21/09/2011 | Yazar: Tuğrul Güven

Kıçımıza giyecek donumuz yokken neyin kategorizasyonunu yapıyoruz? Sorun ırklarımız mı, alışkanlıklarımız mı yoksa geçmişimizde yaşadığımız deneyimlerimiz ve onlardan ne gibi dersler aldığımız mı?

Facebook’un çok ateşli bir takipçisi sayılmam, gün içinde taş çatlasın 3-5 sefer girer çıkar birilerine sataşır iki katlar bir dürer işime bakarım. Sosyal medya denen şeyin gelişmesinin ardından markalarda oluşan ‘sosyal medyada var olma’ bilinci çerçevesinde oluşturulan kurumsal hesapları ve sayfaları da takip etmekten, fotoğraflara yorum yazmaktan veya hoşuma giden bazı bilgileri yaymaktan geri kalmam. Takip ettiğim markalar arasında BMW, VW ve Mercedes-Benz gibi şirketler de vardır, Nestle, Coca Cola veya Pepsi gibi habire boğazımı çağrıştıran kurumlar da. Aynı zamanda kedi erişemediği ciğere mundar der misali yurtdışında düzenlenen pek çok organizasyonun haberini de bu medya aracı sayesinde takip edebiliyorum.
 
Bu yazıyı yayınladığımız zaman dilimi dahilinde Almanya’nın Frankfurt kentinde düzenlenen ve otomotiv devleri için büyük bir sahne olan Frankfurt Otomobil Fuarı’nın fotoğraflarını inceliyor ve ağzımın suyunu klavyemin arasına akıtıyordum. Mercedes-Benz’in yayınladığı ve yeni lanse ettiği B-Sınıfı otomobilin polis aracı versiyonunun altına yazılan yorumlarda dikkatimi çeken bir şey oldu.
 
Tartışılan şey, herhangi bir arabanın özelliklerinin incelenmesinden öte etnik kimliklerin çarpıştırılmasına kadar gelmişti. Çıkarılan sonuç şuydu: Almanların Türklerden kültürel anlamda çok fazla eksiği vardı.
 
Benim merakıma düşen şey ise şu oldu: Kıçımıza giyecek donumuz yokken neyin kategorizasyonunu yapıyoruz?
 
Sorun ırklarımız mı, alışkanlıklarımız mı yoksa geçmişimizde yaşadığımız deneyimlerimiz ve onlardan ne gibi dersler aldığımız mı?
 
Mademki bu konuya el attık, Almanlar ve Türkler arasındaki birkaç sosyo-kültürel öğe hakkında karşılaştırma yapalım.
 
Bildiğim kadarıyla Türkiye’de insanlar hâlâ neredeyse tesadüfen yaşıyor. Terör saldırıları Başkent’in merkezine kadar indi, sadece o saatte orada olmaktan başka herhangi bir duruma sahip olmayan insanlar canlarından oldular. Almanya’da kırk yılda bir meydana gelen herhangi bir kazada yetkisiz hiç kimse ağzını dahi açmazken Türkiye’de medyanın önünde görünmekten büyük zevk alan ve yaklaşık 26 yıllık ömrümün büyük bir kısmında kendileri ile siyaset sahnesinde baş başa kaldığımız insanlar devletin farklı organlarını yönetmesi beklenen insanlar da çıkıp bilgileri dâhilinde bile olmayan konu hakkında karmakarışık bilgiler verdiler.
 
Mesela, daha Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ulusal pazarda adını duyurabildiği bir otomobil markası yokken Almanya’nın Mercedes-Benz’i, BMW’si, Opel’i var. Hatta Mercedes-Benz tüm dünyada 125. üretim yılını kutlarken Türk Milli Takımı’nın da ana sponsorluk anlaşmasını 4 yıl daha uzattı. Mercedes-Benz Türkiye’de üretim yapıyor diye Türklerin kısa yoldan zengin olma hayallerini, yarım yamalak üretim politikaların, işgüzar satış ve pazarlama politikalarını, insanların emeklerini heba etme yeteneklerini benimsediğini mi sanıyorsunuz?
 
Yetmedi mi?
 
Türkiye Cumhuriyeti, YHT projesi için bile Avrupa Birliği’nin gelişmekte olan ülkeler için ayırdığı hibe programlarını kullanırken Başbakan sanki kendi cebinden çıkmışçasına ‘Hızlı Tren Yaptık!’ diye meydanlarda bağırmadı mı? Bu paranın kaynağı nerden geliyor diye bir baksak aslında karşımıza yine Almanya’nın da içinde bulunduğu bir topluluğun halkından elde ettiği vergiler gelir. Ankara Metrosu neden durdu sanıyorsunuz? Yine Avrupa Birliği fonlarından elde edilen gelir belediye tarafından çarçur edilip ortaya henüz bir şey çıkmadığı ve fonların muslukları kapandığı için.
 
Uluslararası bilim çalıştaylarında veya konferanslarında kaç tane Türk bilim insanı görüyorsunuz? Çok spesifik konular dışında Türkiye’nin uluslararası meydanda kaç tane bilim insanı var? Almanya’nın kaç tane var? Almanların Türklerden daha az kültürel birikimi olduğu için mi bütün bu anlattıklarım?
 
Kültürel zenginliklerimiz demişken… Yeni mezun veya yeni bir işte işbaşı yapacak birisi olarak düşünün kendinizi. En basitinden işvereninizin sağlaması gereken sosyal haklarınızın acaba ne kadarını alabileceksiniz, artık bir gelenek haline gelen ‘esnek çalışma saatleri’niz haftada kaç saate sündürülecek. Almanlar ne yazık ki sahip olmadıkları bu kültürel zenginlik sebebiyle çalışanlarının hiçbir hakkını gasp etmiyor. Sizin de sırtınızdan akan ter çatalınızın arasını ıslatırken sigortam acaba yapıldı mı diye düşünedurun.
 
Adamların kendi otobüs test merkezleri bile var, bilmem kaç bin metrekare. Bilmem kaç sene araştırma, geliştirme iyileştirme yapmadan hiçbir şey yapmıyorlar. Biz Türklerin elinde ne var; kirası ödenmediği için yarışlardan men edilen, kimin işlettiği bile belli olmayan bir Formula 1 stadı, yıkılınca hammaddesinin tuzlu deniz kumu ile deniz suyu olduğu ortaya çıkan ve teselli niyetine içine iki tane deniz kabuğu sıkışmış yıkık dökük, güvenliği denetlenmeyen evlerimizle ıslah edilmediği için ülkenin en önemli ticaret şehirlerinden birisini Amazon nehrine çeviren ıslah edilmemiş derelerimiz ve bu derelerde boğulan insanlarımız… Şehrin içinde, İstanbul’da. Uzaklara gitmeyin çok.
 
Allah aşkına karpuzu pişirip yemeye çalışmaları şöyle dursun bir kenarda, Türklerin kendi kendilerini denetleme mekanizmaları bile yok. Almanlar ülkelerinin yönetim kadrosundaki herhangi bir personeli en fazla iki sefer yerinde tutarken bizler hâlâ 45 yaşındaki insanların kendilerini bildikleri zamandan kalan siyasetçiler ile ülke politikası yönetip adam kayırmanın dibine vuruyoruz. Milyonlarca kişi işsiz, pek çoğu intiharın eşiğinde ve bazıları da intihar ediyor. Biz hâlâ üniversitelerdeki bazı bölümlerin neden full kontenjan doldurulmadığını konuşurken Almanlar mezunlarını nasıl istihdam edeceklerini düşünüyor harıl harıl, bu duruma göre kontenjanlarını ayarlayıp üniversitelere öyle öğrenci alıyor. Sorun onlar için aslında para filan da değil; adamlar eğitime, bilime ve üretime fazlaca yatırıp meyvesini fazlasıyla topluyor.
 
Kıçınıza giyecek donunuz yokken nasıl oluyor da bu egonuz poponuzu bu kadar kaldırabiliyor?
 
Aslında olay bir başka toplumun bireylerini daha üstün görmekle bitmiyor. Savunduklarımızı ortak meydanda yiğitçe savunabilmemiz için yaptıklarımız ve ortaya çıkardıklarımızı insanların önüne atabilmemiz gerekiyor. Gördüğüm kadarıyla da ortada herhangi bir üretim faaliyeti de yok, ha bire dışarıdan alıyoruz.
 
Acaba Türkiye içinde çığlıklar atarak savunduğumuz ‘kendi gerçeklerimizi’ Avrupa’da savunabilir miyiz, onu da ciddi ciddi merak ediyorum. İnsanlar ağızlarıyla bırakıp popolarıyla gülmezlerse…
 
Bilmem durumun vahametini anlatabildim mi?
 

Etiketler:
İstihdam