15/07/2010 | Yazar: Erdal Partog

Butler geçen mayıs ayında Kaos GL’nin davetini kırmadı, Homofobi Karşıtı Buluşma etkinliklerine katıldı ve güzel de bir konuşma yaptı.

Butler geçen mayıs ayında Kaos GL’nin davetini kırmadı, Homofobi Karşıtı Buluşma etkinliklerine katıldı ve güzel de bir konuşma yaptı. Ben de doğrusunu isterseniz bu konuşmayı kaçırmak istemedim, Ankara’ya kadar gittim. Düne kadar Queer de ne oluyor diye burun kıvıranlar Butler’ı dakikalarca alkışladı. Doğrusunu isterseniz bu kısa sürede, beş altı yıl içinde neler değişti de insanlar Butler’ı bu kadar çok sevmeye başladı merak ediyorum.
 
Bundan yıllar önce Boğaziçi Üniversitesi’nde birkaç hevesli genç akademisyenin düzenlediği Queer Sempozyumu maalesef bu kadar ilgi ile karşılanmamıştı. Hatta eleştiri oklarının hedefi de olmuştu. Genelde eleştiriler queeri anlamak üzerine değil queerin kimlik karşıtı bir politika olduğuna dayanıyordu. Diğer tarafta küçük bir kesim de kimliğin akan kokan, sabit olmayan bir şey olduğunu savunmaya çalışmıştı. Her iki yaklaşım da queeri anlamaktan çok kendi konumlarını sağlamlaştırmak üzerine kurulmuş siyasi bir tepkiydi.
 
Bugün ise queer güzeldir kabulü ön palana çıkmaya başladı. Her şeyi tüketmekte oldukça başarılı olduğumuz için bugün queer, yarın da başka bir şeyin peşinden koşma ihtimali ortada duruyor. Queeri kendi felsefi ve siyasi bağlamından soyutlayan popülist sanat ve kimlik siyaseti ile maalesef yeni bir dünya kurmamız pek mümkün görünmüyor.
 
Queer üzerine yaşanan kafa karışıklığını gidermek adına queer tartışmalarına bir ivme kazandırmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Queer ve özne bağlamını, queerin arkasındaki felsefi ve siyasi temeli ortaya çıkarmanın queer siyaset felsefesini anlamak açısından önemli olduğunu düşünüyorum.
 
Queer hakkında bir tanım yapmak gerçekten mümkün değil. Zaten böyle bir tanım işin mantığına ters düşer. Benim queerden anladığım şey ile bazı insanların algıladığı şey aynı değil. Ben queeri kendimce Butler’ın ötesinde Spinoza, Deleuze, Foucault, Hardt ve Negri çizgisinde düşünüyorum. Butler’ı eğer bir yere koyacak olursam onu ancak bu felsefi geleneğe yerleştirebilirim. Butler’ı siyasi ve felsefi gelenekten bağımsız bir düşünür olarak görmem mümkün değil. Bu anlamda olsa olsa queer Butler’a değil bir felsefi geleneğe dayalı olan düşünme ve algılama biçiminin türevidir. Spinoza için “var olma gücü”, Hardt ve Negri için “çokluk”, Foucault için “direnme odakları”, Butler için “queer” aynı zeminden beslenen siyasi ve felsefi kavramlardır. Felsefi ve siyasi geleneğini aynı yerden kuran bu felsefeciler ortaya attıkları bu kavramları etik değerler üzerinden kurmaya çalışmışlardır. Etik tartışmasına girmeden kimlik tartışması yapmak bizi istemediğimiz yerlere götürür.
 
Bu bağlamda etik nedir sorusu ister istemez bizi başka bir zemine, insanın doğasını anlamaya çalışmaya götürmelidir. İnsan doğası üzerine düşünen filozofların düşünceleri tabii olarak belli bir kökeni takip edecektir. Ayrıca iddiam o ki Butler çizgisi metafizik hak felsefesi üzerine kurulan bir felsefi geleneği takip eder. Butler sadece bu geleneği toplumsal cinsiyet ve cinsiyet bağlamına taşıyarak değerli bir iş çıkarmıştır. Bundan dolayı Butler’ın etiği de insan doğası ve insanı anlamak için harcanan bir emek çizgisini takip eder. İnsanın neden mutsuz olduğu, neden insanların birbirini sömürdüğü, insanların neden birbirlerini öldürdüğü sorularına odaklanır.
 
Bu anlamda siyasi ve felsefi bir sorunu kavramlaştırmak her zaman bazı zorlukları beraberinde getirir. Filozofların sorunları kavramlaştırmalarındaki zorluk ve çekinceler maalesef bu kavramların yanlış algılanmasının önüne geçemez. Butler de yanlış algılanan bir filozoftur. Bununla birlikte queer tartışmaları da Butler bağlamında yanlış algılanmaya açıktır.
 
Queer hakkında yanlış anlamaları ortandan kaldırmak gibi bir derdim olmadığını hemen belirteyim. Ancak queeri nasıl anlıyorum, biraz açmak istiyorum. Bu anlamda özne ile başlamak queeri anlamanın ilk adımı olsa gerek. Özne felsefesinde özne tartışmaları oldukça derin tartışmalar içerir. Ancak bir özne vardır ki o da mutlak öznedir, bir anlamda tözsel bir öznedir. Tözleştirilen öznenin ya da kimliğin yaratmış olduğu ötekini dışarıda bırakma içermeme anlayışı toplumsal çatışmaların somut nedenini oluşturur.
 
‘Allah birdir’ cümlesini olmuş ve bitmiş bir önerme olarak kabul edebiliriz. Bu önerme bir mutlak olduğu sürece bu önermeye katılmayanlar bir öteki olmaktan kurtulamayacaktır. Ancak her iki yaklaşım da mutlağın aslında mutlak olmadığını hem mutlağın kendisinden hem de ötekinin var olması sürecinden çıkarabilir. ‘Allah birdir’ söyleminde bulunan özne Allah’ın kendisi değil insanın kendisidir. İnsanlar bu cümleyi tamamlayana kadar geçirmiş oldukları süreç, ‘Allah’ ve ‘bir’ kelimelerinin dil ve anlam tarihi açısından geçirdiği evrim ile aynıdır. Çok tanrılı fikre sahip olan bir kültürden tek tanrı fikrine geçiş süreci bir geçiş olup insanın zamansal ve mekânsal hareketlerinin türevsel gerçekliliğini yansıtır. ‘Allah birdir’ diyenlerin bu süreci tamamlamış ya da bu sürece nasıl geldiklerini fark etmemiş olmaları mümkün değildir. Ancak sorun fark etmenin ötesinde ‘Allah birdir’ görüşünü müzakereye açabilecek demokratik bir ortam bulunmamasından kaynaklanır. Bu bağlamda ‘Allah birdir’ cümlesi bitmiş bir cümle değildir. Bu cümle her tekil bireyin yaşamında faklı farklı süreçleri takip ederek gelmiş ve faklı süreçleri yaşayarak devam edecektir. Derdimiz bugün ‘Allah birdir’ cümlesini tartışmaya açmak değildir. Derdimiz dil, mekan ve zaman süreçlerini bugün tartışmaya açmayan siyasi iktidarların bu cümleyi bir yasa haline, hangi süreçleri takip ederek nasıl mutlaklaştırdığını algılamaktır. İnsanın doğayla kurduğu ilişki karmaşık bir ilişkidir. İnsan doğasını devre dışı bırakarak bir egemenlik alanı oluşturmak çözüm değildir.
 
‘Eşcinseller vardır’ cümlesi de bir mutlağı ifade eder. Eşcinsellerin var olması heteroseksüel bir karşıtlık üzerinden kendini tanımlar. Her tanımlı kimlik ister istemez kendi dışında bir şeye işaret eder. İşte kimlik, olmuş bitmişlik süreci göz ardı edilerek karar verilen ya da olunan bir şey değildir. Kimlik bir kendini ifade etme sürecidir.
 
Her gün kendi var oluşumuzu binlerce değişkene göre belirlemek zorunda kalıyoruz. Çoğunlukla da siyasi iktidarın dışına itilmek istendiğimizde bu var oluş daha da güçlü bir şekilde ortaya çıkıyor. Ancak her kimlik süreci meşruluk içermez. Meşru olan insanın kendini ifade etmesi için sınırları azaltmak ya da ortadan kaldırmaktır. Kimliğin kendisi etik olarak bir var olma biçimi, kendini ifade etme özgürlüğü olarak düşünüldüğünde kimliğin ona sahip olunan bir şey değil kimliğin bir oluş sürecini kapsadığını görebiliriz.  
 
Özne felsefesi açısından burada kimliğin ne olduğunu değil kimliğin neyi dışlayıp dışlamadığına bakmak gerekir. Bu anlamda ben bir eşcinselim dersem doğru olur ama yeterli bir cümle olmaz. Sahiplenmem gereken eşcinsel kimliğim değil kimliklerin müzakere edilir olması niyetidir. Eşcinsel olmak değil eşcinsel deneyimleri konuşmak daha anlamlıdır. Ancak bu müzakere siyasi iktidara karşı değil kimliğin kendi sürecine ya da diğer kimlik süreçlerine dönük olmalıdır. Ancak bu şekilde siyasi iktidarın ezberi bozulabilir. Bunun için ikinci bir cümle kurmak çok önemlidir. Ancak siyasi iktidar karşısında bazı kimliklerin yakıcı sorunlar yaşadığını da göz ardı edemeyiz.
 
Öznelerin dış mutlaklara karşı iç mutlakları yüceleştirmesi bir kimlik sorunu değil siyasi ve felsefi bir sorundur. Sorun bir iktidar sorunu olup kimlik de ancak siyasi bir ortamda tartışmaya açılmalı ve sorunlaştırılmalıdır. Bundan dolayı özne siyasetleri, olmak ya da kurtulmak üzerine bir siyasi iktidar sevdalısı bir politika izlememelidir. Yoksa mutlaklar olarak eşcinsellerin heteroseksüellerden, Kürtlerin Türklerden farklı bir tarafı kalmayacaktır. Yine de heteroseksüeller ve Türkler hakkında hemen bir yargıya varma konusunda fazla hevesli davranmamalıyız. Heteroseksüelliği ve Türklüğü de siyasi ve felsefi anlamda müzakere süreçlerine dâhil etmeliyiz.
 
Türklük bir öznedir. Türkiye cumhuriyetini kuran özne Türk’tür. Türk öznesi kendini dili ve ırkı ile tanımlar. Bunların değişmezliğini aynılığını savunur. Türkler özne süreçlerini öteki üzerinden kendi içlerine kapanarak kurduklarından bu özneye korku ve güvensizlik hâkimdir. Bir özneyi kendi oluş sürecinden koparıp gerçeklikten uzaklaştırıp soyutlarsak bu soyutladığımız şeyi de bir yasa hükmüne dönüştürürsek Türklük bir ifade biçimi olmaktan çıkar siyasi iktidarın nesnesi haline dönüşür. Türkler kendi Türklük deneyimlerini değil siyasi iktidarın Türklük tanımından hareket ederek kendi kimliklerini mutlaklaştırırlar. Türklüğün müzakereye kapalı, tartışılmadan bir yasa maddesi olarak kabul edilmesi siyasi iktidarın Türklerin kendi süreçlerini tartışma iradesini boşa çıkarır. Türklük karşında Kürtlük de siyasi iktidar heveslisi olarak Kürtlerin kendi Kürtlüklerini diğer kimliklerle tartışabilme, müzakereye açma çizgisini boşa çıkarmamalıdır.
 
Kürtler de Türkler gibi Kürt olduklarını ve Kürtlüklerini yasallaştırmak ve anayasaya koymak istiyor. Kürt oluş sürecini tartışmayan Kürtler Türkler gibi olmuş bitmiş bir Kürt kimliğini savunarak özneler felsefesinde mutlak özne siyasetini sürdürüyorlar. Öznelerin mutlaklığını siyasi iktidar adına savunanlar mutlaklaşan öznelerin gelecekte karşılarına hangi sorunları ortaya çıkarabileceğini görmezden geliyorlar.
 
Birilerinin acısı kimliğin kaderi değil siyasi iktidarın demokratik olmayan tutumunun bir cilvesi olduğunu unutmamalıyız. Siyasetçi mutlak kimlik pazarlığı değil kimlik süreçlerinin acılarını dile getirmeli ama onun adına onun kim olduğuna karar vermemelidir. Onun adına siyasi iktidarını sağlamlaştırmak için acele etmemelidir. Bu anlamda siyaset sonuçlara değil süreçlere odaklanmalıdır. Süreçleri sağalttığımız oranda insanların ölmesini, acı çekmesini ve işsiz kalmasını engellemiş oluruz. Bu bağlamda Queer siyaset bir süreç sağaltma kendini sınırsız bir şekilde özgürlüğe taşıma gücü olarak okunabilir.
 
Queer siyaset kimlik süreçlerini önemseyen ama mutlak kimlik kaymalarına karşı kendi kimliklerimizi müzakereye açmayı önerir. Bu öneri siyasi egemen ile pazarlık yapmayı değil kendi gibi aynı süreçleri yaşayan diğer toplumsal kesimlerle müzakereyi esas alır. Queer siyaset açısından odaklanması gereken şey tekil var oluşumuzun binlerce versiyonunu bir arada özgürlüğe açmak ve mutlakçı siyasi ve felsefi geleneğe karşı queer siyaset anlayışını yaşama geçirmektir.
 

Etiketler:
İstihdam