22/08/2017 | Yazar: Ayşe Düzkan

bekçisi, ahlak bekçisi, genel ahlakı, namusu falan olmayan bir mahalle mümkün tabii. ama o güne kadar bizi bekçilerden kim, nasıl koruyacak?

türkçe edebiyatta, emekçileri, emekçilerin hayatını soylu ve rezil yanlarıyla en iyi anlatan  yazarlardan biri orhan kemal’dir. onun“bekçi murtaza” adlı eseri, sinemaya da uyarlandı, gerek kitap gerekse film çok sayıda izleyiciye ulaştı. genç kuşaklar aynı ilgili gösteriyor mu, bilmiyorum.

orhan kemal, her iyi yazar gibi, murtaza’yı birbirinden farklı hatta çelişen özellikleriyle -dürüstlüğü, acımasızlığı…- tasvir eder ve okuruna kolayca nefret edeceği ya da seveceği bir kahraman sunmaz. ama eserin ciddi bir otorite eleştirisi olduğuna şüphe yok.

şehit olmanın hayalini kuran murtaza, askerliğin bir biçimi olarak gördüğü bekçiliğe ulaşmaktan mutludur. ancak “kraldan daha kralcı, kuraldan daha kuralcı” davranınca mahalle yerine fabrikaya atanır. acımasız disiplinin gerekli olduğu diğer alana yani. 

ama mahalle de üzerinde durulmaya değer bir kavram bence. buranın, herkesin birbirini sevip kolladığı, kötülere engel olunan, insanın kendini güvende hissettiği yaşam alanı olarak tanımlandığı folklor,  farklı politik saflarda rağbet görüyor. 

steln nadolny’nin “yavaşlığın keşfi” adlı romanının kahramanı john franklin mealen, “şehirde kimse birbirine selam vermiyordu çünkü kimse birbirini tanımıyordu,” der. şehir, insana, kaderinden ve kendisini izleyen, yargılayan gözlerden kaçabileceği fikrini, en azından yanılgısını armağan eder. özgürlüğün ilk adımlarından birini yani.

mahalle ise bu hakkı elinizden alır. onun ahlaki sınırlarını, inanılanlar, yaşanılanlar değil başkalarına karşı savunulması gerekenler belirler. yani ikiyüzlülük mahallenin resmi ideolojisidir. yine mahalle folklorunda, “hastalandığınızda bir tas sıcak çorba getirir” diye tasvir edilen komşularınız o ahlakın gardiyanlarıdır. 

sanırım 1990’lı yılların sonlarında, aynı görüşten olanların “mahalle” olarak tanımlanması adeti de hasıl oldu. sanki kimse her nasılsa düştüğü politik saftan başkasını tanımazmış gibi. fikir tartışmaları, aşağı mahalleden gelen çocuklara karşı kendi mahallenin çocuklarını savunurcasına yapılırmış gibi. ama bence mahalle’nin en isabetli kullanımı “mahalle baskısı” ile mümkün.

malum, adnan menderes, her mahallede bir milyoner yaratmaktan söz etmişti. komşusu aç yatarken tok yatamayacağı varsayılan bu milyonerlerin, bir tür sosyal güvence sağlaması fikrini de beraberinde getiriyordu bu. artık böyle bir şey yok. milyonerlerle aç yatanlar bambaşka mahallelerde yaşıyor, aç yatanlar belki hizmet etmek için bile milyonerlerin mahallelerine ayak basmıyor. ama “elalem ne der” şeklinde özetleyebileceğimiz, baskıcı, taşıyıcısı dahil herkese hayatı zindan eden ideolojinin hüküm sürdüğü çok mahalle var. ama işte bu iktidara yetmemiş çünkü komşunun komşunun külüne muhtaç olmadığı ve bekçiliği yapmadığı mahalleler de oluşuyor yavaş yavaş. onları ne yapacağız?

şubat ayından beri eğitim alan 700 bekçinin 385’i istanbul’da göreve başlamış. gerçekten de İstanbul, bizzat komşuların yaptığı bekçiliğin zaman zaman ve yer yer seyrelebildiği bir şehir olarak bu türden konularda “pilot bölge” olmaya layık.

bu bekçilerin, parkta biraz yakın oturan âşıkları ayırması bekleniyor mesela, o âşıklar aynı cinsiyettense işin ayırmakla kalmayacağını tahmin etmek kolay. ya da yine parkta içki içenleri, transları, sokakta geç vakit el ele gezenleri… hemen biraz ötede evlerin içinde, ailelerindeki kadınları döven, öldüren, onlara tecavüz eden erkekleri görmezden gelecekler, o kadınların, çocukların çığlıklarına kulaklarını kapayacaklar. ve 4 bin lira olduğu söylenen maaşlarının yine bizim vergilerimizle ödenecek.

“silah kullanmaktan çekinmeyin,” teşvikiyle göreve başlatılan bu bekçilerin, “genel ahlak” adı verilen ikiyüzlülüğü korumak ve belki hırsızlıkla mücadele etmekle yetineceğine inanıyor musunuz? hırsız, âşık ve sarhoş kovalamak için silah kullanmaya ihtiyaç olduğuna kim inanabilir? eğitimleri özel harekâtçılar tarafından verilen, isimleri gece kartalları olarak bağışlanan bekçilerin işlevlerini düşünürken aklıma muhtarlara atfedilenler geliyor, ne yalan söyleyeyim.

baskıyı sadece siyasal baskı ya da iktidarın hazzetmediği siyasi görüşlere yönelik baskı olarak tanımlayıp “mahalle baskısı”nı dert etmeyenler vardır. oysa içinden geçtiğimiz rejim değişikliği, tam da o mahalle baskısının devlet eliyle de yürütülmesi anlamına geliyor. bekçisi, ahlak bekçisi, genel ahlakı, namusu falan olmayan bir mahalle mümkün tabii. ama o güne kadar bizi bekçilerden kim, nasıl koruyacak? (Artı Gerçek)

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler:
İstihdam