01/03/2018 | Yazar: Cemal Akyüz

Film hakkında ipucu vermek istemiyorum ancak gençlik jürisinin verdiği ödül ve genç karakterin filmde homofobik olmayan tek kişi olması o karanlığı yırtan yegane güneş ışınıydı.

Generation yani çocuklar ve gençler için olan bölümdeki Peru yapımı Retablo ( yönetmen: Alvaro Delgado Aparicio L.) filmini izledikten sonra aslında festival benim için bitebilirdi. Teddy Jürisi’nin en beğendikleri LGBTİQ filme verdikleri Teddy ödülüne de aday olan film festivalin sponsoru kozmetik firması L’Oreal ‘in İlk Film Ödülü’nü ve +14 Gençlik Jürisi’nin mansiyon ödülünü kazandı. Konu ayrımcılık ve ötekileştirmekse dünyadaki bütün karanlığı gösteren bu filmde başroldeki sanat dahi insanları aydınlatmaya yetmiyordu. Film hakkında ipucu vermek istemiyorum ancak gençlik jürisinin verdiği ödül ve genç karakterin filmde homofobik olmayan tek kişi olması o karanlığı yırtan yegane güneş ışınıydı.

Gittikçe içi kararan dünya ile filmlerin renk skalası da gri ile siyah arasına sıkışıp kalmış gibiydi. Teddy En İyi Belgesel Ödülü’nü alan “Bixa Travesty” (“Travesti Homo”, Yönetmen: Claudia Priscilla & Kiko Goifman) filminin ana karakteri gender queer, rap şarkıcısı Linn da Quebrada gerek şarkıları gerekse radyo programları ile gender konusunda kinayeli de olsa herkese gereken dersleri veren çok net açıklamalar yapıyordu. Ancak sahneye çıkan film ekibi birdenbire muhafazakarlaşan Brezilya’yı, hareketin ve sanatın maruz kaldığı baskıları anlatarak salonu şaşkına çevirdi.

Retablo

Sinematografisinden dolayı hiç bir yerde pek ödül şansı olmayan Shakedown (Yönetmen: Leilah Weinraub) bence RuPaul Drag Race gibi televizyon şovları gibi biraz kiç, Pembe Hayat Kuirfest’in geçtiğimiz yıllarda gösterdiği 1991 Berlinale Teddy En İyi Belgesel Ödüllü; “Paris is Burning” (“Paris Yanıyor”, Yönetmen:  Jenny Livingston) tadında. Lezbiyen striptizcileri ve onların yeraltı kültürünü 80’lerden alarak anlatan film hem değerli bir arşiv niteliğinde hem de bugün benzeri bir yeraltı kültürünün neden yeşeremeyeceğine de ayna tutuyor.       

Çok sayıda çocuk ve gençlik filmi izledim; kaybolma temasını işleyen “Allons Enfants” (“Haydi Çocuklar”, Yönetmen: Stephane Demoustier); çocukların bence hiç tanımaması gereken hayvanat bahçesinde geçen “My Giraffe” (“Benim Zürafam”, Yönetmen: Barbara Bredero), çiftliklerde geçen ve kesilmeyen, kanı akmayan hayvan görmediğimiz “Ceres” (Yönetmen: Janet van den Brand) gibi filmleri dehşet içersinde, gerilim filmi izler gibi izledim. Yönetmenlerin mazeretleri  “ama bunlar hayatta olan şeyler”di, filmde oynayan çocuklar da biz zaten köy çocuğuyuz bunlara alışığız şeklinde açıkladılar. (Naive or just stupid) Fazla nahif ya da aptal olabilirim ama sanırım ben bu filmleri çocuklara izletmek istemezdim.

"Ayrımcılığa hayır!"

İşsizlik, eğitime ulaşamama, sömürülme dışında başka bir şey anlatan gençlik filmi de görmedim, İzlediğim içinde engelli bir karakter olan tek film “Adam” (Yönetmen: Maria Solrun) hem festivalin en sert filmlerinden biriydi hem de en güçlü karakter oradaydı. Adam’ın her zaman istediğini yapması, sonunda istediklerini imkansız da olsa eğer olabiliyorsa elde etmesi ile biten filmle festivali kapadım. Berlin’de hala güneş vardı,  muhtemelen sadece orada kalmaya yeminli bir güneş.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler:
İstihdam