02/06/2015 | Yazar: Tunca Özlen

Evlilik eşitliği için verilen kavga ile burjuva ailenin sorgulanması pek ala birbirini bütünleyebilir.

‘Evlilik’ denildiğinde pek çoğumuzun aklına bir erkekle bir kadının hayatlarını birleştirmesi, ‘aile’ denildiğinde ise bu tabloya çocukların eklenmesi gelir. Böyle düşünmemiz nedeni, aşkın ve cinselliğin sadece karşı cinsler arasında yaşanabileceği, hemcinsler arasında yaşanacak birlikteliklerin insan doğasına, ahlaka, normlara aykırı olduğu yargısı üzerine inşa edilen heteroseksizm denilen illettir. Herkesin dünyaya heteroseksüel olarak geldiğini, insanların yalnızca karşı cinse ilgi duyduğunu, aksi durumların hastalık, sapkınlık, günah olduğunu öne süren heteroseksizm, şüphe yok ki ırkçılığın bir türevidir.
 
Pek çok ülkede yalnızca heteroseksüellere reva görülen evlilik hakkı, eşcinsellerin kimliklerini özgürce yaşamak / ifade etmek ve eşit haklara olmak için verdikleri mücadelenin mihenk taşlarından birisidir. Sevdiği kişiyle hayatını birleştirme, evliliğin yasal güvencelerinden yararlanma, evlat edinme gibi temel haklara sahip olmadıkları bir ülkede eşcinsellerin eşit yurttaşlar oldukları söylenemez. Dolayısıyla bir ülkede eşcinsel haklarının ne durumda olduğunu tartışacaksak, ilk önce o ülkede eşcinselleri de kapsayan bir evlilik yasasının olup olmadığına bakmamız gerekir.
 
Kuzey Avrupa ülkelerinden İrlanda, evlilik hakkını eşcinselleri de kapsayacak biçimde yeniden düzenleyen son ülke oldu. Halk oylamasına sunulan düzenleme, %62 gibi yüksek bir oranla kabul edildi. Evlilik eşitliği yasalaşmadan önce İrlanda’da 1998 yılında İstihdam Eşitliği Yasası ve 2000 yılında Eşit Statü Yasası yürürlüğe girmişti. Sadece 22 yıl önce eşcinselliğin yasak olduğu göz önüne alınırsa, İrlanda’nın eşcinsel hakları konusunda kat ettiği mesafe daha iyi anlaşılır.
 
İrlanda’daki referandumdan olumlu sonuç çıkmasıyla birlikte evlilik eşitliğinin yasal güvenceye alındığı ülkelerin sayısı 21’e çıktı: Hollanda, Belçika, İspanya, Danimarka, Norveç, İsveç, Portekiz, İzlanda, Fransa, İngiltere, Lüksemburg, Kanada, Meksika’nın federal yönetim merkezi Mexico City,  ABD’nin ondan fazla eyaleti, Arjantin, Brezilya, Kolombiya, Uruguay, Güney Afrika, Yeni Zelanda.
 
Pek iyi, dünyada eşcinsellere evlenmek hakkı tanıyan devletlerin neredeyse tamamının Avrupa ve Amerika kıtalarında yer almasını, hatırı sayılır bir kısmının emperyalist / gelişmiş kapitalist ülkeler olmasını nasıl yorumlayacağız? Yoksa eşcinselliğin kapitalist toplumlarda görülen bir yozlaşma formu olduğu, tersinden LGBT haklarının ancak gelişkin burjuva demokrasilerinde serpilebileceği iddiaları doğru mu? Yanıt, kapitalizmin tarih sahnesine daha erken çıktığı, toplumsal ilişkilerde daha derinlere kök saldığı coğrafyalarda çelişkilerin de yoğunlaşmasında saklı…
 
“Kapitalizm bir yandan aile hayatının temelini sürekli zayıflatır ve bireyin aile dışında yaşamasını, bir lezbiyen ve gey kimliğinin gelişmesini mümkün kılar. Diğer yandan, erkekleri ve kadınları aile kurmaya iter; en azından gelecek işçi kuşağının yaratılmasına yetecek bir süre için. Ailenin ideolojik önceliğe yükseltilmesi, sadece toplumun çocuk yapmasını değil, heteroseksizmin ve homofobinin devamını da güvenceye alır. En derin anlamıyla, problem kapitalizmin kendisidir.”
 
Paragrafın yer aldığı “Kapitalizm ve gey kimliği” başlıklı makalesinde John D’Emilio, kapitalizmin geleneksel geniş ailenin toplumsal temelini zayıflatırken, ucuz iş gücüne ve tüketime olan bağımlılığının kaçınılmaz bir neticesi olarak heteroseksizmi yeniden ürettiğinin altını çiziyor. Dolayısıyla tarihteki ilk eşcinsel örgütlenmelerinin, direnişlerinin ve kısmı kazanımlara ulaşan mücadelelerinin merkez kapitalist ülkelerde görülmesi, eşyanın tabiatıyla uyumlu. New York’un Stonewall kenti [1], kapitalizmin çelişkilerinin yoğunlaştığı mekân ve zamanlarda yaşanabilecekleri göstermiş, 1969 yılında tarihteki ilk büyük gey isyanına ev sahipliği yapmıştır. Stonewall İsyanı’nın ardından kurulan ve ismi Vietnam Ulusal Kurtuluş Cephesi’nden esinlenen Gey Kurtuluş Cephesi, kendisini şöyle tanımlıyordu:
 
“Mevcut sosyal kurumların feshedilmesine kadar tüm insanlar için cinsel özgürlüğün mümkün olmadığını inananlar tarafından oluşturulmuş, erkekler ve kadınlardan oluşan bir devrimci eşcinsel grubuyuz. Toplumun doğamıza cinsel roller ve tarifler yakıştırmasını reddediyoruz. Bu rollerin ve basit mitlerin dışına çıkıyoruz. Aynı zamanda yeni ilişkiler, yani kardeşlik, işbirliği, insanî sevgi ve sınırlanmamış cinselliğe dayalı ilişkiler kuruyoruz.”
 
Evlilik eşitliği meselesine geri dönersek... Evlilik kurumunun tarihsel serüveni, kapitalizm koşullarında üstlendiği misyon ve halihazırda taşıdığı gerici karakter, eşcinsellerin yeni toplumsal ilişkiler kurmak ve bu bağlamda evlilik eşitliği için verdikleri mücadeleyi önemsizleştirmez. Kapitalist ülkelerde evlilik eşitliğinin mevcut üretim ilişkileriyle uyumlu bir biçimde tanımlanması, evlilik eşitlliği talebinin meşruiyetine gölge düşürmez. Evlilik eşitliği için verilen kavga ile burjuva ailenin sorgulanması pek ala birbirini bütünleyebilir.
 
LGBT’lerin eşit yurttaşlık hakları arasında yer alan evlilik ve çocuk yetiştirme hakları, tartışma konusu dahi olamaz. Sosyalistler açısından üzerinde asıl durulması gereken nokta, aile kurumunun gerici karakterinden arındırılması ve çocuk yetiştirmenin sadece ailelerin değil toplumun sorumluluğunda olması gerektiğidir.Çocukların bakımı, sağlıklı bireyler olarak gelişimi ve eğitimi, devletin güvencesinde olmalıdır. Bu doğrultuda mahallelerde ve işyerlerinde yeterli kapasitede kreşler açılmalıdır. Çocukların yetiştirilmesinde ailenin rolü merkezi değil, tamamlayıcı bir işlev görmelidir.
 
Aile kurumu, kapitalizm koşullarında üstlendiği iktisadi ve ideolojik misyonlardan ancak bu sayede arınabilir. Böylesi bir toplumsal dönüşüm ise ancak sosyalist planlamanın araçlarıyla başarılabilir.Toplumsal cinsiyeti ortadan kaldıracak dönüşümler sayesinde, yeni nesillerin yetiştirilmesinde sorumluluk alan ailenin biyolojik olarak çocuğun ebeveyni olan kişilerden oluşup oluşmadığı, aile üyelerinin ulusu, dini, cinsiyeti veya cinsel yönelimi önemimi yitirecektir.
 
Dolayısıyla evlilik eşitliği talebi, sınıfsız yeni bir toplumun, toplumsal cinsiyetsiz yeni bir insanın inşa edilmesi mücadelesinin bir parçası olarak ele alınmalı, hapsedildiği burjuva demokrat bağlamdan koparılarak mülkiyete dayalı ailenin ve heteroseksizmin temelini zayıflatacak bir zemine taşınmalıdır.
 
[1] I. Dünya Savaşı’ndan sonra askeriyeye katılan birçok erkek ve kadın, büyük şehirlere taşınma fırsatından yararlandı ve New York’un Greenwich Village ve Harlem mahalleri büyük gey ve lezbiyen nüfuslarına sahip oldular. Bir gazete makalesinde “kısa saçlı kadınlar ve uzun saçlı erkekler” olarak tanımlanan geyler ve lezbiyenlerin yaşadıkları yerlerde ondan sonraki yirmi yıl boyunca kendi belirgin altkültürü geliştirildi.

Kaynak: Wikipedia 


Etiketler:
nefret