29/06/2013 | Yazar: Emre Yeşilbaş

Direniş tek bir kimlik üzerinden yapılamayacağından 11. İstanbul LGBT Onur Yürüyüşü’nün Türkiye tarihindeki en şanlı kalabalığa sahip olacağını tahmin etmek zor olmasa gerek çünkü her zaman söylendiği gibi eşcinsellerin kurtuluşu heteroseksüelleri de özgürleştirecektir.

Direniş tek bir kimlik üzerinden yapılamayacağından 11. İstanbul LGBT Onur Yürüyüşü’nün Türkiye tarihindeki en şanlı kalabalığa sahip olacağını tahmin etmek zor olmasa gerek çünkü her zaman söylendiği gibi eşcinsellerin kurtuluşu heteroseksüelleri de özgürleştirecektir.
 
Gezi protestolarının ertesinde, Türkiye’deki sivil toplum hareketinin kendisini yeniden yarattığı bu günlerde neredeyse herkes bu süreçten sonra Türkiye’de nelerin olacağı ya da olamayacağına az çok da olsa odaklanmış durumda. Protesto süresince ölenler ve şiddet görenler için dayanışma giderek büyürken, büyük resme bakıldığında toplumun devlet kurumlarına olan inancının yerle yeksan olduğunu iddia etmek yanlış olmaz. Bu süreç devam ederken Lice’de karakol yapımına karşı çıkan halka askerin ateş açmasıyla, Bingöl’de tecavüz sanıklarının serbest bırakılmasıyla, eşcinsel olduğu için öldürülen 17 yaşındaki R.Ç. ve Ahmet Yıldız davalarının hâlâ bir sonuca bağlanamamasıyla kamu kurumlarının itibarları belki de hiç olmadığı kadar azalıyor halkın gözünde. Halk kamu kurumlarına inancını yitirdikçe aslında belki de beklenmeyen bir şekilde sivil hareketin gücünün önemi daha da netleşiyor.
 
Bundan sonra Türkiye’de ne olacağını tahmin etmek zor olsa da artık halkın haksızlığa ve zulme karşı daha cesurca ve ortaklaşa diklenebileceğini tahmin etmek zor değil. Daha da önemlisi, yeri geldiğinde demokratik hakların, eşitliğin ve adaletin insanın kendi elleriyle kazanabileceği kavramlar olduğuna olan inancın birçok insan tarafından benimsenmiş olması. Demokrasi, adalet, eşitlik gibi zor kavramlar dışarıdan bahşedilen ve tepeden inebilen birer lütuf olmadıkları gibi insanların elinden kolayca alınabilecek soyut kavramlar da değiller. Bu bağlamda feminist kuramcı Judith Butler’ın da temelde toplumsal cinsiyet rollerinin analizi için özetlediği performatif yapı toplumsal hareketler için yol gösterici olabilir.
                                                                                                                            
Türkçe çevirisi de yayınlanan Cinsiyet Belası adlı kitabında Butler günlük ‘performanslarımızın’ kimliklerimizi oluşturduğunu ve toplum içinde bilinir hale getirdiğini söyler. Butler kimlik oluşumu ve kanun yapma süreçlerinde performativitenin öneminden bahseder. Butler’ın performativite tanımına göre davranışlar, vücut dili ve sözeylemler bireyin kimliğinin bir sonucu değil kimliği oluşturan etmenlerdir. Her performatif eylem tekrarlanarak zamanla kalıcı bir güç  noktası haline gelir ve kanun ya da toplumsal normlara dönüşür. Toplumdaki kurumlar ve kimlikler bu performatif yapıyı kullanarak varlığını sürdürür. Örneğin bir mahkemenin kararının geçerliliği o mahkemenin sürekli tekrarladığı bir performativitenin eseridir. Butler her ne kadar toplumsal cinsiyet konularına daha fazla odaklansa da toplumsal yapıların, ilişkilerin ve güç dengelerinin ‘performatif’ yapısı birçok kuramcı tarafından da irdelenmiş konular. Butler’ın ve diğer kuramcıların üzerinde durduğu performatif yapı günlük hayat pratiklerinde aslında var olan düzenin ve kuralların bir dayanağının olmadığını ve dolayısıyla da değiştirilebilir olduğunu vurgular. Kimlik performansı var olan katı yapıların birer göstergesi olabileceği gibi (heteronormativite ya da sadece erkek-dişi ikilemi ve heteroseksüelliğin normal olan ilişki biçimi olarak sunulması buna örnek olarak gösterilebilir) aynı zamanda dayatılana karşı bir direnişi de simgeleyebilir. Bireysel kimlikler açısından, örneğin, lezbiyen, gey, biseksüel ve trans kimlikler de performatif bir yapıyla oluşurlar. Bu kimlikleri daha önceden belirleyen ya da bu kimliklere yön veren bir öncül yoktur.
 
Bu bağlamda Türkiye’deki sivil hareketin ilk günden beri eylemleriyle, bütünleşik hareketleriyle performatif bir yapıya sahip olduğunu söylemek yanlış olmaz. Genel hatlarıyla Gezi protestoları kamu kurumlarına olan inancın ve güvenin yok olmasıyla sivil toplumun var olan katı düzene karşı aktif bir şekilde duruşunun göstergesidir. Güç sahibi kamu kurumlarından farklı hareket etmeyi seçerek ve bu eylemleri uzun süredir devam ettirerek Gezi protestoları kendi kanun yapma gücünü, var olan düzene karşı farklı bir düzenin mümkün olduğunu göstermiştir. Bu sürecin sonucunda ne olacağını kestirmek zor olsa da sivil toplumun eylemleriyle yeni toplumsal normlar oluşturduğunu görmek zor değil.
 
Judith Butler’ın bu tarz toplumsal hareketlerdeki duruşu teorileri kadar önemli aslında. 2010 yılında Berlin Onur Yürüyüşü kapsamında Judith Butler’a Sivil Cesaret ödülü verileceği duyurulmuştu. Ödülü almak için sahneye çıkan Butler beklentileri alaşağı ederek organizatörlerin ırkçı gruplara yakınlığından dolayı ödülü kabul etmeyeceğini söyledi. Butler’ın kuramlarından yola çıkıp kendi eylemci karakterini de hesaba katarsak aslında söylenmesi gerekenin direnişin ya da var olan baskın söylemlere karşı duruşun tek bir kimlik üzerinden yapılamayacağıdır. Gezi protestolarının da bunu göstermiş olduğunu tahmin ederek 30 Haziran Pazar günü yapılacak olan 11. İstanbul LGBT Onur Yürüyüşü’nün Türkiye tarihindeki en şanlı kalabalığa sahip olacağını tahmin etmek zor olmasa gerek çünkü her zaman söylendiği gibi eşcinsellerin kurtuluşu heteroseksüelleri de özgürleştirecektir.

Etiketler:
İstihdam