06/05/2014 | Yazar: Sena Özşimşir
O güne kadar eşcinselliğin bir hastalık olduğunu düşünen ben okumaya, araştırmaya ve arkadaşımın aslında dâhil olduğumu sandığım hayatına bu sefer gerçekten dâhil olmaya başlamıştım.
“Bu film, ülkemiz açısından kalın demir kapının kilidine sokulmuş bir anahtar. Birazdan hepimiz küflü kapının aralandığını göreceğiz. Bu aralıktan aşka, cinsiyete, farklılığa dair bir ışık karşılayacak bizi.”
Dört sene önce başlayan bir farkındalık hikâyesi…
Üniversiteye yeni gelmiştim. On sekiz yıldır toplumun, ailemin ve eğitim sisteminin bana verdikleriyle, ahlâklı(!), çalışkan bir öğrenci olmanın gururunu yaşıyordum. Kendi arkadaşlarımı kendim seçiyordum. Bu güne kadar seçtiğim arkadaşlar benim ahlâk sınırlarıma uyumlu, çalışkan ve kısmen muhafazakâr insanlar olmuşlardı. Yaşadığım yerle alakalı da olabilir, ufku çok çok geniş insanlara pek rastlamamıştım. Biz kızlar olarak Ahmetlerden hoşlanırdık, Ahmetlerde buna uygun bir şekilde Mervelere âşık olurlardı.
Üniversiteye geldikten bir sene sonra bir kız tandım. Çok okuyor, çok biliyor, çok gülüyor, çok seviyordu. Hiçbir şeyi normal yaşamıyordu. Hep aşırı üzülüyor ya da aşırı kucaklıyordu insanları. Bir anda aşırı bir arkadaşlığımız oldu. Birbirimizi öyle sevdik ki aynaları bile çıkardık hayatımızdan. Kendimi görmek istediğimde ona bakardım ben, o da bana. Bir gün en yakın arkadaşımın aslında benim tanıdığım kişi olmadığını öğrendim. Bana aslında hissettiği kişi olmadığını açıkladığında durup biraz düşündüm. Hayatımızda ne değişmişti? Benim en yakın arkadaşım olmaması için bir sebep var mıydı elimde? Onun kimi sevip sevmediği ne kadar umrumdaydı? Sonuçta o beni gerçekten seven bir insandı. Sen benim hissettiğim kişisin ve hâlâ en yakın arkadaşımsın deyip sarıldım. O güne kadar eşcinselliğin bir hastalık olduğunu düşünen ben okumaya, araştırmaya ve arkadaşımın aslında dâhil olduğumu sandığım hayatına bu sefer gerçekten dâhil olmaya başlamıştım. Kimi zaman dâhil olmaktan da fazlası oldu, onun acısını yaşadım, onu incittiklerinde ben ağladım. Bir insan göründüğü gibi hissetmiyor diye nasıl böylesine dışlanabilirdi? Böylesine dışlanan bir insan bu yolu nasıl kendi tercih edebilirdi? Tercih değil yönelim! diye her seferinde insanları uyardım. Onur Yürüyüşü’ne ilk kez benimle katılmıştı, ben de onunla. Hayatımda hiçbir eylemde bu kadar eğlendiğimi ve bu kadar rengi bir arada gördüğümü hatırlamıyorum. Derken ailesi onun gerçeğiyle yüzleşti. Kabullenmediler, istemediler.
Mücadele süreci somut olarak başlamıştı artık. En yakın arkadaşımı ailesi kabul etmeden toplum nasıl kabul edecekti? O İstanbul’daydı, ben Trabzon’da. Algıyı değiştirmeye yaşadığım yerden başlamalıydım. Öyle de yaptım. Kimi arkadaşlarım tezlerini homofobi ve erkeklik üzerine yazıyordu, kimileri LGBT’ler (lezbiyen, gey, biseksüel, trans) için sosyal sorumluluk projeleri hazırlıyordu. Bu süreçte ben de LİSTAG (LGBTT Aileleri İstanbul Grubu) ile iletişime geçtim. Yapılacak ilk iş ailelerin bu konuya bakış açılarını değiştirmekti. Bu süreçte Şule anne ile tanıştım. Şule Ceylan. Yıllarca oğlunun gey olduğunu kabullenememiş bir anne. Trabzon’da gerçekleştireceğimiz belgesel, sonrasında söyleşi ile devam edecekti. Bu belgesel gösterimini özellikle Eğitim Fakültesinde gerçekleştirmek istedik çünkü bir çocuğun gelişimine en yakın kişiler aileden sonra gelen öğretmenlerdi. Bu gösterimi tek başına ya da bir grup arkadaşla gerçekleştirmek maddi olarak zorluyordu bizi ve birkaç sponsor ile projeye start verdik. 30 Nisan günü Fatih Eğitim Kampüsü Mahmut Goloğlu Oditoryumunda gerçekleştirdiğimiz gösterime 250 kişilik bir seyirci katılımı oldu. Söyleşi de hetero, trans vb. kavramları ilk kez duyanlar da vardı bizzat LGBT bireyi olanlar da… Şule anne sorulan her soruya verdiği cevaplarla bireylerin kafasında bir ışık daha yanmasına sebep oluyordu. Birçok kişi hayatını belgeselden önce ve sonra olmak üzere ikiye ayırdığını söylüyordu. Anneler çocuklarının bu durumunu başta kabullenmek istememişler, kimisi psikiyatristlere kimisi de hacı-hocalara başvurmuştu. Ancak Dünya Sağlık Örgütü eşcinselliğin bir hastalık değil yönelim olduğunu ve bu durumun bir tedavisinin de olmadığını açıklamıştı.
Bazılarının çocukları okullarda dışlanıyor ve eğitimlerine devam edemiyor, bazılarının çalışma hayatına son veriliyor yahut hiç işe alınmıyor, bazıları çocuk evlat edinemiyor hatta bazılarının barınma hakkı bile ellerinden alınıyordu.
Bir insanın sevme hakkı, barınma hakkı, eğitim hakkı, hatta ve hatta yaşama hakkı nasıl bir sebep sunularak elinden alınabilir ki? Sen sahip olduğun fiziksel özelliklere göre hissetmiyorsun! Uzak dur bizden… Bu şekilde mi?
Söyleşiye moderatörlük yapan Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü Toplumsal Cinsiyet ve Medya dersi hocası Doç. Dr. Şahinde Yavuz “aynı dışlamalara sadece LGBT’ler değil kadınlar da maruz kalıyor. Toplumsal cinsiyet rolleri insan hayatı boyunca toplum tarafından şekillendiriliyor ve bu cinsiyet rolleri dışında yaşamamıza imkân verilmiyor” şeklinde açıklamalar getirdi.
Trabzon’da başladığımız mücadele dört sene sonra sonuç verdi ve burada ilk kez “Mor Balık” adında bir LGBT örgütü kuruldu. En yakın arkadaşıma sözümdü. Bayrakları bir gün her yerde özgürce dalgalanacaktı ve bu dalga önce yaşadığımız yerde başlamalıydı. Ailenle arana giremem ama toplumla arana gireceğim ve bu meseleyi çözeceğim dediğimde yüzündeki ışığı unutmadım. Işığın yolumu açtı arkadaşım. Rengârenk dünyana bir renk de ben olayım diye…
LGBT bireyleri anormal değil, farklı değil, hepsi bizden biri. Bu konu üzerine ne kadar yazılırsa yazılsın, ne kadar izlenirse izlensin anlamak ve hak vermek sadece onların yaşamına tanık olmakla mümkün. Eğer LGBT bireyi bir arkadaşınız, bir komşunuz, bir öğrenciniz ya da herhangi bir tanıdığınız varsa onların hayatına dâhil olmaya çalışın. Göreceksiniz…
Etiketler: