11/05/2009 | Yazar: Ali Baydaş

68’den 11 Eylül’e, Özgürlükçülükten Irkçılığa Eşcinsel Hareket

68’den 11 Eylül’e, Özgürlükçülükten Irkçılığa Eşcinsel Hareket

Eşcinsel Hareket ve İslâmofobi 1
 
Tüm özgürlükçü hareketler gibi eşcinsel özgürlük hareketi de başlangıçta siyasetin solunda yer almıştı. Böyle olması, muhafazakârlığın eşcinsellik karşıtlığına karşı, solun özgürlükçülüğü nedeniyle eşyanın tabiatı gereğiydi. 68’in özgürlükçü ortamında Gay Liberation Front adlı eşcinsel örgütü,dönemiyle bütünleşmişti. Vietnam savaşı karşıtı hareketle, siyahların hareketiyle ve kadın hareketiyle birlikteydi. Ezilen ve sömürülenlerin, dünya genelinde sisteme karşı yükselen büyük bir dalga halindeki hareketinin bir parçasıydı. Sistemi değiştirerek yeni bir dünya yaratmak konusunda büyük bir iyimserliğin ve umudun hâkim olduğu bir dönemdi bu. O zamanki sloganların söylediğine bakarsak, ‘(devrim) sadece bir öpücük uzaklığında’, ‘Sodom bugün, Gomorrah dünya’idi. GLF’nin çoğu dallarının paylaştığı inanç, toplumun bir devrimle değiştirilmesi gerektiğiydi.
 
Bu, yaklaşık 40 yıl öncesindeydi. 68 Hareketini oluşturan hareketlerden kadın hareketi, siyahların hareketi ve eşcinsel hareketi kendi kulvarlarını yarattılar. Orta sınıf liderliklerin eşitlikçiliğe vurgu yapan ama özgürlükçü olmayan taleplerle hareketi kilitlemeleri sonucu, demoralize olanlar geriye düştü ve hareketler kendi yarattıkları kulvarlarda yürüyemediler. 68 Hareketi’nin dünyada yarattığı özgürlükçü rüzgârlar zamanla hızını keserken, eşcinsel hareketin militan ruhu çoktan sönmüştü. Hareketin vizyonu, dünyayı değiştirmekten ve ‘herkesin içindeki eşcinseli ortaya çıkarmak’ tan, bir azınlık grubu olarak korumaya alınmaya ve sisteme eklemlenmeye kaydı. Ana akım eşcinsel hareketlerinin aile, ordu gibi kurumlara sahip çıkmaları ve life stile (yaşam tarzı) söylemiyle sınıf atlamaya yönelmeleri sonucu, sadece kendileri için kimi haklar talep eden bir anlayış hakim oldu. 68’in savaş karşıtı eşcinsellerinin yerini şimdi, askere alınmadıkları için ayrımcılığa uğradığından şikâyet eden ve üniforma giyip, silah kuşanarak, okyanus ötesine gidip, Afgan ve Iraklıları öldürmeye hevesli eşcinseller aldı. Kimi Batılı ülkelerde sağlanan kısmi özgürlükler de eşcinselleri ‘barikatlardan diskolara’ yöneltti. Bundan yirmi yıl öncesinde, gurur yürüyüşü yapanların taşlandığı bazı ülkelerde, yakın zamanlarda eşcinsel evliliklerinin de kabul edilmesinden sonra, ‘artık eşcinsel hareketine ihtiyaç kalmadı’ diyenler bile oldu.
 
Kendilerine ayrılan gettolarında ‘özgürce’ eğlenen, açıkça ayrımcılığa uğramaları yasaklanan eşcinseller ‘pembe sermaye’ sahibi bir grup olduklarını ileri sürerek ve sistemle sorunu olmayan uslu çocuklar olarak, kendilerini kapitalizme sevimli ve vazgeçilmez gösterme yoluna gittiler. Buna liberal devletlerin karşılığı da, ‘eşcinseller de insan, onları sevelim, koruyalım’ türü bir, asla eşit olmadan hoş görme biçiminde oldu. Böyle bir yaklaşımla, eşcinselliğin insanın tüm diğer niteliklerinin tepesinde yer alan bir yafta haline gelmesi kaçınılmazdı. Bu durum gerçekte, kibarlaştırılan ve sınırlandırılan ayrımcılığın meşrulaştırılmasından başka bir anlama gelmiyor. 
 
Hareketin kimlik odaklı olması, zamanla, eşcinsellerin sınıflar üstü bir grup olarak algılanması gibi bir yanılsamaya da yol açtı. Giderek, pembe sermaye, eşcinsel turizmi, eşcinsellerin ekonomik bir baskı grubu olması gibi söylemler ortaya çıktı. Oysa eşcinsellerin sadece bir kısmı, The New Republic’de, Jonathan Rausch’un söylediği gibi yılda 50 bin $ kazanıyor.* Sadece onlar için gay life stile (eşcinsel yaşam tarzı) mümkün. Diğerleri içinse bu, sınıf atlamayı hedeflemekten ibaret. Zaman zaman söylendiği gibi bir ‘queer nation’ (eşcinsel ulusu) yok ortada. Belli sayıda ve varlıklı eşcinsel, San Francisco gibi metropol merkezlerinde rahat yaşarken, banliyöde oturan bazılarıysa, zengin eşcinsellere bedenlerini satmak zorunda.
 
Anlaşılacağı üzere, 2000’lere gelindiğinde ana akım eşcinsel hareketi genel olarak zaten sağa kaymıştı. Buna karşın, özgürlükçü eşcinsel örgütler de vardı. Aşağıdan gelen, küçümsenemeyecek boyuttaki birikmiş enerji, bu örgütlerin Seattle ve benzeri mücadelelerde antikapitalist ve savaş karşıtı hareket içinde yer almasıyla, açığa çıktı. 
 
11 Eylül 2001 sonrası oluşan islamofobi nedeniyle Batı ülkelerindeki yabancı göçmen karşıtlığı, iyice Müslümanlara yöneldi. Bu dönemde, göçmen Müslümanlar arasındaki homofobi, daha çok göze batmaya başladı çünkü onları suçlamaya yarayacak bir argümandı. Hollanda ve Danimarka gibi ülkelerde, düne kadar azılı eşcinsellik düşmanı olan sağ partiler birdenbire eşcinsel haklarını savunmaya başladılar. Hollanda’da 2002’de siyasete atılan, Müslüman göçmen düşmanı, eşcinsel politikacı Pim Fortuijn’ın etkisiyle, eşcinseller arasındaki islamofobi, yabancı düşmanlığı gibi eğilimler gözle görülür hale geldi.    

*Eşcinseller ve İşçi Sınıfı, Peter Morgan


Etiketler:
İstihdam