12/09/2013 | Yazar: Rahmi Öğdül

Yeryüzü güneşin yedi rengine bürünürken, bırakın iktidar kendi külleriyle kaplı, için için yansın.

İktidarın küllerinden kurtulmasını ve bir güneş gibi yanmasını öğrendik Gezi’de, ışıdıkça kendi mekânlarımızı yaratabileceğimizi. Yeryüzü güneşin yedi rengine bürünürken, bırakın iktidar kendi külleriyle kaplı, için için yansın.
 
Yoğun geçen bir yazın ardından İstanbul’dan kaçabildik sonunda ve soluğu Datça’da aldık. Kaçtığımızı sanmıştık ama ne mümkün! Dünya Barış Günü etkinlikleri çerçevesinde Datça Dayanışma Platformu üyeleri insan zinciri oluşturdular ve “Her Yer Taksim, Her Yer Direniş” sloganları eşliğinde merdivenler gökkuşağı renklerine boyandı. İstanbul’dan kaçtığımızı düşündüğümüz an İstanbul’a yakalanmıştık. Direniş her yerdeydi. Gezi Direnişi’nden kaçışın olmadığını ve iktidarın korkularının yersiz olmadığını anladık. En olmadık yerde gezi direnişinin esintisine kapılıveriyor insan. Eski bir laf var, İncil’in Vaiz bölümünde geçiyor: “Güneşin altında yeni bir şey yok” diye. Oysa öyle olmadığını, güneş ışığının bile değiştiğini fark ediyoruz. Artık güneş ışığı Gezi Direnişi’nin prizmasından kırılarak yedi renk halinde dökülüyor yeryüzüne. Tek renkten sıyrılıp rengârenk düşüyor öznelerin, nesnelerin ve merdivenlerin üzerine. O halde İncil’de geçen sözü ön cümleleriyle birlikte bir daha okumak gerekiyor: “Önce ne olduysa yine olacak, önce ne yapıldıysa, yine yapılacak. Güneşin altında yeni bir şey yok.” Kaçış yok, önce ne olduysa yine aynısı olacak. Ne olmuştu peki Gezi Direnişi’nde? Bir prizma olarak, güneşin sarı ışığını yedi renge dönüştürmüştü Gezi. Tüm renkleri bastıran hegemonik sarı ışığı çoğaltarak, içinde sakladığı farkları açığa çıkarmıştı ve tüm farklılıklarıyla yan yana durabiliyor renkler.

Bir de güneş gibi yanmasını öğretti Gezi bize.  “Yanmalı Ama Nasıl?” diye sormuştum bir yazımda, yıldız gibi mi yoksa odun gibi mi? Bir yıldız olarak güneş, içeriden dışarıya doğru yanarak, kendi kudretiyle kendi mekânını oluşturuyor. Burada dışarıdan dayatılan bir sınır yok, sadece güneş ve kudreti var; kendi kudretine bağlı olarak yayıldıkça yayılabiliyor mekânda ve ışıdıkça yaratıyor kendi mekânını. “Sarı Gökyüzü ve Güneş Altında Zeytin Ağaçları” tablosunda Van Gogh, fırça darbeleriyle güneşin kudretini nasıl da duyumsatır bize. Taksim’de de bir güneş gibi kendi kudretimizle ışıyarak çokluğun, yedi rengin mekânını yaratmadık mı? Odun ise yıldızın tam tersi dışarıdan içeriye doğru yanıyor, çok geçmeden küllerle kaplanıyor yüzeyi ve için için yanmayı sürdürüyor. İçimize attığımız, gerçekleştiremediğimiz, bastırılmış arzularımızı temsil ediyor odun ateşi. İçimizde barındırdığımız tüm farklılıklar, güneşin yedi rengi gri küllerle örtülüyor.
 
Yaşamın yedi rengini gri küllerle örtüyor iktidar. Gezi Direnişi’nin hemen ardından direnişin yedi rengini yansıtan duvar yazıları, stensiller gri boya ile örtülmüştü; Fındıklı’da gökkuşağı renklerine boyanmış merdivenler de iktidarın küllerinden kaçamadı. İktidar bizim odun ateşi gibi için için yanarak eylemeyen, kederli varlıklara dönüşmemizi istiyor; yıldız gibi yanmayı başardığımız anlarda ise üzerimize gri küllerini boca ediyor.

Toplumun geleceğini küllerle örtüyor ve toplumun geleceği olan gençliği de. Çevre ve Şehircilik Bakanı bu ülkede mucit çıkamayacağını, olsa olsa ara eleman yetişebileceğini söylediğinde düşünmeyen, yaratmayan, daha doğrusu ışımayan, paranın tanrısına, dolayısıyla iktidara koşulsuz boyun eğen bir gençlik vardı kafasında; mucit olup icat çıkarmayın başımıza, demek istiyor; iktidarın külleriyle kaplanmış, için için yanan bir gençlik. Geçen haftaki konuşmasında başbakan ise gençliğin izinden gidecekleri sıraladıktan sonra ekliyor: “edebi, adabı bilen, ahlakı kendisine azık edinen” bir gençlik. Güneşin Spinozacı etiği yerine, odun ateşinin ahlakını, edebini ve adabını uygun görmüş bize beyefendi. Spinoza’da karşımıza çıkan, etik ile ahlak arasındaki ayrımı görüyoruz, yıldız gibi yanmak ile odun ateşi gibi yanmak arasında.  Etik,  güneş ışığı gibi kendi kudretimizle kendi mekânımızı yaratmaktır; oysa iktidarın ahlakı kudretimizi kısıtlamak, küllerle kaplı bir odun ateşi gibi için için yanan, eylemeyen bir gençlik yaratmak için durmadan yasaklar koyarak işliyor.

İktidarın küllerinden kurtulmasını ve bir güneş gibi yanmasını öğrendik Gezi’de, ışıdıkça kendi mekânlarımızı yaratabileceğimizi. Yeryüzü güneşin yedi rengine bürünürken, bırakın iktidar kendi külleriyle kaplı, için için yansın.

Etiketler:
nefret