29/04/2014 | Yazar: Selçuk Candansayar

Erdoğan’ın bu ülkeye bir katkısı olacaksa o da dinin dünyevi alandaki gücünün silinmesinin öncüsü olması olacak.

Erdoğan’ın bu ülkeye bir katkısı olacaksa o da dinin dünyevi alandaki gücünün silinmesinin öncüsü olması olacak.
 
Kadim zamanlardan bu yana örnekleri olsa da, Erdoğan nezdinde AKP dönemi Türkiye için ahlak ve değer ilkelerinin içinin boşaltılıp sahteleştirilmesinin şahikası olarak tarihe geçecek.
 
Tam da 1 Mayıs için Taksim’i kapamaya çabalarken, aynı anda ‘Türkiye Devleti’nin en büyük tabusu, Ermeni meselesinde hiç beklenmedik, umulmadık bir açıklama yapabilme becerisi.
 
Üstelik 1 Mayıs’ın Taksimde kutlanıp, anılmasının kendi dönemlerinde ve kendi demokrasi anlayışları gereğince gerçekleştirilmesiyle böbürlenmesinin üzerinden üç yıl bile geçmeden.
 
Erdoğan, hedefine ulaşmak için tutarlılık endişesi taşımadan her şeyi, kurumu, kişiyi, tarihi, olayı kendi çıkarı için kullanmaktan kaçınmama halinin sembolü olmuş durumda.

2010 yılında Anayasa değişikliği sürecinde demokrasicilik oyunu için Taksim’i 1 Mayıs’a açmak kullanışlı bir hamleydi, ‘açtı’. Şimdi Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde ‘batı’da hasar gören imajı onarmak ve yükselen diktatörlük tartışmalarının önünü kesmenin en kullanışlı hamlesi Ermenilerden özür dilermiş gibi yapmak mı, onu da ‘yaptı’.
 
İnternette basit bir arama ile Erdoğan’ın LGBT bireylerin haklarının da savunucusu olacağı vaatlerini sıraladığı konuşmalarını bulmak mümkün. Ama Ankara’da Hopa protestolarında polis şiddetine maruz kalan Dilşat Aktaş için, dili titremeden ‘kadın mıdır kız mıdır’ diye küfreden de o.
 
Erdoğan için kendi bekası dışında hiç bir şeyin önemi yok. Tarih, olaylar, kurumlar, mekânlar, tabular, mitler herhangi bir anlamı olmayan her zaman birbirine zıt değerleri temsil edebilecek şekilde ‘kullanılabilecek’ araçlar.
 
Erdoğan için ona koşulsuzca tabi olanların da bir değeri yok. Her an, daha ilk ters düşmede bir daha geri dönememek üzere tekme tokat atılabilirler. Onun için insanların anlamı kendisine olan bağlılık ve yarar ölçütünden aldıkları puan kadar. Bu da geçici bir puan. Ne insanlar, ne değerler onun gözünde kalıcı olamıyorlar. Bu gün göklere çıkan, yarın yerin dibine itilebilir. Üstelik bu değişimden de kendisi sorumlu olur.
 
Erdoğan’ın ‘katı olan her şeyi buharlaştırdığı’, kullandığı hiç bir şeyin hakikiliğini koruyamadığı ve hiç bir şeyin kalıcı olamadığı; yalnızca kendisinin hep haklı, hep doğru, hep güçlü olduğu bir sistem oluşmuş durumda.
 
Bu hali bir despotun katı yönetimi, çıkar gruplarının mafyatik ortaklığı, medya gücüyle kitlelerin uyutulması gibi dinamiklerle açıklamak yeterli değil.
 
Erdoğan’ın tohumlarını ekip hasada geçtiği, haksızlığın kurumlaştığı bir baskı rejimi değil, haksızlığın bir hak olarak değerli hale gelmesi. Önemli olanın bir adalet uzlaşması değil adaletsiz olmanın daha değerli olarak kodlanmaya başlanması.
 
Çok basit olarak yalan söylemek kötüdür kalıbı yerine yalan söylemek iyidir, kalıbı yerleşiyor. Haksızlık yaparsan bedel ödersin yerine haksızlık yapman sana yarıyorsa haksızlık yapabilirsin anlayışı içselleştiriliyor.
 
İlk bakışta bir paradoks var gibi; çünkü bu anlayışı yerleştirenlerin en belirleyici özellikleri ‘din’ referanslı olmaları. Ama paradoks gibi görünen aslında ‘din’in etkisinin, gücünün azalmasıyla ilgili. Din, gündelik hayatı yaşayan karakterin kurucu özelliği olma gücünü yitiriyor. Yerine henüz dünya- insan merkezli bir değer sistemi gelişemediğinden bu ‘suç cenneti’ hali ortaya çıkıyor.
 
Bir ülke, toplum vicdanından bu kadar vazgeçemez. Kendisini bir arada tutacak ortak bir ahlak, vicdan, değer ölçütü olmadan uzun süre ayakta kalamaz.
 
Erdoğan’ın bu ülkeye bir katkısı olacaksa o da dinin dünyevi alandaki gücünün silinmesinin öncüsü olması olacak. Hayatını din üzerinden kurduğu iddiasındaki biri için trajik bir durum. Ama sekülerleşme tam da bu değil mi?

Etiketler:
İstihdam