22/01/2014 | Yazar: Gözde Demirbilek

aslında doğru yazılışı mutsuzluk değil mussuzluk olan bu şey tam olarak bi seçim değil yönelim.

“mutlu muydum? belki. herkes mutluydu. demek ki ben de mutluydum herhalde herkes mutlu olduğuna göre. beni mutlu olmak zorunda bırakanlar utansındı.”
(şaşıfelek çıkmazı, bölüm 26)
 
merhabalar! uzun zaman sonra hem de. suskunluğumu bozmam hayli zaman aldı. lâkin dün gece, 3 gün önce aniden gelen derya alabora krizim sonucu başladığım şaşıfelek çıkmazının 26. bölümünü izlerken nuran’ın kızı seda’nın dolaylı mutluluk üzerine kurduğu cümleleri dinleyince üzerine biraz düşündüm ve artık yazmam gerektiğine karar verdim. önce biraz ciddi gireceğim, sonra yine saçmalangaç halime geri dönerim istemsiz. bu sebeple ilk birkaç paragrafı okurken "gözde :(((((((( sen de o sadece ciddi cümleler kuran insanlar kervanına mı katıldın gözde :(((((((( " düşünceleri beyninizi sarmasın, böyle bir şeyin mümkününün olmadığını hepimiz biliyoruz. 
 
şimdi bu dünyada zibilyar tane insan var. bu zibilyar tane insanın hepsinin mutlu olması gerektiğine inanan bir örgüt de var. mutsuz bi insanı mutlu hale getirmeye (emekle değil sözle) çalışan onun mutsuz değil mutlu olması gerektiğine inandırma çabasına girmiş bir örgüt. çok korkunç bir örgüt yani. peki, belki dünyadaki bu zibilyar tane insanın birkaç zibilyonu mutlu olmak istemiyordur? "olur mu canım herkes mutlu olmak ister" , "bırak mutsuzluğu kim seçer ki" dediğinizi duyar gibiyim lakin aslında doğru yazılışı mutsuzluk değil mussuzluk olan bu şey tam olarak bi seçim değil yönelim. öncelikle bunda bi anlaşırsak güzel olur. biz mussuzlar bunu seçmiyor buna yöneliyoruz. yaşamsal bi yönelim olarak mussuzluktur bu ve benim gibi ruh hastaları bu yönelimde zaman zaman daha iyi hissedebilir. herkes mutlu olsun dünya çiçekle dolsun şiarı fazla haksız geliyor. sürekli mutlu insanların yaşadığı bir dünyanın lsd etkisinden bahsetmek bile istemiyorum. bu yüzden, mussuzları mutlu olmak zorunda bırakmak yerine hayatlarına bir yerden musallat olmayı bırakır da kendi kendilerini mutlu edebildiklerini görmelerini başarırsak daha güzel bi uğraş içine girmiş oluruz. insan psikolojisi dediğimiz şey "üzlme be cnm geçer!!!"in çokça dışında kalan bir şey keza. "hadi bak sen neyi seversin şunu yapalım" gibi hiç değil. özetle çevresindeki insanın mussuzluğuna tahammülü olmayan insan kahrolsun be. sen çok mu mutlusun! iyi! mutluysan da öyle kal! şaka şaka. arada bi mussuz olsun herkes ki o ara mussuzlar olarak mutluluk kontenjanında bize de yer açılsın...
 
sosyal mesajımı verdiysem kaldığım yerden devam ediyorum, basına ve kamuoyuna: ev değiştiriyorum. ev arkadaşımla  bu birlikteliği artık devam ettiremediğimiz şiddetli şiddetsiz her türlü geçim sorunu yaşadığımız evden ayrılmaya karar verdim. bu geçimsizlik aşamasında birbirimizi psikolojik olarak yaraladık ve bu şu an bizim için en güzel karar oldu. ev sahibimden daha önce hiç bahsettim mi bilmiyorum, açıkçası önceki yazılarımda nelerden bahsettiğimi sizlerin de hatırladığını sanmıyorum. hep birlikte bütün yazılarımın sonunda "güldük bitti" olduk sonuçta. dünyanın en tatlı kadınlarından biri kendisi, bunlar macır olmanın getirileri biraz da. geçen gün evin ne kadar güzel olduğunu gösteriyordum bir dostuma sonra ev sahibimin bulgaristan’da çektirdiği bi fotoğraf ortaya çıktı. hiç değişmemiş, o zamanlar da evden çıkma düşüncesi kafamdaydı aldım fotoğrafı sakladım. sanırım bi zarfın üstüne ilk ev sahibim yazıp saklayacağım. yeni eve taşınacağım içimde küçük heyecanlar var, tek çıkacağım ve kafamda eşyasız bi eve çıkmak var. bomboş da olsa sokaktan taş taşıyıp kendi isteğime göre düzenleme özgürlüğüne kavuşacağım. bu sebeple dün geyikli bi duvar halısı buldum. hahahah yeter çok ciddi konuştum artık mizahşörlüğüm geri gelsin be. 
 
dün bi film izliyorduk da, duvarda geyikli bi işleme gördük. duvar ve geyik benim için duvar halısıdır. anneannemin eski evinde evet o efsane geyikli ormanlı nehirden su içen yavru ceylanlı duvar halısından vardı. yeni evde asmadığı için atmış olma ihtimalini falan düşündüm ödüm koptu ama geçerken uğrayıp kapıdan "anneanne duvar halın duruyo mu?" deyince o da bi şok geçirmedi değil. neyse verdi al 40 yıllık halıyı asarsın dedi. anneanneme bu konuda da her konuda olduğu gibi aşık olabilirim çünkü "napacaksın evinde duvar halısını sevmezsin sen sıkılırsın" demeden sorgulamadan verdi. sorgulamak her zaman güzel değil, kusura bakma sokrates abi! 
 
bir de 1+1 ve uygun bir ev bulamazsam 2+1 olursa bulduğum ev odalardan birini atölye hâline getirmeye karar verdim. yazar burada atölye haline getirmeye karar verdim derken odaya bi masa atıcam iki de sandalye demeye çalışıyor arkadaşlar. keza atölye odası döşeyecek ne param var ne de param var. hatta ve hatta PARAM BİLE YOK. ve ev için önceliğim davul fırın. ama bozulmuş olacak. ailemle birlikteyken düşürdüğüm davul fırının ayarları bozulmuştu, kek hamurunu koyuyodum 10 dakika bile sürmüyodu pişmesi. bu yüzden davul fırını alıcam ve ee geldiğimde kutusundan çıkarmadan bir iki kez yere atıcam. yani pek umudum yok ama olur mu olur belki ayarları yeniden bozulur... davul fırın çok önemli. aşırı önemli. o kadar önemli ki bunu ancak ev kuşları bilir. rusya’da yaptığın böreğin kokusunu edirne’den duyan insan bilir ki o börek davul fırınla yapılmış. Yazar burada fark ettiyseniz hiç rusya’dan şehir ismi de bilmiyo ama önerme yapma girişiminde bulunuyo, müthiş zekasız olmasından kaynaklı biraz da. neyse kokusuz börek yok, mini fırın yalan! tekbiir, tek yol davul fırın!
 
bandırma’dayım da şimdi gördüğüm her sokak lahmacunu arabasına yapışıp "sen benim kaderimsin!!!!!!" diye bağırmak istiyorum. yılbaşı tatilinde geldiğimde arkadan sinsi sinsi yaklaşıp abi lahmacunu sararken fotoğrafını çekmiştim. psikopat bir hâl almaya başladı. napayım, çok özlüyorum sokak lahmacununu. kıymalı lahmacundan daha çok seviyorum çünkü sokak lahmacununu. sonra geçen gün bit pazarında bi sokak lahmacunu arabasında sokak lahmacunu diye az kıymalı lahmacun satıldığını gördüm gözlerimden kan geldi. NE DEMEK SOKAK LAHMACUNU NE DEMEK. SOKAK LAHMACUNUN İÇİNDE 0 ET OLUR. SADECE SOĞAN VE DOMATESLİ HARÇLA PİŞER. NE DEMEK AZ KIYMALI LAHMACUNU SOKAK LAHMACUNU DİYE İZMİR HALKINA KAKALAMAK. çok sinirlendim. elim ayağım boşaldı bi anda kafa atmak istedim ama olay yerinden uzaklaştım. bilmeyenler için tekrar ediyorum soğanlı domatesli bi şey sürülür hamura öyle pişer, içine de domates doğranarak ve isteğe göre pul biber dökülerek satılır. bi de yıllardır bir takım kişiler çıkıp içine kedi edi koyuyolarmış onun der, bu tür spekülasyonlara gelinmemelidir. keza kendisi ETSİZ lahmacundur. ayrıca içine kedi eti konulduğunu iddia eden insan ütopyasını verin bana... kırk yıllık sürrealistim böyle karalama çabası görmedim. evet aslında tüm sokak lahmacunu ticareti satanistlerin tekelinde arkadaşlar... bunlar bi örgüt de kedi kesip insanlara satıyolar. yav he he.
 
ha, dün gece papa pear saga oynarken bülent ersoy dinleyerek nasıl bi emekli albay olduğumu kanıtladım. buna hâlâ inanmayanlar var. arkadaşlar emekli albayım diyorum bu sene yönetici bile olmayı düşünüyorum niye inanmıyorsunuz bana? o kadar çok "geceler" dinledim ki rüyamda bülent ersoy bende kalıyomuş ona diyorum ki "sen mi istifa ettin onlar mı kovdular işten" onlar derken de show tv’den bahsediyorum, kafam yanmış anlıyor musun bitmiş kafam.
 
hayat, tam uykuya dalacakken bacağa giren kramp kadar leş. ve ben ingiliz kahvaltı tabağında kuru fasulye gördükten sonra her şeyden vazgeçtim. hıhı... geçtim ya hayır lütfen ısrar etme. kuru fasülye gördüm kahvaltı tabağında diyorum. bana bunu nasıl açıklayacaksınız?
 
neyse, bir başka saçmalamalar seramonisinde görüşmek üzere. hoççakalın!
 
(o kuru fasülye buraya gelecek!)   

Etiketler:
nefret