01/10/2013 | Yazar: Emre Dursun

Yasin Hayal sıradan bir günde evinde oturup televizyonu açtığında mesela, Hrant Dink’in ne kadar ‘Türk düşmanı’ bir insan olduğunu kimden öğrenmiş olabilir?

“Türk” Adalet Sistemi garabetinin en karakteristik örneklerinden biri olan Hrant Dink cinayeti davası ‘yeniden’ başlar başlamaz hep birlikte gördük ki, bu yakada pek “yeni” bir şey yok hâlâ. Hem de hiçbir manada.
 
Fethiye Çetin’in Metis Yayınları’ndan çıkan “Utanç Duyuyorum: Dink Cinayeti’nin Yargısı” adlı kitabında adı geçen Ramazan Dündar diye bir şahıs var. Bu kişi MİT’te “kriptoloji uzmanı” olarak çalıştığını ve Dink’in infaz emrini kriptolu bir yazıyla bu kurumun verdiğini söylüyor; dava AİHM’e taşındığı takdirde gizli tanık olabileceğini de ifade ediyor. Dündar, kriptolu “infaz emrini” Fethiye Çetin’e ulaştırmış ve Kiril Alfabesi’yle “Hrant” isminin yazılı olduğu anlaşılmış ama MİT, söz konusu evrakı reddetmekle kalmıyor, Ramazan Dündar diye birinin kurumlarında hiçbir zaman çalışmadığını da açıklıyor. Dündar “yalan söylüyorsa” benim aklımın alabildiği iki sebebi olabilir bunun: Bu zat ya fazla cesur ya da deli! Bir insanın durup dururken kendini MİT gibi üstün becerileriyle meşhur bir yapılanmanın hedefi haline getirmesi için bu ikisinden biri olması gerekir çünkü. Üstelik bu kişiyle Fethiye Çetin’in bir arkadaşı görüşmüş, evrakı o teslim almış; Çetin de, yüzünü gizlediğini söylediği bir Skype görüşmesinde kendisine konu hakkında bazı sorular yöneltmiş. Ramazan Dündar, bayağı kanlı canlı insan yani, Gaziantep’te dolaşıyor, vesaire. Ama her ne hikmetse MİT’in reddettiği bu şahıstan, ismi ve iddiaları yetkililere ulaştıktan sonra bir daha haber alınamıyor. Eğer korkmadıysa, nevrozu atlattı, aklı başına geldi demek ki! Böyle mi düşünelim? Böyle bir ortamda “müsamere” yeniden başlıyor ki, ne görelim: Erhan Tuncel yok, Yasin Hayal’in söylediğine göre “örgüt yok”, Ergenekon’la ya da en azından Ergenekon Davası’ndan yargılanmış ve mahkûm olmuş kimi isimlerin de Dink Davası’na dâhil edilmesi yönünde en ufak gayret yok, tesis yok, imkân yok. Aynı yerdeyiz.  Hrant da aynı yerde hâlâ, düşmanları da.
 
Dink Ailesi buna “müsamere” demesin de ne desin? Doğru dürüst bir yargı sistemi bulunan hangi ülkenin insanlarını bunun bir “mahkeme” olduğuna ve burada da alçakça bir cinayetin faillerinin ve tüm sorumlularının yargılandığına ikna edebilirsiniz?
 
İddianame bile şöyle neredeyse: Biri evde otururken birinin “Türklüğü aşağılamaktan” yargılandığını duyuyor, buna sebep olan yazıdan kulağına çalınan “Türk kanı-Ermeni kanı” ilişkilendirmesinden işkilleniyor, tam da anlamıyor aslında ama yine de “kanına dokunuyor”, gidip on sekizinden küçük bir çocuğun eline biraz para, silah ve adres tutuşturup Trabzon’dan İstanbul’a postalıyor ve sonra pijamalarını giyip televizyonun karşısına geçiyor, ölüm haberini bekliyor. Her şey bu kadar kolay ve “sorunsuz” bir şekilde halloluyor. “Hain bir Ermeni” ölmüş, bunların da kanı temizlenmiş oluyor. Onlar eriyor muradına, biz gidiyoruz müsameresine!
 
Yasin Hayal’in sıradan bir gününü izlediniz, öyle mi? Bu kez öyle olsun. Bu kez inanalım. Hayal, “örgüt yok” demiş; kendisi milli duyguları kabarık bir kardeşimiz, ölür de yalan söylemez, öyle diyelim. Üç tane delikanlı kendi kendilerine Hrant’ı öldürmeye karar verdi.
 
En çok kimden etkilenmiş olabilirler peki? Yasin Hayal sıradan bir günde evinde oturup televizyonu açtığında mesela, Hrant Dink’in ne kadar “Türk düşmanı” bir insan olduğunu kimden öğrenmiş olabilir? Kendi seçtiği mesleğin gereklerini zerre kadar umursamayıp, bir Türk olarak nefret ettiği tüm “düşmanları” için ayrı ayrı nefret ve linç kampanyaları düzenleyen, ülkenin her yerindeki ırkçıları örgütleyen, mahkeme kapılarında bas bas bağırarak onları hedef gösteren, kelle avına çıkmış üstün bir “hukuk insanı” olan Kemal Kerinçsiz’den olabilir mi? Peki, ne yapıldı Kerinçsiz hakkında? Yediği, içtiği, Ergenekon Davası’ndan aldığı müebbet kendisinin olsun; Hrant Dink hakkında yürüttüğü nefret suçları hakkında bir işlem yapıldı mı? Hadi hukuku geçelim, zaten Türkiye’de hukuk bile geçmiş kendinden de, Kerinçsiz’e “Bak Kemal, biliyorsun Dink Davası’nda örgüt yok ama sen varsın ve hiç de az sayılmazsın! Evindeki gencecik dimağları kışkırtmaya utanmıyor musun, ya bu çocuklar senden ilham alıp yaptılarsa bu işi” diyen bir savcı da mı olmadı? E, olmadı. Olmadığı için bugün bir de Doç. Dr. Mehmet Arıcan var başımızda. Had bildirenler korosunun yeni lideri.
 
En büyük Mehmet, “stratejik” Mehmet
Mehmet Arıcan; davanın “görülmeye” başlanmasıyla ilgili bir açıklama yayınlayarak, “Bundan böyle, bizlerle alay eden devlet mekanizmalarının oyununa alet olmayacak ve cinayet davasının yeniden görülmeye başlanan duruşmalarına katılmayacağız. Daha fazla kirlenmemek adına, yalanın su gibi içildiği, zorbalığın ekmek gibi yendiği; yaşam hakkı, insan hakkı, doğruluk, dürüstlük, hak ve hukukun ayaklar altına alındığı o duruşma salonlarına, artık girmeyeceğiz” beyanında bulunan ve davayı bir “müsamere” olarak niteleyen Dink Ailesi fertlerine “hadsiz” diyen bir ‘tweet’ attı. Gelen tepkiler üzerine bu yazdıklarını sildi ama bu kez de, kullandığı dilin bu ülkede nelere mal olduğunu en az onun kadar bilen, ama bunun sonuçlarını daha fazla umursadıkları, ihtimaller bile canlarını fazlasıyla yaktığı için kendisini eleştirenlere aynı kelimeyle seslendi.
 
Kendisi bir “iç güvenlik uzmanı”ymış. Türkiye’de iç güvenliğin nasıl sağlandığına dair örnekleri hatırlayıp incelediğimizde buna şaşırmıyoruz. Bu minvalde başarılı bir çalışma yürüttüğünü bile söyleyebiliriz hatta. Fakat daha sonradan “gaf” ve “yanlış anlaşılma” olarak nitelediği stratejik hamlelerinden fırsat bulup etrafına daha dikkatli bakarsa, hedef göstermeye doyamayacağı kadar çok insan göreceğini kendisine hatırlatalım. Aslında bunu söylemeye gerek yok, çünkü gördüğü tepkilerin ardından yazdıklarını silmek zorunda kaldı zaten. Yargının eski ve yeni yüzleri nefret suçlarının, hedef göstermelerin her türlüsüne eşit ölçüde olanak tanıyacaksa da; 19 Ocak 2007 günü yarım bırakılan insanların ve dostlarının bir Kerinçsiz pervasızlığına daha sessiz kalmayacaklarını fark etmiş olmalı.
 
Diyelim gerçekten “yanlışlıkla” kullandı bu dili Arıcan, o halde hatırlasın lütfen: Eğer bir strateji değilse, kolay “gafların” kan gölüne çevirdiği bir ülke burası. İşlenmiş hiçbir siyasi cinayetin, hiçbir katliamın ardında örgüt göremeyen, gördüğünü gizleyen, çünkü gizlediğini de bizzat koordine eden devlete karşı canı yanmış insanların birbirlerinden başka hiçbir güvenceleri kalmadı. Madem yanlış anlaşıldı, o zaman kendisini eleştirenler onun kaprislerini çekeceğine Arıcan bir zahmet biraz “hadsizlik” çeksin de, kullandığı dili terk etmesi gerektiğini öğrensin. Saçma sapan “gaflara” ve o “gaflardan” ilham alan hassasların kabaran “milli duygularına” feda edecek canı kalmadı çünkü bu insanların.
 
Arıcan, Twitter hesabında ayrıca Dink Davası’nın Ergenekon’la da birleştirilmesi gerektiğini savunan açıklamalar yapıyor ve bir kişiye cevaben, “Dink Ailesi avukatlarının davayı yanlış yönettiklerini” de söylüyor. Peki, neden Yasin Hayal’in “Orhan Pamuk akıllı olsun” tehditlerini çağrıştıran söylemlerini terk edip; Fethiye Çetin’in, Ergenekon Davası savcısı Zekeriya Öz’e verdiği ve Öz’ün de “ajandasına kaydettiği” bilgilerin akıbetini sorgulamıyor? Haddimi aşmayacaksam sorayım: Mağdurdan evvel mağrurla empati kurmaya fena halde meyyal olduğundan mı acaba? 

Etiketler:
nefret