20/06/2019 | Yazar: Emre Korlu

Farhad gün geçtikçe tanrılaşıyor ve beni öldürüp öldürüp tekrar diriltiyordu.

Farhad gün geçtikçe tanrılaşıyor ve beni öldürüp öldürüp tekrar diriltiyordu.

Farhad'a dokunmak yanmaktı

böyle öğretilmişti bize.
Yaralarım aşktandır, diyordu bir kadın şair
altmış yedinin şubatında ölmeden önce.

Seni almaya geldiklerinde bir aşkın taşıyabileceği en ağır bedelin bu olduğunu düşünüyorsun. Tarhan'da bir otel odasında kapıyı çalan garson değilse mutlaka onlar oluyor. İdam edilmenin nasıl bir şey olduğunu az çok biliyorsun ama hissetmen için yaşaman gerekiyor. İnsanları katletmenin ‘büyük onuru’nu yaşayan bir ülkede var olma çabaları bunlar...

Otel odasında tek kişilik bir koltuğun oldukça rahatsız edici dokusunun üzerinde otururken Ah Muhsin Ünlü'nün şiirlerinde yakası kolalı bir aşkı arıyorum. Senin orada bir yerde olduğundan o kadar eminim ki ölmeden seni görmek istiyorum. İran topraklarında bir yerde öldürüldüğünü söylüyorlar. Çocukluğumda annemin yersiz bir öfkeyle duyduğun her şeye inanma, başlığı altında bana karşı savurduğu haykırışlar geliyor aklıma.

Yaşıyor olabilir misin Farhad? Gerçekten yaşıyor olabilir misin? Şu son birkaç gündür beni mutlu edebilecek tek gerçek halen nefes aldığına duyduğum inançtır. Bunu başarabildiğine tüm kalbimle inanıyorum.

Lale parkında gey fahişelerden biriyle tanışmamla başladı her şey ve ne yazık ki eşcinsel aşk İran'da halka açık alanlarda idamla son bulan bir hazin hikâyeydi.

Seninle karşılaşmamızın üzerinden aylar geçmesine rağmen sanki yüzyıllardır tekrar tekrar doğuyormuşum gibi tuhaf bir his vardı içimde. Gizli saklı buluşmalarımızın gölgesinde yaşadığımız yakalanma korkusu aşkı mağlup edemiyordu. Hiç sevmediğin acı kahveyi sırf kırk yıl hatrı olsun diye yüzünü buruşturarak karşımda yudumlarken, İran sokaklarında yaşadığın psikolojik zulmün kasıklarına doğru atılan tekmelerle nasıl dayanılmaz bir sancı halini aldığını anlatıyordun bana. Zigon sehpanın üzerinde inatla bembeyaz duran o dantel örtünün üzerine devriliyordu seni tanıyana kadar tüm homoseksüellere duyduğum fobik dürtülerim. O kadar kirliydim işte, seni tanımadan önce, diyordum.

Otuz bir tane idari bölgeye ayrılan bir ülkenin cehaleti altında başını dizlerime yaslayıp saç tellerini sayacak kadar deliye dönüyordum senin için. Bir insanın dini baskı altında nasıl eriyip, sevgiye nasıl muhtaç kaldığını gözlemliyordum gözlerinde. Gözlerin ezilen İran halkının fotoğrafıydı bir tek gerçekten görebilenlerin görebildiği. Nasıl suç sayılabilirdi ki bir başkasının bedeninin içinde tekrar doğmak ve akmak diğer bedene doğru. Bandari kadınlarının giymiş olduğu renkli elbiselerin arka yüzü halen kara bir örtüyü örtmeye yetmiyorken neyin özgürlüğünden bahsedilebilirdi İran sınırlarının içinde, ama yine de o odadan içeri girdiğinde ve dokunduğunda dudaklarıma, parmak uçlarıma kadar uyarıldığında bedenim yanıtsız kalamıyordum. Farhad gün geçtikçe tanrılaşıyor ve beni öldürüp öldürüp tekrar diriltiyordu. Boynuma doğru getirip ellerini, bizi yakalarlarsa buradan asacaklar sevgilim buna hazır mısın, diyordu. Korktuğumu belli etmiyordum. Eğer korktuğumu belli edersem beni terk edebilirdi ve bir daha ömrümün sonuna kadar onu hiç göremeyebilirdim. Bunu göze alamazdım. Önemsiz bir iş için geldiğim İran'da laleleri çok seven bir sevgiliyle yaşadığım her dakikayı bana sunulmuş bir lütuf gibi benimsiyordum. Bu gerçekten de öyleydi.

Tarhan'da o otel odasında yaşadığım aşktan dolayı beni cezalandırmak için gelenlerin bir insan olduğunu düşünmek sadece yaşatmak için var olan her şeye bir ihanettir. Sırtıma yediğim onca kırbaçtan sonra benden dua etmemi isteyen cellatların nefesi bu dünyaya bir cehennem hükmündedir. Size yemin ederim; sadece sevdik.

Farhad'ın gözlerine bağladığı siyah kuşağı keşke çıkarsalardı ona doğru çıplak ayakla yürürken dudaklarındaki duaya bakıp mırıldandıklarımı gözlerine karşı aynı aşkla tekrarlayacaktım:

Duanın tuhaf bir hiçliği var

ezbere söylenen şeyler gibi,
hep hafızasında kalır diyorsun Tanrı bile gün geliyor
bazı kısımlarını unutuyor.

En iyisi biz,dedim. Tam da yanından geçip giderken Lale parkında o çiçeklerin arasında, hiç tanışmamış olalım darağacında sallanmasın birbirine ait bedenlerimiz; çünkü sana doğru yürürken milyon kez öldük sevgilim.Burada âşık olmaktan daha korkunç bir şey yok! 

*Fotoğraf: Mehmet Şahin

**KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler:
nefret