23/01/2014 | Yazar: Hüner Aydın

Homofobik entelektüele Jean Genet diyorsun, ibneymiş, diyor; Sappho diyorsun, lez diyorlar, diyor.

Kimine argo kimineyse lubunca bir sözcük olan “lubunya”nın hakkını onur yürüyüşlerinde, cinayet haberlerinde aramayı akıl ettiğimiz günlerde bu yazıyı yazmak içimi kemiriyor. İnsan haklarını “mermer binalar içindeki kudretliler”den sıyırıp “sıradan kadın, sıradan çocuk ve sıradan erkek”lere ulaştırmaya çalışanların, sıradan LGBT’lerin (lezbiyen, gey, biseksüel, trans) hak bekleme kuyruğundaki göz ardı edilen hali canlarını sıkıyor mu? LGBT’ler bu can sıkkınlığını, haklı öfkesini renklere buladıkça mı canları sıkılıyor yalnız? Peter Curman “herhangi bir öğretmenin eğiteceği/ilkokul çocuğu değildir öfke!” derken memleketimizin bin yıllık öfkelerine hayran olduğumuz o güzel insanları o güzel atlara binip gidiyorlar. Şunu sorguluyorum, biz meydanlarda, öfkenin ortasında rengarenk durup umuda göz kırpan LGBT’lerin hakkını neden veremiyoruz? Biz: mahallenin çocukları. Mutsuzluktan bahsediyorumdur belki, dikey ve yatay mutsuzluktan. Fakat umutsuzluktan asla bahsetmiyorum.
 
Cezayir’de Kadın Olmak kitabında Elizabeth Schemla, ülkesindeki özgürlükçü söylemleri nedeniyle FIS (İslami Selamet Cephesi) tarafından ölüme mahkum edilen aktivist Halide Mesudi’ye FIS’in Yüreğinde Yatan Şey, Cinsellik bölümünde şöyle bir soru yöneltiyor:
 
“Kadınlarla ilgili saptamalarını daima kutsal metne gönderme yaparak haklı kılmaya çalışıyorlar. Sence İslam böyle bir yoruma izin veriyor mu?”
 
Soruda “kadınlar”ın yerine dini gerekçelerle kenara itilmesi mümkün kılınmış tüm ikincilerin ve üçüncülerin getirilebildiğini öngörerek bu kısma yer veriyorum.
 
Halide Mesudi, “Yobazlar bütün davranış ve sözlerini peşinen İslam’la gerekçelendirir ve meşrulaştırmaya çalışırlar. Ancak ben, hangisi olursa olsun, hiçbir dini metnin yorumuna ilişkin talimatları kendi içinde taşıdığını sanmıyorum. Dini metin, onu politik, sosyal hırslarına ve psikolojik yapılarına uygun olarak yorumlayan insanların okudukları şeydir. (…)” diyor ve bunun sadece bir bahane olduğunu ekliyor. Bunun üzerine Schemla “Eğer İslam, düşündüğün gibi sadece bir bahaneyse o zaman sence bu saplantının ardında yatan ne?” sorusunu sorduğundaysa “Cinsellik. Yobazlar, bütün totaliter hareketlerde olduğu gibi toplum üzerinde mutlak bir denetim kurmak istiyorlar ve bunun her şeyden önce kadınların cinselliğinin denetlenmesinden geçtiğini çok iyi kavramış durumdalar. Bildiğin gibi Akdeniz ataerkilliği böyle bir denetimi çok kolaylaştırmaktadır. Ayrıca, bütün saflık yanlıları gibi, demokrasinin ayrılmaz parçası olan farklılıktan nefret ediyor ve farklı olanı ezmek istiyorlar. (…) insanları kendi etraflarında toplamak ve harekete geçirmek için ihtiyaç duydukları ötekiyi, farklıyı cisimleştiriyorlar” cevabını veriyor. Dediğim gibi, kadın vurgusu bu söyleşinin teması olduğu kadar bu yazının da yerine uygun kelimeler getirilebilir kavramı. Velhasıl kadının cinselliğinin denetlenmesine son zamanlarda hiç de yabancı değiliz. Halide Mesudi’nin Cezayir’de verdiği mücadele şundan da bahsediyor, otoriteye güçsüz gözüken kadın kısmısı denetim altına alınmak hususunda, çıkarlar doğrultusunda ciddiye alınıyor; fakat bunun dışında yok sayılıyor, dışlanıyor.
 
Cinsellik FIS’in yüreğinde yattığı kadar bu ülkede, cinselliği çağrıştırıcı bir şey mevzu bahis edilince suspus olup yutkunanların da yüreğinde yatıyor. Örneğin, hükümetten söz açıp yaptığı işleri görüyor musunvari bir konuşmayla şevklenen yahut BDP’yi kendi kafasına göre etiketleyen/kodlayan insana BDP’nin “ibne”lerin hakkını savunduğundan bahsedince suspus. Anlayacağı dil dediğimiz bir dilde konuşmaya başlayıp üslubu yerle bir edince, “bugün kendine ben erkeğim diyen adam ibneleri kolay kolay savunmuyor” gibi çirkin bir cümle sarf edince suspus. Bu suspuslukta aklından ne geçiyor? İki erkeğin bir yatakta çıplak olmasındansa iki kadının bir yatakta çıplak olmasını mı yeğliyor yoksa? Bu sapık ruh halleri çoğulculuk ilkesiyle normalleşirken karşımdaki suspusluk bana neden aldım verdim ben seni yendim dedirtsin? Ete indirgenen ne varsa sevgiden uzak duruyor. Neyin zaferini kazanıyorum? Hem, ne zaferi bu?
 
Homofobik entelektüele Jean Genet diyorsun, ibneymiş, diyor; Sappho diyorsun, lez diyorlar, diyor. Bu insanları çirkinleşmeden, burun kıvırmadan konuşamayacak mıyız? Arkadaş Z. Özger’in devrimciliği amenna, eşcinselliği tu kaka: “O konuyu açmayalım” Geçen gün “aramızda gey müziği dinleyenler var” gibi bir cümleye rastladım. Gey müziği? Nasıl bir müzik gerçekten haberdar değilim, öyle böyle bir müzik mi?
 
Hak için meydanlarda boy gösteren “öteki”nin erkekliğinden usanmıyor musunuz? BDP’nin Kürt halkının hakkını aramak, savunmak dışında öteki sahasını topyekun bir mücadele olarak sırtladığına dikkat etmemiş hetero’lardan da mı usanmıyorsunuz? Bahsettiğim öteki, boy gösterdiği meydanda amiyane tabirle cenge giderken aynı meydanda dalgalanan LGBT bayrağından daha çok anlaşılmak gayesi güden, tavrından sloganlarına kadar ruhu umuda değen pek az şey vardır. Erkekliğe bok sürdürmemek adına kendi ötekiliği için hak savunuculuğu yapan homofobiğin mücadelesinde yerim neresidir benim? Hak için dilleri dönerken tabularını da peşinde sürükleyen kimselerin kardeşliğini reddediyorum. Anayasadan hak talep ederken mahalleden o hakkı alamamayı sorgulamam biraz da bundan kaynaklanıyor.
 
Neval El Seddavi, Sıfır Noktasındaki Kadın adlı kitabında, 1947 yılında Mısır’da homoseksüelliğe hâkim olan bakışı "Bu eski bir kötülüktür. İngilizce’de ’homosexuality’ derler, h-o-m-o-… diye hecelenir. Ama bu sevgi değildir" cümleleriyle özetlemesinden de yola çıkabiliriz. Ama nasıl bu sevgi değildir? FIS’in yüreğinde yatan şeyden bahsettim, bununla ilişkilendirirsek karman çorman ettiğim bunca şey netleşecek. Sahi değişiyor değil mi? Değişecek. Mayhoş tadı değişmeyen bir şeyle bitirmek gerekirse; Şemsi Belli’nin kaleminden, Selda Bağcan’ın sesinden:
 
“Ankara’da anayasso/ Ellerinden öpiy Hasso/ Yap bize de iltimasso/ Bu işim mümkini yoh mi?” 

Etiketler:
nefret