25/09/2018 | Yazar: Ata Kan

Erkeklik üzerinden hırpalanmadan eşcinsel bir kimlik varolabilir mi?

Cinsiyet üzerinden yapılan tartışma ve aktüel gündem meselerinde fıtrat vurgulu söylemler ve argümanlar bir hayli kulağımıza çalınırken, gen ve gen teknolojisi; kadın-erkek ilişkilerindeki fıtrat temelli referansların, özünde farklı sosyal etmenlerle açıklanabileceğini gözler önüne sermektedir. Erkeklik biyoloji ve genetiğe indirgenerek sorgulama alanı dışına itilecek bir konu olmaktan çıkıp toplumsal ilişkiler içinde oluşan çelişkili ve çatışmalı toplumsal inşalar olarak araştırma alanı halini almıştır.[1]

Sancar erkek egemenlik kavramını, her türlü erkeğin bir şekliyle yararlandığı, hegemonik erkeklik değerlerini temsil eden küçük bir azınlık erkeğin oluşturduğu, bir ortak çıkar alanı olarak ele almaktadır.[2] Erkeklerin kolektif bir biçimde sürdürücülüğünü üstlendiği erkeklik, farklı aidiyetlerden, sınıfsal yapılardan erkekler arasındaki hiyerarşi biçimlerinde de kendisini göstermektedir. En basit haliyle işçi bir erkek ve patron bir erkek arasındaki sınıfsal farklılık bir statü ve statünün getirisi olan bir ast üst ilişkisi inşa eder. Erkeklikler birbirleriyle bir yarış halindedir.

Tabiri caizse birbirlerinin de her fırsatta boğazına sarılmakta olan erkeklikler periferden bakıldığında birbirleri lehine nasıl hareket edebilir?

İşbölümü, iktidar ve kateksis yapısı, her toplumsal cinsiyet düzeninin veya toplumsal cinsiyet rejiminin ana unsurlarıdır.[3]

İşgücünü emeğin niteliksel dönüşümlerine bakarak anlamlandırmak mümkündür. Erken neolitik dönem çapacılığını çocuk bakımıyla birlikte götürmek mümkünken, geç neolitik dönem toprak sürme işinde bu mümkün değildi. Bir diğer bakımdan toprakla haşır neşir olan insanlığın tohumun farkına varmasıyla kadının doğurganlığına yüklediği efsunlu anlamı sorgulamaya başlamış olması çok olasıdır. İkinci tarım devrimi Neolitik ekonomisini dönüştürerek, çapa ve bahçe arazisi yerini gübrelenmiş, sulanmış toprağa ve yeni bir üretim aracı olan sabana bırakmıştır. Anasoylu ve anayersel hayat yeni bir hiyerarşiyle ikame edilmiştir.[4]

Otorite erkektir, denetimi erkek yapar. Patriarkal kurumlar da erkek çıkarlarına çanak tutmaktadır, Connel’in de altını çizdiği gibi; hegemonik erkekliğin kültürel ya da geleneksel olarak aktarılan bir yapı olmasının yanı sıra bir yandan da sistemin pek çok kurumu tarafından beslenen, onaylanan, sürdürülen bir dinamizma içinde olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Yasalar, okullar, askeri yapılanmalar, normatif heteroseksüel çekirdek aile yapısı, sendikalar erkeklik öğretisininin aktif bileşenleri olarak aynı zamanda bir okul vazifesi de üstlenmektedir.

Tom of Finland

Öyle görünüyor ki, insanların birbirleriyle duygusal bağlar kurma biçimleri ve duygusal ilişkilerin gündelik yönetimi, kesinlikle toplumsal olmakla birlikte farklı bir mantık izliyor. Eşcinsel kurtuluş hareketi, psikanaliz ve cinselliğe dair feminist argümanlar tarafından ortaya atılan konular, yalnızca emek ve iktidarla açıklanamaz. Kısacası, üçüncü bir büyük yapı varmış gibi görünüyor. Bu yapı, nesne seçiminin, arzunun ve arzulanmanın örüntülenmesiyle; heteroseksüellik ve eşcinselliğin üretilmesi ve aralarındaki ilişkiyle; toplumsal olarak yapılanan toplumsal cinsiyet karşıtlığıyla (kadınlardan nefret, erkeklerden nefret, kendinden nefret); evlilikte ve diğer ilişkilerde güven, güvensizlik, kıskançlık ve dayanışmayla ve çocuk yetiştirmeyle ilgili duygusal ilişkilerle bağlantılıdır.[5]

Maslow ihtiyaçlar hiyerarşisinin üçüncü basamağında ait olma ve sevgi ihtiyacı olarak adlandırılan bir değerden bahsetmektedir. Bu basamaktan önceki iki basamakta sırasıyla fizyolojik ihtiyaçlar ve güvenlik ihtiyaçları yer alır. En temel ihtiyaçların hemen sonrasında gelen aitlik ve sevgi ihtiyacından sonra ise saygı ve kendini gerçekleştirme gelir.[6] Üçüncü basamağı toplumsal cinsiyet perspektifinden yorumlayacak olursak ait olmak ve sevgi toplumsal olarak kurgulanmış şekliyle öğrendiğimiz ve sürdürdüğümüz bir değerdir. Kadının edilgen, sahiplenilip korunması gereken ve partnerinin takdir arzusuyla bu basamağı aşmaya çalışmaktadır, erkek ise etken, sahip olan, koruyan, güçlü ve partnerinin takdirini kendi elinde barındıran bir rol ile bu basamağı aşmaya çalışmaktadır. Heteroseksüel ilişkiler için yapılagelen bu tahlil eşcinsel biseksüel ilişkiler içinde geçerli durumdadır. Cinsel anlamda pasif rolde olanın bir önceki cümlelerde yer alan kadın ve kadından toplumsal anlamda beklenilen rolleri oynadığı, aktif rolde olanın ise erkek ve erkekten toplumsal anlamda beklenilen rolleri içselleştirdiği görülebilir. Peki bu dönüşüm neden yaşanmaktadır?

Sistem sürekliliğini sağlamak için önüne çıkan kendisine muhalif her bir unsuru; ya yok etmiş, etmeye çalışmış ya da kendisi için etkisiz kılabileceği bir noktaya sürüklemiştir. Evrimsel süreçleri dahi başarıyla atlatan eşcinsellik olgusu karşısında sistem yeni bir çizgi oluşturmaktan geri durmamış ve bu çizgi üzerinden eşcinseller için bir turnusol yaratmıştır. Sistem kelimesiyle işaret ettiğim nokta kapitalist dünya düzeni içinde devletlerin kendi bekaları için sürdürdüğü tavırdır.

Heteronormative kavramına değinirken, heteronormativenin farklı uluslarda farklı biçimlerde kendisini var ettiğinden bahsetmiştim. Türkiye özelinde konuyu biraz daha açmak gerekiyor. Türkiye’de LGBTİ hareketi 1987 yılında Gezi Park’ında yapılan açlık greviyle adından söz ettirmeye başladı. 1993 yılında yapılan onur yürüyüşü çağrısı hedef göstermeler nedeniyle yasaklanırken pek çok aktivist ev baskınlarıyla gözaltına alındı. Yürüyüş günü Taksim’de eşcinsel olduğunu düşündükleri insanların da Taksim’e girmesi polis tarafından engellendi. Modernleşme süreci Türkiye’de bir geriye dönüş şeklini almış derken kastetmek istediğim nokta budur. Türkiye’de LGBTİ hareketinin kazanımları hiçleştirilip, son gelinen noktada LGBTİ hareketi 25 yıl öncesinde mücadele ettiği unsurlarla hiç yol kat etmemişçesine yeni baştan uğraşır hale geldi. 2007 yılı itibariyle sorunsuz biçimde kitlesel bir katılımla gerçekleştirilen onur yürüyüşleri neden 2015 yılında tekrar polis müdahalesiyle tanıştı ?

7 Haziran 2015 seçimlerinde LGBTİ’lerin aktif siyaset içinde oluşu, Halkların Demokratik Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisinin LGBTİ adaylar çıkarması, AKP’nin bu seçimlerde tek başına iktidarı elde edememesi gibi etmenler onur yürüyüşünü polis müdahalesiyle tanıştırdı. Müdahale başladığında da alanda CHP ve HDP’li milletvekilleri, müdaheleyi durdurmaya çalışıyordu. Kısacası seçimin faturası LGBTİ’lere kesilmişti. 28 Haziran 2015 tarihinde Cumhuriyet gazetesinden Pınar Öğünçün “AKP'liyiz, eşcinseliz, alışın her yerdeyiz” başlıklı haberiyle Ak LGBTİ ismini tüm Türkiye’ye duyurdu. Tarihler ve kesişim noktaları dikkat edilmesi gereken bir paralellik içinde. LGBTİ’lerin iktidara muhalif partilerde seçim sürecinde görev alması, AKP’nin seçimleri istediği yönde kazanamaması, HDP’nin meclise girmesi, Onur Yürüyüşüne polis müdahalesi, Ak LGBTİ’nin Cumhuriyet gazetesine röportaj vermesi... Kısacası sistem kendi makul LGBTİ’sini yarattı. Taksim’i eşcinseller için açık hava hapishanesine çevirenler, gökkuşağına tahammülsüzlükleriyle dile gelirken, AKP mitinglerinde gökküşağı bayrağı görünür kılınmaya başlandı. Çizgi buradan belirlendi. Sokakta dans edip, özgürlük talep eden “ahlaksız” eşcinsellerin alternatifi olarak toplumsal hassasiyetleri güden, iktadara muhalif olmayan garip bir LGBTİ topluluğu meydana geldi: Ak LGBTİ

Sistemin önüne geçemediği noktada, “korunaklı” alanlar yaratarak ötekisine, muhalifine yaşama hakkı tanımaktan geri durmayacağını belirtmiştik. Neydi bu korunaklı alanlar? Eğer sokaklarda dans edip, açık saçık giyinip, içip, öpüşüp, özgür olduğunu haykırırsan polis müdahalesiyle karşılaşabilirsin. İktidara yakın bir hattan, özcü bir yorumla kendini izah edersen korunaklı alanlardasındır. Yanlış anlamaya sebebiyet vermemesi açısından, dini inançları doğrultusunda hayatını yaşayan LGBTİ’leri tenzih ederim. Bahsettiğim nokta topyekün bir alt kültür dönüşümü ve bu doğrultuda oluşan makul sıralaması. Sorunsallaştırdığım inançlı LGBTİ’ler değildir. Sorun iktidar pratikleri ve motivasyonlarıyla oluşturulan sınır ve sınırın bir yanında nefretten azade bir yaşam pratiği sürülürken diğer yanda ivediyetle sürdürülen sindirme ve tektipleştirme politikalarıdır.

İbreyi tekrar erkekliğe çevirecek olursak, erkeklik üzerinden hırpalanmadan eşcinsel bir kimlik varolabilir mi sorusu üzerine düşünebiliriz. Bu mümkündür. Türkiye’de eşcinsel erkeklerin iktidarın dini referanslarla yarattığı toplumsal dönüşümde hangi noktada ne kadar yer bulduğunu düşünerek başlayabiliriz.

İktidarın; Müslüman, Sünni, Türk, heteroseksüel, erkek niteliklerinden oluşan makul yurttaş profili yekpare bir birlik olarak düşünülmemelidir. Bu niteliklerin ne kadarının kimlik olarak benimsendiği ve taşındığına göre meşru alana farklı uzaklıklardan mesafelenmeler gerçekleşmektedir. Bu noktada kimlikler ve mesafelenmeler önem kazanmaktadır. Müslüman ve sünni bir eşcinsel erkek ile kürt ve alevi bir eşcinsel erkeğin iktidara yakınlıkları veya sosyalizasyonları muhakkak aynı değildir. İktidar normlarının, eşcinsel erkekler özelindeki yansıması temel olarak mesafelenmenin yakınlığı ve uzaklığı sonucunda tüm bir yaşantısını etkileyecek bir öneme sahiptir.

Hal böyle olunca, ne niyetle olursa olsun, iktidarın korunaklı alanlarına doğru çekilen, cinsel çeşitlilik ve müphemliğe yabancı, “-mış, -miş” gibi hareket etme refleksi geliştiren, hissettiklerini baskılayan ya da baskılaması yönünde manipüle edilen bir eşcinsel erkeklik profili karşımıza çıkıyor. Korunaklı alanlar olarak imlediğim yeni Türkiye’nin yeni erkeklik arenası eşcinseller arasında modern bir erkeklik kalıbı inşa ediyor.

Eşcinsel erkekler arasında toplumsal kabuller doğrultusunda hizalanan sıralamada, maskulen, inançlı, vatan ve milletine bağlı, şehirli, beyaz, Türk, sünni, eğitim düzeyi çok yüksek olmayan, heteroseksüel erkek yurttaşlarının uğraşılmış bir kopyası olan eşcinsel erkek; iş dünyasında, aile yaşantısında, sosyal hayatta, askerlikte kısacası toplumsallaştığı her noktada, aynı yönelime sahip feminen eşcinsel erkekten ayrılarak kendisi için toplumsal bir karşılık yakalayabilir. Feminen, kadına yakıştırılan kıyafetleri tercih eden, inançsız, gayrı ciddi, kamusal alanda özgür rahat ve sınırlandırılmamış davranan, milli duyguları doğrultusunda hareket etmeyen, Türk olmayan eşcinsel erkek ise kendisine hiyerarşinin alt sıralarında yer bulabiliyor. Sıralamada maskulen eşcinsellerden sonra gelen feminen eşcinsellerin de trans kimliklere yönelik olumsuz bakış açılarını içerden bir gözle anlamlandırmak mümkün.

Özdeşleşme aynı zamanda arzuyu da üreten bir sürecin ta kendisidir. Erkeksilik de kültürdeki normatif tekrarlar sayesinde inşa edilir. Normatif dayatma bir bakıma özdeşleşmenin zorla kabul ettirilmesidir. Hegemonik cinsiyet normunun dayattığı “ya öyle ya böyle” olmaya razı oldukça erkeksiliği takınan bireyin sahiciliği kaybolur. Eğreti ve tek düze cinsiyet rolleriyle maskelenmemiş samimi bir erkeksilik olasılığı ise ancak çoklu cinsiyet özdeşleşmeleri sayesinde mümkün olabilir.[7]

Bir dönüşümün içinde olduğumuzun farkına varmalıyız. Bu dönüşüm sürecinin pasif bir parçası değil aktif bir öznesi olarak bu sürece etki etmemiz mümkündür. Yapılabilecekler kısa vadede faydasız görünüyor olsa da, aslında hepimiz bu sürece inşa ettiğimiz birikimlerle müdahil olabiliriz. İktidar sınırları farklı özdeşimlerle her gün yeniden çizilirken nefretin karşısında açık yüreklilikle durarak; hissedişlerin, hazların, cinselliğin, aşkın karşısında değil tam olarak arkasında konumlanarak, toplumsal ahlak sınırlarını reddedip tek tip, belirlenmiş, normatif her türlü performansa karşı çıkarak, herhangi bir aidiyet doğrultusunda kendimize öteki gördüğümüzün yaralarına sarılmadan bu sürece aktif bir katılımcı olmamız mümkün değildir.

Eşcinsel erkeklerin erkeklik normuna katılımlarından, içselleştirmelerinden, eşcinsel erkeklikler arasındaki sıralamalardan bahsettik. Bir dönüşümden bahsetmiştik peki bu dönüşümün diğer ucuna koyduğumuz; öykünülen, kutsanan, kendisine korunaklı alanlar içerisinde yer bulan erkeklik dönüşmekten azade midir? Dar kıyafetler, kısa paça pantolonlar, toplumsal bellekte kadına yakıştırılan renklerin ve desenlerin yoğunlukta olduğu gömlekler giyinerek, kozmetik sektörü içerisinde kendisine yer bulan eli tespihli mahalle ağabeylerimiz bacak bacak üstüne atıp nargilesinden nefes alırken kendi belleğindeki eşcinsel erkeğe ne kadar dönüştüyse, eşcinsel erkekler de kadın erkek dualitesini sürdürerek, cinsel anlamda aktif rolde olanın maskulen ve eril; pasif rolde olanın ise feminen ve dişil olduğu kategorizasyonlarla diğer uca doğru evrilmektedir.

“Pardis Mahdavi‘nin 2000/2007 Yılları arasında Tahran’da yaptığı alan çalışmasına işaret edilebilir. …İranlı gençlerin 2005 senesi itibariyle ülkede bir “Cinsel Devrim”den söz etmeye başladıklarını, gay ve lezbiyen kategorilerini, İran’daki şeriat rejimiyle mücadele ederken stratejik bir kimlik özdeşimi olarak sahiplendiklerini gözlemliyor. İranlı gençler cinsel kimlik kategorilerini cinselliğin ötesine geçen daha geniş çaplı toplumsal ve siyasi reformu desteklemek amacıyla etkin bir şekilde kullanabilmektedir….”[8]

Sosyal hayatta, kamusal alana salt cinsellikleri üzerinden, cinsellikleri doğrultusunda katılan özneler olarak lanse ediliyor, dışarı itilmeye çalışılıyoruz. Arzuların sınırsızlığının, iki yüzlü toplum ahlakı karşısında sahiplenilmesi gerekmektedir. Mahdavi’nin ortaya koyduğu gibi öteki kimlikler özdeşimlerle, dayanışmayla ülke gündemine etki etmeye muktedirdirler. Bize verili olanı ne kadar sorguladığımız, olağana ve norma yapılan itirazımız, sosyal hayat ve hatta “iktidar kurumları” içerisinde bulunma noktasında daha ısrarcı olmalıyız.

Nefreti değil, sevgiyi ve aşkı; sınırları değil sınırsızlığı, tek tip yurttaş kalıbını değil çeşitliliği isteyen bir çizgi şu an için yapabileceğimiz ilk elden şeylerdendir. Daha cesur olmaya, hissedişlerimizin kategorize edilmesine izin vermemeye; iç dünyamızı fısıltıyla değil daha yüksek oktavdan haykırmaya ihtiyacımız vardır.

Kendi normlarına ve kültürüne entegre bireylerin varlığını daim kılan sistem karşısında eşcinselliği stratejik bir kimlik özdeşimi olarak kurgulamak mümkündür. Daha büyük bir toplumsal dönüşüm için eşcinsel biseksüel trans kimlikleri göz ardı ederek hareket etmek, politik olarak bir körlük noktasıdır. Eşcinsel erkekliklerin yönelimlerini farklı bir erkeklik mümkün gibi bir noktaya taşıması, erkeklik olgusu karşısında içinde alternatifini, istenilenini de barındıran bir mücadele hattı kuracaktır.

Kerem’e, Derya Keskin Demirer’e, Çile Aydaş’a sonsuz teşekkürler...

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.

Kaynaklar

Altınay, A. Dünyanın İlk Kadın Savaş Pilotu: Gökçen, Bianet.org

Anderson, B. (2007). Hayali Cemaaatler. İstanbul:  Metis Yayıncılık.

Aydın R. (2018). Ulus, Uluslaşma ve Devlet: Bir Modern Kavram Olarak Ulus Devlet, Marmara Üniversitesi Siyasal Bilimler Dergisi.

Berghan S. (2007). Lubunya Transeksüel Kimlik Ve Beden. İstanbul:  Metis Yayıncılık.

Berktay F. (2003). Tarihin Cinsiyeti. İstanbul:  Metis Yayıncılık.

Connell R. W. (2017) Toplumsal Cinsiyet ve İktidar, İstanbul: Ayrıntı Yayınları

Çakırlar C. ve Delice S. (2012), Yerel ile Küresel Arasında Türkiye'de Cinsellik, Kültür ve Toplumsallık. İstanbul: Metis Yayıncılık

Faulkner N. (2004). Marksist Dünya Tarihi, İstanbul: Yordam Kitap

Maslow A. (2001). İnsan Olmanın Psikolojisi, İstanbul: Kuraldışı Yayıncılık

McClintock, A. (1993). Family feuds: Gender, nationalism and the family. Feminist Review

McDowell, L. (1999). Gender, identity and place: Introducing feminist

geographies. Minneapolis: University of Minnesota Press.

Mutluer N. (2008). Cinsiyet Halleri. İstanbul: Varlık Yayınları

Philips A. (1996). Tekeşlilik Sadakat Ve İhanet Üzerine. İstanbul:  Metis Yayıncılık.

Philips A. (2014). Çokaşklılık. İstanbul:  Metis Yayıncılık.

Psikeart 50: Erkeklik (2017)

Sancar S. (2009). Erkeklik: İmkansız İktidar, İstanbul: Metis Yayıncılık

Selek P. (2008). Sürüne Sürüne Erkek Olmak. İstanbul: İletişim Yayınları.

Toprak B, Bozan İ, Morgül T, Şener N. (2009), Türkiyede Farklı Olmak. İstanbul: Metis Yayıncılık

 


*kateksisis: cinselliğin ve cinsel arzunun şekillendiği toplumsal ilişkilerin oynadığı rol (Sancar; 2009,34)

 

[1] Sancar S. (2009). Erkeklik: İmkansız İktidar, İstanbul: Metis Yayıncılık, s.25

[2] Sancar S. (2009). Erkeklik: İmkansız İktidar, İstanbul: Metis Yayıncılık, s.17

[3] Connell R. W. Toplumsal Cinsiyet ve İktidar, s.141.

[4] Faulkner N. (2004). Marksist Dünya Tarihi, İstanbul: Yordam Kitap

[5]  R. W. Connell, Toplumsal Cinsiyet ve İktidar, s.139.

[6] Maslow A. (2001). İnsan Olmanın Psikolojisi, İstanbul: Kuraldışı Yayıncılık

[7] Karaş H. 2017. Psikepart/ Sahici bir erkeksilik olasılığı üzerine. S.9

[8] Çakırlar C. ve Delice S. (2012), Yerel ile Küresel Arasında Türkiye'de Cinsellik, Kültür ve Toplumsallık. İstanbul: Metis Yayıncılık, s.25

 

Etiketler:
İstihdam