31/08/2015 | Yazar: Selçuk Candansayar

Gözünü kan bürüyüp, iktidar uğruna halkları birbirine kırdırma yoluna gidenler sadece bizi değil, çocuklarımızı, torunlarımızı velhasıl geleceğimizi de yıkıyorlar.

Ahir ömürlerini zulümle ayakta kalmaya adayanlar, yalnızca bu günümüzü değil geleceğimizi de yıkıyorlar. İktidarını korumak ve hesap vermemek için gözünü kan bürüyenlerin kıskacına yakalanmış durumda halklar.

Şiddetin etkisi örseleyip, harap ettiğiyle kalmıyor. Kuşaklar boyu aktarılıyor yıkım ve sadece anlatılan, kalan hikayelerle değil. Şiddet uygulananın bedeninde açılan yaralar, sonraki kuşakların bedenlerine de aktarılıyor.

Yapılan son araştırmalar, şiddete maruz kalanlarda gelişen biyolojik/ genetik harabiyetin onların çocuklarına, torunlarına da kalıtım yoluyla aktarıldığını gösteriyor.

Genetik disiplini uzun süredir, genlerin doğuşta ne durumdalarsa hayat boyu aynı kalmadıklarını biliyordu. Doğumdan sonra çevresel etkenlerin bireyin genetik yapısını yani DNA’sını değiştirdiği kanıtlanmıştı. Doğumda korkuya, strese dayanıklılığı yüksek genetik yapıyla dünyaya gelmiş bir insanın, hayatı boyunca karşılaştığı zorlayıcı olayların bu ‘sağlam’ genlerini bozabildiği ve daha sonra çok daha hafif streslerle bile baş etmesinin daha da zorlaştığı gösterilmişti.

Son araştırmalar bireyde meydana gelen bu genetik değişimlerin o bireyden doğan çocukların genlerine de kalıtıldığını gösteriyor. Nazi soykırımından kurtulan toplama kampı sağkalanlarının torunlarında yapılan araştırmalar, işkence maruziyetinin neden olduğu biyolojik/ bedensel harabiyetin üçüncü kuşakta torunlara bile geçtiğini, aktarıldığını gösteriyor.

Çok sayıda araştırmacı, belleğe kaydedilen anıların da genetik olarak aktarılıp aktarılmadığını araştırıyor.

Ruh sağlığı çalışanları uzun yıllardır insan eliyle yaratılan travmalara maruz kalanların ruh sağlığını korumak ve ortaya çıkan zararların iyileştirilmesi için çalışıyor.

İnsanın insanı örselemesi kadar insanda yıkım yaratan bir ‘kötülük’ yok. Hem kişinin hayata, dünyaya güvenli bakışını yıkan, dünyayı tehdit dolu bir kötülükler kargaşası olarak anlamlandırmasına neden olan; hem de aynı bireyin kendi kendisiyle olan ilişkisini de bozan, yıkan bir kötülük bu çünkü.

Şimdi biliyoruz ki, zulme uğrayanın bedeninde oluşan yaralar onun çocuklarında, torunlarında ve daha sonraki kuşaklarında da yeniden yeniden kanıyor. Aynı yıkımın ruhlarımızı da paramparça ettiğini biliyorduk ve fakat belki de bu ruhsal harabiyetin de kuşaklar boyu, daha doğmadan belleğimize işlendiğini de anlamak üzereyiz.

Gözünü kan bürüyüp, iktidar uğruna halkları birbirine kırdırma yoluna gidenler sadece bizi değil, çocuklarımızı, torunlarımızı velhasıl geleceğimizi de yıkıyorlar.

Bu coğrafyada henüz doğmamış olanların bile bedenlerinde yaralar açmaktan, ruhlarını düşmanlıkla kirletmekten geri durmayan bu zulme karşı insanın iyi ve doğruyu seçme sağduyusuna güvenmek yetmeyecek.

Şimdi biliyoruz ki kuşaklar boyunca açılmış yaralarımız kanıyor bu gün de. Önümüzdeki süreçte halkların bu zalimin sandığı kadar kötü olmadıklarını ona kanıtlayacaklarına güvenim var. Halklar, bu ülke, bu topraklar tarih boyunca çok zalimin döktüğü kanla sulandı. Ama hiç bir zaman kendi kendine birbirini kırmadı. Zalimin korkusuyla komşusuna saldırdı belki ama kendi kendine kimseyi öldürmedi.

Sadece bu gün için değil çocuklarımız, torunlarımız için de zalime karşı durmalıyız. O kan dökmeye çağırsa da biz yara sarmaya çalışmalıyız.


Etiketler:
nefret