23/07/2018 | Yazar: Murat Sayan

Günümüzde Türkiye’de HIV’e dönük ve bireyi bir bütün olarak saran toplumsal ve tıbbi bir strateji görünmüyor. Dahası bu eksiklik, HIV’le yaşayan bireylerin kendilerinde ve aralarında kurdukları ilişkilerde de bulunuyor.

Dil bir mücadele alanıdır ve İngilizce hegemonik bir dildir. İçerisinde sanat, bilim, sanayi, teknoloji... kısaca hegemonyanın kültürü ve etiği bulunuyor. HIV’de yaşanan tüm gelişmeler işte bu hegemonik süzgeçten bize ulaşıyor. Bize, gelişmeleri beklemek kalıyor.

Beklemek.... Gelişmenin akışına etki edemeden... Dahil olamadan... Öylece.

Sorun yapısal, görüldüğü gibi. İstek/arzu ve ihtiyaçlar bizim dışımızda cereyan ediyor. Başkasının istek/arzusu başat ve gerçek buna göre oluşuyor.

ABD’de ya da AB bölgesinde HIV’le yaşayan biri ile Türkiye’de yaşayan arasında öncelik ve ihtiyaçlar açısından bir fark olduğunu/geliştiğini düşünüyorum. Bunun temel nedenlerinin arasında en önemlisi; HIV’in oralarda çok daha önce toplumsal bir sorun haline gelmesi (1980’lerin başı) ve buna göre bir sivil toplum/aktivizm hareketi geliştirilmiş olması, (aslında bu öyle basitçe ele alınabilecek bir açıklama gibi gelmiyor bana) böylece HIV’de özenli bir dil/kimlik geliştirilebildi ve önleme/tedavi çabalarının çoğu doğru mecrada akıtılabildi.

Günümüzde Türkiye’de HIV’e dönük ve bireyi bir bütün olarak saran toplumsal ve tıbbi bir strateji görünmüyor. Dahası bu eksiklik, HIV’le yaşayan bireylerin kendilerinde ve aralarında kurdukları ilişkilerde de bulunuyor. Sorun tanımlanmamış olarak orada duruyor. Muğlak halde ve şekil almayı bekliyor. Ancak tanımladığım yapısal sorunla değil muhtemel sonuçlarıyla ilgilenmeye devam edilecek. Sanki mesele biraz insan onuruyla mı ilgili ne?

Bütün bu resmini çizdiğim hal neye yol açıyor derseniz; “bireyin bocalamasına” derim. Buradan nasıl çıkılacak derseniz; herkes “geleceğe kaçış”ı istiyor derim. Bu bir tıp devrimi olsa gerek; bir ilacın çıkması ve tüm sorunları alıp götürmesi...

Bakalım hegemonik kültür ve etiğin istek/arzu ve ihtiyaçları, HIV’le yaşayan bireylerinki ile örtüşecek mi? 

Ya da ne zaman örtüşecek?

Fotoğraf ünlü İranlı yönetmen Abbas Kiarostami tarafından çekilmiş. Aslında onun 1989 yapımı “Roads” adlı filminden. Kiarostami, yolların anlatıcı olduğunu; keder, sevinç, aşk, düşünce ve kaçış yolları bulunduğunu söylüyor. Böylece yol, herkesi saracak bir hikayeye dönüşüyor.

Kiarostami’nin filmlerini izlediğinizde Nuri Bilge Ceylan akla geliyor ancak kronolojik olarak bu tutarsız oluyor. Yani tam tersi olmalı.

İnsanı saran bunaltı, çıkmazla birlikte gelen bekleyiş ve çıkış yolunun aranmasını anlatıyor her ikisi de.

Bu yazıya bu fotoğrafı seçme nedenim; bulutların birazdan açılarak kasvetin dağılacağı, güneşin hep parlayacağı ve yolun ileriye doğru bizi bir yere götürmesi hissi vermesinden.

**KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler:
nefret