yinelenemez, bi kez olur; ikinci bahar vardır örneğin ama ikinci sonbahar olmaz. Sonbahar bir dönemin, bir hayatın, bir devrin velhasıl her ne ise onun artık bittiğinin, öleceğinin habercisidir.
 
Çünkü kış örterek olup biteni, bir daha yinelenemez olanı gömerek zamanın mezar kazıcılığını yapacak, herkesi ve her şeyi bir daha yaşanamayacak bir geçmişe devredecektir. Sonbahar, kar altında doğmaya hazırlanana olsa olsa gıda olacaktır. Kar, hayatın yumurta kabuğudur.
 
Sonbaharın hüznü tam da çürümek üzere olmasındandır. Herkesin ve her şeyin sonbaharı karşılaması ölümle kurduğu ilişkiyle belirlenir. Ölüm, hayatın içindeyse; hayatın bileşeniyse sonbaharın hüznü nikbinlik verir. Yaşıyorum çünkü öleceğim diyebilen için sonbahar, ağacın gövdesinin kalınlaşacağının müjdecisidir. Çünkü bu dünyada bir ağacın gövdesine sarıldığında esriyebilendir hayatla barışık olan; hayatla barışık olan kadim zamanlarda atalarının sarıldığı ağaç gövdelerinin izlerini hatırlar ruhunun kuytularında.
Bilen bilir, insan yavrusu doğduğunda Moro refleksi denen bir hayat ışığı vardır. Sırt üstü yatan bir bebek ani bir gürültüde ya da kollarından tutulup çekildiğinde sanki bir şeye tutunup düşmemeye çalışır gibi hareketlenir. Su içine doğan bebeğin hemen yüzmeye başlaması gibi. Bildiklerimizi unutarak yaşamaya başlarız hayatı, ölümü de bilisizce biliriz, hatırlamadığımız ama yaşadığımızdır.
 
İşte sonbahar böylece herkese ve her şeye her ne ise o olduğunu öğreterek de gelir. Bilmek istemeyen, bilmekten korkan, hatırlamamayı seçen için sadece hüzünlü değil bir kabus gibi çökerek gelir.
 
Ne denli korksa da ve ne umarsızca çırpınsa da sonbahar öldürecek ve yeni, ölümün tortuları üzerinden yükselecektir.
 
Hayat birbiri üzerine yığılan her defasında yeni olan ve fakat ilk olmayan, ilk kez olmayan; bir dağın yükselişi gibi değil bir ağacın kalınlaşması gibi toprağın derinliklerine giden kökleriyle eski, tomurcuklarıyla ilk ve gövdesiyle geçmişi, şimdiyi ve geleceği birbiri içine gömerek genişleyen durgun suya düşüveren bir taşın kainatı dalgalandırması gibi, ayın şavkıması gibi olduğunda işte o zaman sonbaharın hüznü insanın kendisine dönmesi, kendi üzerine kıvrılarak kendi içine bakması için bir fırsat olur.
Sonbahar gelir, hep gelir ve hep ölümcüldür.
 
Ölüm hayatın içindeyse ve fakat onun olduğu yerde ‘ben’ yoksa, ‘ben’in olduğu yerde de ölüm olamayacağından elimize kalan, üzerimize düşen, hayatın bizatihi hayat olarak bir değeri olup olmadığına dair bir sorumluluktur.
Alırız ya da alamayız, üstleniriz ya da kaçarız. Biz ne yaparsak yapalım sonbahar gelir ve kışın bir ölüm uykusu mu yoksa kuluçka mı olduğu bizim önce kendimize verdiğimiz değerle belirlenir.
 
*Kendine özen göstermek, kendine iyi bakmak, kendini tanımak

Etiketler:
nefret