25/05/2015 | Yazar: Mehmet Akın

Avrupalı/Batılı geylerin camp’lerini artık heteroseksüellerin filmlerine ihtiyaç olmadan, doğrudan, birinci elden yaratması için büyük fırsat olan Eurovision, aynı zamanda milliyetçiliklerini performe ettikleri (edebildikleri) de bir mekandır.

Eurovision Şarkı Yarışması’nın altmışıncısı Avusturya’nın Viyana şehrinde yapıldı. Türkiye’nin ironik şekilde katılmadığı yarışma uzun yıllardır gey izleyicilerin gözde etkinliği olarak gösteriliyor.
 
Bu iddia, 1999’da İsrailli Dana International isimli trans kadın şarkıcının birinci olması ile ‘ispatlanmış’ oldu. Aslında belki de, onlarca yıllık bir sır ortaya saçıldı: Evet, Avrupalı geyler bu yarışmaya bayılıyordu!
 
Hatta katılan ülkeler son yıllarda yarışma sahnesini ‘Ne kadar liberaliz, gelsene’ dedikleri bir arenaya bile çevirdiler.
 
Mesela bu seneki yarışmada Litvanya, sahnede iki erkeğin ve iki kadının birbirleriyle öpüştükleri bir performans sergiledi. Benzer bir olay aynı şekilde iki sene önce Finlandiya ekibi tarafından da yapılmıştı.
 
Dana International ile gün yüzüne çıkan, Conchita Wurst ile katlanıp büyüyen bu gey eğlencesi, bir yandan da milliyetçiliklerin şeklini değiştiren, onu farklı bir şekilde fetişleştiren kültürel bir etkinliktir denebilir.
 
Uzunca süredir birbirine silah ve ordular ile saldırmayan Avrupa ülkeleri savaşlarına bilumum sportif, medyatik ve kültürel etkinliklerle devam ediyor. Oysaki hâlâ patriarkal ve hatta heteroseksist olan tüm bu sınırları tekrar etme ve onları yüceltme ‘savaşlarının’ içinde sadece Eurovision geylere kucak açabiliyor.
 
Ya da geyler Eurovision’a kucak açıyor... Çünkü yarışma aslında Batılı gey kimliklerinin en önemli popüler kültür ifade biçimlerinden ‘camp’e çok açık bir yapıya sahip. Camp, yüksek ya da popüler kültür ürünlerindeki aşırı duygusal, aşırı yapay, aşırı kadınsı ve erkeksi, yani aşırı aşırılıkların geyler tarafından dönüştürülüp, bir dalga geçme unsuruna devşirilmesidir. Aslında aynı zamanda kendi kimliklerini zamanla bu dalga geçme üzerinden kurdukları kültürel ürünlerdir. ABD’deki 30’lardan başlayan 60’lara kadar devam eden filmlerden bazıları bu şekilde camp’leşmiş, geylerin ortak kültürel referansları haline gelmiştir.
 
İşte, Avrupalı/Batılı geylerin camp’lerini artık heteroseksüellerin filmlerine ihtiyaç olmadan, doğrudan, birinci elden yaratması için büyük fırsat olan Eurovision, aynı zamanda milliyetçiliklerini performe ettikleri (edebildikleri) de bir mekandır.
 
Postmodern bir milliyetçilikle üç dakikada ülkelerini ve sınırlarını temsil ettikleri bu yarışmada, 12 puan için savaşan ülkeler, tüm diğer milliyetçiliklerde tehdit olarak gördükleri geyleri bu sefer içine alır. Gösteriyi birlikte icra eder, oraya ait olmayanlara lafını birlikte söyler. Az önce söylediğim gibi, sınırlarını her geçen gün sıkı sıkıya kapatan bu ülkeler ‘Ne kadar liberaliz, gelsene’ der.
 
Yarışmanın yapımcıları, ülke temsilcileri elbette tüm bu gey kitlenin de farkındadır. Ülkelerinde yaşayan göçmenlerin çoğunun yararlanamadığı eşcinsel evlilik, alt sınıftan veya göçmen olan LGBT’lerin giremediği Onur Haftası etkinlikleri, transların ve intersekslerin hâlâ uğradıkları tıbbi şiddet, birçok LGBT sığınmacıyı geri gönderen göçmen politikaları ile bu ülkeler, miras ve vergi konularıyla ön plana çıkan eşcinsel evliliklerinin veya birlikteliklerinin gururu ile Eurovision’da hem Doğu’ya, hem belki İslam’a, hem de diğer Avrupalı ama evlenemeyen geylere yılın üç gecesi bir festival sunmaktadır.
 
Yarışma, aslında Susan Sontag’ın camp’i tanımlaması gibidir: ‘O kadar kötü ki çok güzel.’ Camp’leşmiş filmlerdeki gibi aşırılıklar içeren bu hem gülünç, hem de iç gıcıklayıcı şekilde kendini izleten festival, camp’in içine milliyetçiliğin, milliyetçiliğin içine camp’in girdiği bir alan haline gelmektedir. İşte bu nedenle, Avrupalı özneliklerin yeniden kurulması için büyük bir fırsat olan bu festivalde performe edilen cinsel çeşitlilik ve onun özgürlükleri, milliyetçi sınırlarda sıkışıp kalmaktadır.
 
Bunun dışına taşan bu senelik Sırbistan’ın ‘ideal’ kilolarında olmayan yarışmacısı Bojana Stamenov ve şarkısında söylediği ‘Farklıyım, ve sorun yok!’ sözleri idi belki de. Oysaki Avrupa’nın douze point’ları gerçek bir kahramana gitti: İsveç ‘Kahramanlar’ şarkısı ile birinci oldu. 

Etiketler:
İstihdam