06/04/2010 | Yazar: Remzi Altunpolat
Toplumsal cinsiyet, daha çok kadınlara ve kadınlığa atıfla ele alınan bir kavram olmakla birlikte aslında erkekleri ve erkeklik olgusunu da içerir.
Toplumsal cinsiyet, daha çok kadınlara ve kadınlığa atıfla ele alınan bir kavram olmakla birlikte aslında erkekleri ve erkeklik olgusunu da içerir. Bu bağlamda cinsiyetler arasındaki iktidar/tahakküm ilişkilerine yaslanan toplumsal cinsiyet rejimi, salt kadınların erkekler tarafından ezilmesi ve sömürülmesi üzerinden anlaşılamaz. Patriarkanın bütünlüklü bir eleştirisi için hâkim toplumsal cinsiyet rejiminin kodlarını çözme çabası, söz konusu iktidar/tahakküm ilişkilerinin hem öznesi hem de nesnesi durumdaki erkeklere bakmayı da zorunlu kılar.[1] Zira eril/erkek iktidar salt kadınları değil aynı zamanda yaşamlarını sürekli ispatlanması ve onaylanması gereken bir erkeklikle sarmaladığı için erkekleri de ezer. [2]
Erkekler üzerine yapılan çalışmaların tarihi eskilere uzansa da sosyal bilimlerde, erkekliğin bir araştırma alanı haline gelmesi yakın zamanlara denk düşer. Batı’da 1968 sonrasında ivme kazanan ikinci dalga Feminizmin sosyal bilimlerde yarattığı paradigma değişikliğine bağlı olarak ortaya çıkan kadın araştırmaları, uzun süre cinsiyet hiyerarşisini, kadın-erkek eşitsizliğini, kadınların ezilmesini ve onları ezen patriarka olgusunu açıklamaya çalışmışlardı. Bu anlamda anlatıların odağında kadınlar bulunuyordu.
[3] Erkekliğin bir norm, normatif bir düzenek dolayısıyla ortada olan bir olgu biçiminde kavranması erkeklik üzerine yapılan çalışmaların bir ölçüde gecikmesine neden oldu. Diğer taraftan Feminizm, LGBT (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Transgender) hareketi ve Queer
[4] kuramı çerçevesinde toplumsal cinsiyet üzerinde odaklanan tartışmalar, 1970’lerin sonundan itibaren erkekliğin, hâkim cinsiyet rejimi tarafından nasıl tariflendiğinin, tahkim ve tahdit edildiğinin çözümlemesini yapan bir alan olarak “erkeklik çalışmaları” nın (masculinity studies/men’s studies) gelişmesine yol açtı.
Türkiye’de ise son yıllarda giderek artmakla birlikte erkekliğin akademik ve entelektüel bir araştırma konusu olarak ele alındığı çalışmaların sayısı bir hayli sınırlıdır. Son zamanlara kadar erkeklik, Özbay ve Baliç (2004)’in deyimiyle handiyse “Türkçesi olmayan bir litetatür”dü.
[5] Deniz Kandiyoti’ninliteratüre “ataerkil pazarlıklar” kavramını armağan ettiği Türkçe’ye 1990’ların ortasında çevrilen
Cariyeler, Bacılar, Yurttaşlar[6] adlı mukalled çalışması bir yana bırakılırsa Türkiye’de bütünüyle erkeklik üzerine hasredilen ilk çalışma;
Oğuz Onaran,
Seçil Büker ve
Ali Atıf Bir’in birlikte kaleme aldıkları
Eskişehir’de Erkek Rol ve Tutumlarına İlişkin Alan Araştırması (1998) olmuştur.
Onaran, Büker ve Bir nicel ağırlıklıbu çalışmalarında,o dönemde Türkiyeli okur için yeni sayılabilecek erkeklik kuramlarından bahsettikten sonratoplumsal değişkenlere göre çeşitlilik göstermekle birlikte geleneksel ve çağdaş erkek rolleri varsayımından hareketle erkeğin değişen rolü karşısında kendilerine anket uygulanan erkeklerin toplumsal rollerini nasıl algıladıklarını ele alıyorlar.
2000’li yıllar Türkiye’de erkeklik çalışmalarının göreli olarak arttığı ve kısmen çeşitlendiği bir dönem oldu.
[7]Erkeklerin, erkekliğin ve erkeklik hallerinin bütün yönleriyle masaya yatırılmaya çalışıldığı
Toplum ve Bilim (101. Sayı, Güz 2004),
Kaos GL (32. Sayı, Mayıs 2007) ve
Varlık (1221. Sayı, Haziran 2009) dergilerinin erkeklik sayıları bu alandaki önemli bir boşluğu doldurma işlevini gördü.
Akademide depopüler hale gelen erkeklik meselesine dair yapılan çalışmalar ise henüz genel okuyucu kitlesiyle buluşabilmiş değil. Bu bağlamda akademi de iktidar, patriarka ve erkeklik üzerine akademide yapılmış iki nitelikli çalışmayı zikretmeden geçmeyelim: Çağdaş Demren’in Ataerkkillik ve Erkeklik Biçimlerinin Karşılıklı İlişkileri ve Etkileşim Biçimleri (2001) ve Maral Erol’un İktidar, Teknoloji ve Maskülinite (2003) adlı yayınlanmamış yüksek lisan tezleri.
Ayşe Saraçgil’in, Bukalemun Erkek: Osmanlı İmparatorluğu’nda ve Türkiye Cumhuriyeti’nde Ataerkil Yapılar ve Modern Edebiyat (2004) adlı yapıtı erkekliğe daiar 2000’lerin ortalarından itibaren yayınlanmaya başlayan çalışmaların ilki. Söz konusu çalışmada Saraçgil, Osmanlı İmparatorluğu'ndan modern Türkiye'ye uzanan modernleşme sürecinde 1860-1980 yılları arasında yayımlanan edebi metinler çerçevesinde iktidar organizasyonu, ataerkil yapılar, erkek kültürü ve toplumsal cinsiyetin oluşumunu irdeliyor.
Benzer şekilde Osmanlı’dan günümüze Türk erkeğinin geçirdiği imgesel değişimleri toplumsal yapılara paralel olarak ele alma kaygısı taşıyan Gönül Demez, Kabadayıdan Sanal Delikanlıya Değişen Erkek İmgesi (2005)’nde Osmanlı’nın kendini mahallenin namusunu korumakla mükellef kabul eden ‘kabadayı’ erkeğinden, günümüzün kişisel bakımına ve imajına özen gösteren ‘metroseksüel erkeğine’ Türk erkeğinin dönüşen imgesinin resmini çizmeye çalışıyor. Yeni bir mekân olarak internette ‘delikanlılığı’, sanal âlemde inşa edilen erkeklik kurgusunu, erkeklerin kendilerini ifade ediş ve iletişim biçimlerini ele alıyor.
Umut Tümay Aslan Bu Kâbuslar Neden Cemil?: Yeşilçam’da Erkeklik ve Mazlumluk (2005) adlı kitabında, Türk sinemasında 1970’lerde ortaya çıkan erkek filmlerinin neden bu dönem ortaya çıktığını ve dönemin ruhuna egemen hangi toplumsal tahayyüllere denk düşerek farklı siyasi söylemlere eklemlendiğini serimliyor. Bu filmlerin, hiç kimsenin durup ince şeyleri anlamaya vaktinin olmadığı 70’ler Türkiye’sinde toplumsal huzursuzluklar ve bunlarla baş etme isteğinin korku figürlerine ve bunları alt edecek bir baba arzusuna akıtılarak toplumdaki eril kimlik krizine cevap verme noktasındaki ortaklıklarına dikkat çekiyor.
Bu bağlamda erkeklik mevzuu hakkında son çıkan kitaplardan biri olan, editörlüğünü Huriye Kuruğolu’nun yaptığı Erkek Kimliğinin Değişe(meye)n Halleri (2009), erkek kimliğinin değişen, değişmeyen ve değişemeyen hallerinin çeşitli boyutlarıyla incelendiği 10 ayrı makaleyi içeriyor. Kitapta yer alan makalelerde Ahmet Talimciler, erkekkimliğinin oluşumunda sporun özellikle futbolun merkezîliği; Gülgün Meşe ve Gülçin Güzelgün, cinsel saldırganlığa ilişkin mitler ve bu anlamda tecavüz araştırmalarının yetersizliği; Nevin Yıldırım Koyuncu, D. H. Lawrence’ın roman ve öykülerinde erillik, erkek kimliğin nasıl kurgulandığı; Nersin Kula, postmodern toplumda tüketim metaı haline gelen erkek bedeni dolayımıyla erkek dergilerinde reklam fotoları ve metroseksüel kimlik; Aslı Karamollaoğlu, Claire Denis’in Beau Travail filminden yola çıkarak askerî otoritenin doğrudan uygulama alanı ve rekabetin yaratıldığı ana düzlem olarak idealize edilmiş anıtsallaştırılmış erkek bedeni, Zuhal Çetin Özkan, geleneksel Türk sinemasında erkeğin değişen imgesi, Canan Uluyağcı sözsüz iletişimin en etkili biçimlerinden biri olan kıyafetin, Türk filmlerinde erkek kimliğini destekleyen bir kod olarak sunumu, Lale Kabadayı, son dönem Türk sinemasında iyi adam kötü adam stereotiplerinde yaşanan farklılaşma, Ahmet Oktan Yazı Tura filmi bağlamında Türk sinemasında hegemonik erkeklikten erkeklik krizine uzanan yol, Mehmet Oğulcan Turan değişen toplumlar ve değişen erkekliklere rağmen erkeklik hususunda benzer imgeler ve söylemler çerçevesinde Nazi sineması ile Hollywood filmleri arasındaki ünsiyet konularının otopsisini çıkarıyorlar.
Söz konusu yapıtlar, Türkiye’de modernleşmenin paradoksları bağlamında erkekliğin dönüşümüne dair bir panoroma çizmeleri dolayısıyla bir bakıma birbirini tamamlıyor.
Pınar Selek büyük ilgi gören Sürüne Sürüne Erkek Olmak (2009) adlı çalışmasında, “erkeklik laboratuarı” olarak adlandırdığı askerlik üzerinden Türkiye’de hegemonik erkekliğin inşasını gözler önüne serme çabasına girişiyor. Erkek olarak kabul görmenin, “erkek olarak pişmenin” zorunlu duraklarından askerlik üzerine eğilerek, her zaman ve her yerde gösterilmesi, kanıtlanması ve savunulması zorunlu olan erkekliğin sınandığı bir alan olarak askerliğin, erkek kimliğinin oluşumu açısından aslî bir işleve sahip olduğunun altını çiziyor.
Serpil Sancar,
Erkeklik: İmkânsız İktidar: Ailede, Piyasada ve Sokakta Erkekler (2009) adlı yapıtında zengin bir kuramsal çerçeve eşliğinde Türkiye’deki farklı erkeklik deneyimlerine projektör tutuyor. Erkeklerin hem hegemonik erkeklik karşısında kendilerini nasıl konumlandırdıklarını, hem de kadınlara ve kadınlığa ilişkin yaklaşımlarını ortaya koymaya çalışıyor. Modern iktidar ilişkilerinin temelini oluşturan eril tahakkümün işleyişini anlamak için en stratejik habitusların
[8], eril imgelerin ve partiarkal kurum politikalarının erkeklik adına neleri ürettiğine bakmamız gerektiğini söylüyor. Yaş, toplumsal sınıf, etnik köken ve cinsel yönelime göre kendi içerinde ayrışabilen ama bir biçimde ‘erkeklik avantajları’ denilebilecek anlamında orta paydada birleşebilen farklı erkeklik tarzlarından -Connell’’in
[9] ifade etiği biçimiyle erkekliklerden- bahsedebileceğimizi belirtiyor. Bu bağlamda nazarlarımızı egemen erkekliğe karşı erkeklere (kadınlarla empati kuran erkekler, cinsiyet eşitliği için erkek hareketi, şiddet karşıtı erkekler, pro-feminist ve solcu erkekler, eşcinsel ve biseksüel erkekler) çeviriyor.
Gerek Selek gerekse Sancar Türkiye’de hegemonik erkekliğin inşası ve temsillerini mükemmel bir analizini ortaya koyuyorlar.
Ayşe Kudat’ın Satılık Erkeklik: Tarihten Günümüze Erkek Cinselliğinin İstismarı (2006) kitabı ise farklı bir alana temas ediyor. Bugüne kadar sadece kadınların varolduğu bir alan olarak farz edilen fuhuş sektöründe erkeklerin de olduğuna dikkat çekiyor. Erkek bedenin seks için satılmasının çok eskilere gittiği ve günümüzdeki yaygınlığı üzerinde durarak küresel seks piyasasında erkeklerin kadınlara sattıkları seks hizmeti, erkeklerin başka erkeklerle girdikleri ilişkiler ve oğlan çocuklarının fuhuş sektöründeki yerini verilerle açıklamaya çalışıyor. Bir sonraki kitabı Al Kocayı Vur Sopayı: Sevenler Arasında Şiddet (2007) adlı çalışmasında Kudat, yine bir ilke imza atarak erkeğe yönelik şiddeti gün yüzüne çıkarıyor. Erkekliğe halel getirmemek için açığa çıkarılamayan bu konu çerçevesinde, erkeklerin kadın ya da erkek eşlerinden/partnerlerinden; erkek seks işçileri ve jigoloların müşterilerinden gördükleri şiddeti anlatıyor.
Kadın-erkek dikotomisine dayalı patriarkanın, cinsiyetlendirilmiş bedenlerin ve toplumsallıkların parçalanarak çözülmesi erkeklikle daha büyük ölçüde yüzleşmeyi gerektiriyor. Bu ise erkekliğin kılcal damarlarına kadar incelenmesi ve tartışılması ile mümkün…
[1] Serpil SANCAR,
Erkeklik: İmkânsız İktidar - Ailede, Piyasada ve Sokakta Erkekler, Metis Yayınları, İstanbul, 2009, s. 15; Aysun YÜKSEL, “Erkekliğin ve Kadınlığın Toplumsal Kuruluşu ve Değişimi”,
KAOS GL, Sayı: 32 (Mayıs 2007), s. 18.
[2] Tayfun ATAY, “ ’Erkeklik’ En Çok Erkeği Ezer”,
Toplum ve Bilim, Sayı: 101 (Güz 2004), s.11.
[3] Ali Rıza TAŞKALE, “Nedir Bu Hegemonik Erkeklik?”,
Anti-Homofobi Kitabı: Uluslararası Homofobi Karşıtı Buluşma, (haz: Ali Erol), Kaos GL Yayınları, Ankara, 2009, s. 161.
[4] Queer, sözlük anlamı itibariyle “tuhaf, acayip, sıra dışı” anlamına gelir. İngilizce argodaki karşılığı ise, “ibne” dir. Daha önce hakaret ve aşağılama amacıyla kullanılan bu sözcük zamanla eşcinseller tarafından benimsenmiş ve negatif/olumsuz anlamından sıyrılmıştır. Feminizmden ve Post-yapısalcılıktan ilham alan
Queer teori, ne ‘normal’i inşa eden normların kuruluş ve işleyiş yapısını (normativite) sorgular. Cinsiyet, toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim ve cinsel pratiklerle ilgili her tür etikete, dolayısıyla da cinsel kimliklerin üzerine kurulduğu her tür kategoriye karşı durur. Kadınlık/erkeklik, eşcinsellik/heteroseksüellik gibi taksonomilere, bu yapıların beraberinde getirdiği uyumluluklara karşı, cinsiyet/toplumsal cinsiyet/cinsel yönelim kimliklerinin hiçbirinin ‘doğal’ ve ‘normal’ olmadığını, tarihsel, kültürel ve toplumsal olarak inşa edildiğini ve dolayısıyla da iktidar ilişkilerinden bağımsız düşünülemeyeceğini savunur. Bu bağlamda, hakikat rejiminin cinsel kimlikleri nasıl düzenlendiği ve bu kimliklerle özdeşleşmelerin bireyleri nasıl mümkün kıldığı ve kısıtladığı etrafında yoğunlaşır. Kinky İmam, “Cins(iyet)e İhanet”,
Siyahî, Sayı: 3 (Mart-Nisan 2005), s. 60.
[5] ÖZBAY - İlkay BALİÇ, “ Erkekliğin Ev Halleri!” ;
Toplum ve Bilim, Sayı: 101 (Güz 2004), s. 89.
[6] Deniz KANDİYOTİ,
Cariyeler, Bacılar, Yurttaşlar: Kimlikler ve Toplumsal Dönüşümler (çev: Aksu Bora, Ferhunde Özbay, Fevziye Sayılan Hüseyin Tapınç, Şirin Tekeli), Metis Yayınları, İstanbul, 2009.
[7] Bir başka yazımda erkeklik konusunda Türkiye’de yapılan çalışmaların ayrıntılı bir dökümünü çıkarmaya çalışmıştım. Remzi ALTUNPOLAT, “Sürüne Sürüne Erkek Olmak ya da Türkiye’de Hegemonik Erkekliğin Azameti ve Sefaleti Üzerine”,
İdea İnsan Bilimleri Dergisi, Cilt: 1, Sayı: 1 (Bahar 2009).
[8] ‘Habitus’, içselleştirilmiş eğilimler ve zihinsel tutumlar olarak ifade edilebilir. Pierre Bourdieu’ya göre habitus, pratiği belirleyen bir katı kurallar topluluğundan ziyade, bireylerin stratejiler geliştirmelerini, yeni durumlara ayak uydurmalarını ve yeni pratikler geliştirmelerini mümkün kılan gevşek bir kılavuzlar topluluğudur. Habitus hem toplumsal yapının ürünüdür, hem de toplumsal yapıları yeniden-üreten üretici toplumsal pratikler yapısıdır; o hem özneldir (yorumlama şemalarından oluşur) hem de nesneldir (toplumsal yapının etkisini taşır); hem mikrodur (bireysel ve kişiler arası düzeylerde işler) hem de makrodur (toplumsal yapıların bir ürünü ve üreticidir). Ancak, habitus her zaman ‘alanlar’ ve ‘sermaye’ ile ilişki içinde işler. Güney ÇEĞİN, “Pierre Bourdieu: Pratikler Mantığı, Habitus ve Alan Teorisi”,
[9] R.W. Connell
, Masculunities, Polity Press, Cambridge, 1995.
Etiketler: