08/11/2008 | Yazar: Çiğdem Şimşek

Yıllar önce ‘eşcinsellik nedir’ diye sorsalardı belki tam tarifini yapamazdım ama kendimce söyle açıklamaya çalışırdım: erkek çocukları küçükken tecavüze uğradılar mı (bu tecavüzler de hep ıssız inşaa

Yıllar önce ‘eşcinsellik nedir’ diye sorsalardı belki tam tarifini yapamazdım ama kendimce söyle açıklamaya çalışırdım: erkek çocukları küçükken tecavüze uğradılar mı (bu tecavüzler de hep ıssız inşaatlarda olurdu nedense) bir daha o yoldan geri dönemezler, kadın gibi(!) olurlardı. Yani ‘kestane bir kere çizilmeye görsün’dü…

Ya da anneler oğullarını kız gibi(!) yetiştirirdi. Bu tariflerim feminen geyler içindi. Feminen olamayan eşcinsel erkekler için de düşüncelerim: o kadar çok kadınla birlikte oluyorlar/olmuşlar ki artık bıkmışlardı. Bıkkınlıktan ne yapacaklarını bilemedikleri için kendi cinsleri ile birlikte oluyorlardı. (Şu an bu satırları okuyan geyler nasıl gülüyorlardır bana)

Sanırım bu kanılara hep kulaktan dolma bilgiler, mitler nedeniyle kapılıyordum. Genel ahlakımızı da çoğunlukla eski Türk filmlerinden edinmedik mi? Ergen kız çocuğu evden kaçtığı zaman mutlaka kötü yola düşerdi. İlk ‘tadına bakan’lar da ya Nuri Alço ya da tecavüzcü Coşkun olurdu. Namuslu anne kandırılıp ‘ırzına geçildiği’ zaman da hemen kendini genelevde bulurdu. Evlilik dışı hamile kalan kadın da bir şok nedeniyle aniden bayılır ve gebeliğini öğrenirdi. Satır aralarında o kadar çok mesajlar veriyorlar ve beynimizi yıkıyorlardı ki…

Eşcinsellik için ilk yaptığım tariflerimi kendimce anlayabiliyordum. Yani tecavüze uğramaları ve feminen gey olmalarını. Ama bir ‘erkek’ kadından nasıl bıkabilirdi?

Uzun yıllardır bir kadın olarak birçok gey (erkek eşcinsel) arkadaşlarım oldu. Onların eşcinsel olmaları kendime yönelik ‘tehdit’ algımı hiç dürtmüyordu. ‘Onlardan zarar gelmez’ diye düşünüyor, yanlarında çok rahat davranabiliyordum. İstediğim gibi oturup, konuşup, gülebiliyordum. Heteroseksüel erkek arkadaşlarımın yanında hep ölçülü ve dikkatli olmalıydım. Ne çok rahat oturabilir, ne de çok içten kahkaha atabilirdim. Kadın dediğin ağır başlı, usturuplu olmalıymış ya. Bu da namus bekçisi toplumumuzun ‘kadın’ olarak bana/bize biçtiği roldü. Ataerkil toplumumuzda dosdoğru uğradığım dolaylı ayrımcılık ya neyse, şimdi konumuz bu değil.

Yıllarca homofobiyi ben de anlayamadım. Neden eşcinsellere karşıydı bekçi toplumumuz? Eee ‘onlar da’ insan değil miydi? Toplumun kendilerini kabul etmediğini, alay ettiğini, yok saydığını… vs anlatırlardı, üzülürdüm. Ben de o dönemler bunun hala bir tercih olduğunu düşünüyordum. Sonra sonra gey arkadaşlarımla sohbetlerim sayesinde nasıl ve neden böyle hissettiklerini ancak anlayabildim. Bunun aslında tercih değil yönelim olduğunu en iyi şu örneklem ile kavrayabildim: Heteroseksüel bir erkek, ergenliğinde ilk cinselliğini keşfettiği dönemde rüyalarında nasıl bir kadın objesini görüyorsa. Eşcinseller de kendi cinsini görüyordu! ‘Haaaa’ dedim ve o an dört köşe jetonum yuvarlandı kafamda. Eşcinsel erkekler uzaydan gelen yaratıklar değil, onlar da erkekti ve bir erkekle birlikte olmaktan hoşlanıyorlardı. Bu kadar basitti durum.

Daha sonraları kaderimin senaryosu gereği ayrımcılığın âlâlarının yaşandığına tanıklık ettiğim HIV/AIDS alanında çalışmaya başladım. Gerek iş birliği yaptığımız kurumlar ve gerekse kendi özel yaşantımda eşcinsel erkeklerle dostluklarım devam ediyordu. Bu sürede de eşcinsellik deyince hep aklıma erkek eşcinsellerin ve en iyi anlaştığım arkadaşlarımın geyler olduğunu fark etmiştim. Eşcinsellik deyince hiç lezbiyenlerin ‘L’si bile yoktu kafamda.

Sonra bir gün yolum Kaos GL ofisine düştü. İlk o zaman ‘Gey ve Lezbiyen’ kelimeleri yan yana parladı gözlerimin önünde. Sevgili Umut ve Barış sımsıcak karşılamışları beni. Bir de kadın vardı yan odada. Nedenini bilemediğim bir tedirginlik sardı belimi. Tedirginliğimi anlamaya çalışırken kadın önümden geçti ve umursamaz bir şekilde ‘hoş geldiniz’ diyerek diğer odaya geçti. Şaşırmıştım. Umursamazlığına çok şaşırmıştım… Ne yapmasını bekliyordum ki, hemen üzerime atlayıp benimle sevişmeye başlayacağını mı?

İlk kez o gün heteroseksüel erkeklerin geylere karşı homofobisini anlamıştım. Direkt ‘tehdit’ olarak algılıyorlardı. Tıpkı o kadını benim de algıladığım gibi.

O gün üzerine çok düşündüm: Kadının umursamaz tavrı çok iyi geldi bana. Çünkü kendimi ne kadar gereksiz yere önemsediğimi anladım. Nasıl ben her erkekten hoşlanmıyorsam veya her erkek beni beğenmiyorsa, bu aynı şeydi ve hem cinsim için de geçerliydi. Lezbiyen bir kadın beni beğenip kur da yapabilir. Nasıl hoşlanmadığım bir erkeği ret ediyorsam kadını da edebilirim. Bir yanlış çıkarımım da Kaos GL’nin çatısının altındaki tüm kadınlar lezbiyen (erkekler de gey) miş gibi... Ben heteroseksüel bir kadındım ve oradaydım.

Tedirginliğimi sorguladığımda ise ‘acaba benim de mi yönelimim var ki tepki veriyordum, yoksa farkında değil miyim?’ diye düşündüm. Değildi. Geniş kaslı omuzlardan, kıllı göğüsten ve organik bir penisten asla vazgeçemeyeceğimi biliyorum.

Daha sonraları değişik vesilelerle Kaos GL ile eğitimlerde bir araya gelmeye başlamıştım. Daha çok lezbiyen kadın ile bir arada zaman geçirmeye başlamıştım. İtiraf ediyorum: bu tehdit olarak algılayışım bir süre daha devam etmişti. Eğitimlerdeki ısınma oyunlarında çok yakın durduğumda kaslarımın gerildiğini hissediyordum. Böyle hissettiğim içinde kendime kızıyordum. Eeee hani cinsiyet, cinsel yönelim, etnik köken, din, dil, renk, statü ayrımcılığı yapmazdım ben. Ne olmuştu?

İçimdeki bu ‘tehdit’ olarak algılayışımdan eser kalmadı artık. Çünkü heteroseksüel olduğunu bildiğim bir kadınla (veya erkekle de) çok sarmaş dolaş olmuyorum. Daha doğrusu şöyle diyeyim; hoşlanmadığım, elektriğini sevmediğim hiçbir kimse ile yakın durmuyorum. Kadın veya erkek hangi cinsel yönelimi olursa olsun, fark etmez. Asıl olan insanlığımızdır…

Transfobi konusunun da ayrılmaması gerekiyor. Travesti ve transseksüel arkadaşlarımızı tanımamda ciddi anlamda katkı sağlayan Pembe Hayat Derneği’ne ve Seyhan Arman’a çok teşekkür ediyorum… Varolduğumuz bedenlerimiz farklı olabilir ama biz heteroseksüel kadınlarız. Benim biyolojik kadın olduğum için hiçbir üstünlüğüm yok.

Toplum olarak ‘Hepsi seks işçisi, belalı’ diye uyduruyoruz kafamızdan. Ben iğneyi de çuvaldızı da önce kendimize saplayalım derim. Oysaki önce kendimize bir soralım: gündüz çalışabilecekleri iş imkânları sağlıyor muyuz? Sahip oldukları haklardan yararlanmalarına ne kadar izin veriyoruz. Devletin copunun gölgesini görmek kader değildir. Tam bir insanlık ayıbıdır… Bir de kaypak, ikiyüzlü namus bekçilerimiz yok mu? Gündüz elinde taş, dilinde küfür kovalar. Gece eteklerini yalar…

Şimdi düşünüyorum: Bunu yönelimleri, var oluşları topluma daha çok anlatmamız gerek. Nedenini, doğallığını, kendiliğinden olduğunu…

Ben varım, sen de var mısın?

Sevgimle

Etiketler:
İstihdam