30/05/2012 | Yazar: Yasemin Öz

Feminist hareketin hangi feminist siyaseti yapan kanadından bahsettiğimiz önemli. Aynı şekilde LGBT hareket de tek parça değil.

Feminist hareketin hangi feminist siyaseti yapan kanadından bahsettiğimiz önemli. Aynı şekilde LGBT hareket de tek parça değil. Bu yüzden bu söyleşide hem feminist mücadele hem de LGBT mücadelesi açısından daha radikal siyaset yürüten örgütlenmelerin perspektifinden konuşacağım. Tüm feminist ve LGBT siyasetleri aktarabilmem mümkün değil. Ben kendi deneyimim üzerinden aktarım yapmaya çalışacağım.
 
Altı çizilmesi gereken önemli bir nokta da şu; milliyetçi eşcinseller de var, ulusalcı eşcinseller de. “Sen niye Kürtlerle ilgili siyaset yapıyorsun, sen yalnızca benim haklarımı savunacaksın” diyen eşcinsellerle de karşılaşıyoruz. Feministler bu tip bir LGBT hareketi ile nasıl yan yana gelsin de siyaset yapsın? LGBT siyaseti çok bütünlüklü bir siyaset bana göre. Her türlü şiddet ve ayrımcılığa karşı çıkmadığın sürece mücadelenin imkânsız olduğunu, o mekanizmanın ayrımcılığın ve dışlanmanın her türlüsünü ürettiği ve gelip yine seni vuracağını anlatmaya çalıştığında bazı LGBT’lere hikâye gibi geliyor. O yüzden hangi feminist hareketle hangi LGBT hareket yan yana gelecek sorusu çok önemli.
 
Feminizm ve LGBT hareketini patriyarkal sistemle mücadelede ortaklaştıran temel konular şiddetle ve ayrımcılıkla mücadele
Kuşkusuz feminist hareket de LGBT hareketi de, dünyanın her yerinde ataerkilliğe karşı bir mücadele vermek zorunda. Ataerkil sistem, erkeklerin yalnızca kadınlar üzerine kurduğu bir iktidar değil, erkek dışındaki her şey üzerine kurduğu bir iktidardır. LGBT’leri de kadınlaştırarak yani erkek olmadığı için dışlayan, erkekliğin ayrıcalığından yararlandırmayı kabul etmediği için ve erkek olarak algılamadığı için dışlayan bir siyaset içeriyor. Ortaklaşan noktalara; sosyal haklar konusunda baktığımızda, ailenin kuruluşu, özel mülkiyetin aktarılmasından başlayıp gündelik hayatımızda 7 gün 24 saat ataerkillik üzerinden yaşadığımız pek çok şiddet deneyimi, aslında hem kadınların hem de LGBT’lerin deneyimi. Patriarkal düzende ezilme üzerine sonsuz örnek verilebilir. Namus cinayetlerine maruz kalma, şiddete maruz kalma açısından, kadınlar ve LGBT’ler hemen hemen eşit durumda çünkü şiddet gösterenler çoğu zaman aynı nedenlerle motive oluyor. Kadın cinselliğini denetleyen namus, ahlak dediğimiz mekanizmalar LGBT bireylerin cinselliğini ahlak dışı ilan ederek yok sayıyor. Ataerkillik bize yalnızca heteroseksüel ilişkinin meşru ve kabul edilebilir olduğunu, ahlaklı olduğunu söylüyor. Hatta daha dar bir çerçevede ele alıyor cinselliği, evlilik dışı heteroseksüel cinsel ilişkiye yönelik de bir namus ve cinsellik denetimi mevcut. Dolayısıyla namus dediğimiz şey ucu çok açık, sınırsız bir kavram. Nerede, ne şekilde, hangi kıyafeti giyerek kiminle beraber olduğunuz, kimin evinize girip kimin giremeyeceği gibi örneklerle çoğaltılabilecek bütün hayatın denetlenmesi üzerinden işliyor. İster heteroseksüel ister LGBT olalım cinsellik üzerinden toplumsal denetlenmenin aslında cinsellikle sınırlı kalmayıp kişilerin davranış biçimleri, sosyal çevrelerine kadar uzayıp giden bir denetleme mekanizması olduğunu görürüz. Şiddet görmek ve ayrımcılığa uğramak anlamında ortaklaştığımız pek çok nokta var. Türkiye’nin pek çok yerinde kadınlar üzerinde korkunç bir denetleme mekanizması var. Öte yandan heteroseksüel olduğu varsayılan kadınların en azından toplumsal yaşamda, sokağa çıkmada, iş bulmada LGBT’ler kadar ağır insan hakları ihlallerine uğramadığını düşünüyorum. Kadınlar göreceli olarak iş hayatına, kamusal yaşama daha çok kabul edilmeye başladılar ama açık bir eşcinsel, açık bir transseksüel iş hayatında, eğitim hayatında, hatta sağlığa erişimde, pek çok alanda aynı serbestiyi paylaşmıyor.
 
Heteronormativite ile mücadelede feminist hareket nerede duruyor?
Feministler, heteronormativiteye karşı mücadelede LGBT hareketten veya kendi içlerindeki LGBT bireylerden yükselen talepler olmadıkça almadıkça nerede ne kadar söz söylüyor sorusu önemli. Ben günümüzde feminist hareketin bu konuda etkin bir mücadele yürüttüğünü düşünmüyorum. Görece çok daha iyi durumdayız, birbirimizin sözlerini duyduk, birbirimizin derdini, taleplerini biliyoruz. İçinde LGBT bireylerin, örgütlerin de bulunduğu Anayasa Kadın Platformu diye bir oluşum var, Anayasa Kadın Platformu diyor ki; LGBT bireyler inisiyatif kullanmasa da biz anayasadaki eşitlik maddesine, cinsel yönelimin ibaresinin eklenmesini istiyoruz. Fakat bu talep kendiliğinden oluşmadı, LGBT’ler 2001 yılından beri bunu söylüyordu ardından feministler bunu duydu, benimsedi, doğru buldu ve şimdi dillendiriyor. Fakat bundan 10 yıl öncesinde feministler aynı şeyi söyleyerek ortaya çıkmadı, Cinsel yönelim bizim için asli bir konudur, bunu anayasaya ekleyin demedi. Burada harekete geçiren hep LGBT hareketin motivasyonu oldu. Feminizmin içindeki heteronormativiteye karşı çıkışların LGBT hareketin mücadelesi ve güçlenmesi sonucunda kendi sözünü kurması ile harekete geçtiğini düşünüyorum.
Burada geçmiş tarihe biraz bakabiliriz. Feminist hareket Türkiye’de ne zamandır var? Osmanlı’dan beri Türkiye’de bir kadın hareketi var. Devlet tarafından sürekli engellenen, hapishane ve tımarhanelerle cezalandırılan bir kadın hareketi var. Kadınlar gerçekten çok ciddi mücadeleler vererek bugünkü noktaya ulaştı. Bize tarih derslerinde öğretildiği gibi Mustafa Kemal’in bahşettiği haklarla değil, kadınların yükselttiği hatta tam da Mustafa Kemal’in bizzat kendi döneminde yaptığı engellemelere rağmen bugünlere gelindi. Bu kadın hareketi, feminist hareket olarak 1980’lerin başında kıvılcımlanıp bir araya gelmeye çalışıyor. Bizim bildiğimiz en eski bir araya gelme,1980’lerin başında darbe sonrası dönemde oldu; feminist hareket, çevreci hareket, eşcinsel hareket; hepsi darbe sonrası yeni toplumsal hareketler olarak kendilerine alan açtılar. Darbe sonrası dönem siyaset yapma açısından çok zor bir dönemdi, siyasi yasaklar var, örgütlenemiyorsunuz, pek çok insan hapse girdi veya sürgüne gönderildi. 80 sonrasında büyük darbe alan sol hareketin içinde feministler de vardı, LGBT’ler de, çevreciler de. Bu dönem daha otonom olarak hareket eden gruplar için belki araç oldu. Onlar sol siyaset içinde hem birbirleriyle tanıştılar hem de sol siyasetin yasak olduğu bir dönemde devlet açısından “tehlikeli olmayan” siyasetler yaptıkları için engellenmediler. Sol siyasetin içinde kendilerine yeterince yer bulamayan yeni toplumsal hareketler, darbeden sonra kendilerini daha çok var edebildikleri toplumsal hareketlere evrildiler bence.
 
Feministlerin gerçekleştirdiği en büyük çıkışı 1987’de yapılan Yoğurtçu Parkı’ndaki dayağa karşı mitingdi. Bu miting 80 sonrasında yapılan ilk miting bildiğim kadarıyla. Aynı dönem 1987’lerde İbrahim Eren’lerin İzmir’de Yeşiller Partisi içinde LGBT örgütlenmesini oluşturmaları ve LGBT komisyonu kurarak bu konuda politik arenada, sosyalleşmenin dışında bir şeyler yapalım dedikleri bir dönemdir bildiğim kadarıyla. Bu yazılan bir tarih değil, kuşaktan kuşağa aktarılarak oluşturulan bir tarih. Bildiğimiz örgütlü ilk LGBT çıkışı 1990’ların başında Lambda ve Ankara’da Kaos GL’nin oluşumu ile başlamıştır. Feminist hareketin heteronormativiteyi sorgulaması, Türkiye’de örgütlü bir LGBT hareketinin ortaya çıkışı ile eş zamanlı olarak gerçekleşti. Feminist hareket sesini daha önce duyuruyor, LGBT hareket peşinden geliyor. Bu tarihten önce var olan feminist hareketler kendi aralarında eşcinsellik üzerine tartıştıklarını söylüyorlar ama biz bu konuda siyaset yapalım, LGBT’lerin haklarını savunalım diye özel bir çalışma yürütülmemiş. LGBT’ler politik söz kurmaya başladığında, feministler de bu konuda harekete geçiyor.
 
Cinsiyetçilik, homofobi, transfobinin temelinde yatan patriyarkaya karşı feminizm ve LGBT hareketinin mücadele araçları nelerdir?
Patriyarkaya karşı bizim mücadele araçlarımız bizim kişisel hayatlarımızı ilgilendiren bir sorun. Ben kendi kişisel hayatımda ne kadar az ataerkil ilişki kurulmasına izin verir, kendi alanımı ne kadar genişletebilirsem bu patriyarkaya karşı bir direniş olacaktır ama kişiler üzerinden yapılan siyaset çok bireyci bir siyaset olacaktır ve bir sonuca götürmeyecektir. Herkesin kişisel hayatındaki ataerkil direniş ne kadar kolektifleştirilirse o kadar sonuç alınacağını düşünüyorum. Feministler ve LGBT’ler barışçıl siyaset yapıyorlar. Barışçıl siyaset çeşitli kanallarla olur. Feministler de LGBT’ler de yasal hak mücadelesi kanalını kullanıyor. Ben bir anarşist olarak devlet yapısının, aygıtının kendisine karşı çıktığım halde ve bir hukukçu olmama rağmen hukukun yaşam organizasyonunda büyük bir zulüm olduğunu düşünüyor olmama rağmen, yine de belki liberal denebilecek bu yöntemi, hak arama yöntemini tercih ediyorum çünkü barışçıl siyaset yapma kanallarım çok dar.
 
Kadınlar da LGBT’ler de bu yasal hak mücadelesi alanını çok kullanıyorlar. Öte yandan LGBT’ler bu hak mücadelesinde bu kadar diretiyorlar da bugüne kadar en küçük bir yasal değişiklik oldu mu? Olmadı ama umuyoruz, en azından bunu bir hak olarak çiziyoruz, anayasa değişsin istiyoruz, ayrımcılık yasası çıkarılsın istiyoruz. Nefret yasası çıkarılsın istiyoruz. Bu mücadele alanını ortak olarak kullanıyoruz. Kendimizi kamusal alanda daha fazla var etmek, kendi medya kanallarımızı açmak, toplumda daha çok kesime ulaşabilmek. Bu protest halimizde, sokaklara dökülme halimizde, konferanslar düzenleme halimizde, kitap basma halimizde kullandığımız mücadele araçları daha çok kamusal alanda biz varız, bunu söylüyoruz, biz bunu istiyoruz demek için. Genel anlamda ortak mücadele yöntemlerini bu anlamda kullanıyoruz.
 
Nasıl bir cinsel özgürlük?
Her iki hareketin de ayrılmaz parçası olan cinsel özgürlük ideali, feminizmi LGBT mücadelesinde doğal müttefik haline getirmeye yeter mi sorusu çok tartışmalı. Nasıl bir cinsel özgürlük sorusu, önemli bir soru. Liberal siyaset farklı bir yerden ele alıyor, radikal siyaset farklı bir yerden. Cinsel özgürlüğün kapsamı da bölgeler arasında büyük değişiklikler gösterebiliyor. Mesela, Kuzey Avrupa ve Batı Amerika’daki deneyimlere baktığımızda, şu anda daha gettolaşmış, yasal olarak bazı haklar elde ettiği için rahatlamış, siyasi olarak ne yapacağını bilemeyen daha liberal bir LGBT hareketi görüyoruz. Onların pornografisinden tutun da mahallesine kadar, sinemasına kadar, her şeyi LGBT’lerin olan, gettolaşmış bir yaşam biçimleri var. Buradaki liberal cinsel özgürlük talebi; “benim istediğimle sevişme hakkım olsun, bu da bana yeter” diyen bir talep. “Ben eşcinsel evlilik istiyorum; o da onaylansın, tamam”. Oysaki Kuzey Avrupa ve Batı Amerika’daki aktivistlerin deneyiminden de öğrendiğimiz kadarıyla, bu cinsel özgürlük aslında günümüzde hiçbir yerde tam anlamıyla kazanılmış bir şey değil. Bir takım olanaklara erişme şansının olmasını cinsel özgürlük olarak tarif edersek bile; -bu durumda istediğin kişiyle sevişme talebi- dünyanın hiçbir yerinde bu özgürlüğün henüz hiç kimse için kurulmadığını düşünüyorum. Örneğin LGBT’lerin her türlü yasal hakkının olduğu ülkelerde bile gündelik yaşamda, sokakta homofobi ve transfobi var. LGBT’lerin ve kadınların gettolaştırılmadığı, pornografikleştirilmediği, nesneleştirilmediği, etiketlenmediği bir cinsel özgürlük alanı hiçbir ülkenin tamamında yok. Belki belirli kesimlerde belirli insanlar bu hayatı yaşıyor olabilirler ama cinselliğin metalaştırılarak, nesneleştirilerek, işaretlenerek çizildiği bir yerde özgürlükten bahsedemeyiz. Cinsel özgürlüğe nereden, kimin açısından bakıyoruz, bu soru önemli, birileri kendi alanlarında görece özgürlüklerini kazanmış olabilir ama birileri hala cinsellik üzerinden ikincilleştiriliyorsa o hakiki bir özgürlük değildir, sadece birilerinin bazı olanaklara ve serbestilere kavuşmasıdır.
 
Cinsel özgürlük mücadelesi feministlerle LGBT’leri müttefik kılmaya yetecek bir konu değil, çünkü farklı feminizmlerin ve farklı LGBT politikalarının da birbirlerine ters düşen tartışmaları var. Mesela fuhuşa karşı olmak bazı feminizmler için vazgeçilmez bir ilke. LGBT’lerse siyaset yaparken seks işçiliğinin tanınmasını savunurlar. Bu ikisi birbiriyle yan yana gelemeyecek talepler. Türkiye’de de bu tartışmalar yürüyor, bir kısım feministler biz fuhuşa karşıyken, siz böyle bir talebi savunmamızı istiyorsunuz, diyor. LGBT’ler de burada bir dışlama mekanizmasının olduğunu söylüyor. Her ikisi de kendi içerisinde bir takım doğruları ve argümanları olan siyasetler. Ama doğru yerde duruyor olmamız sorunu çözmüyor. Sonuçta bu birbirine iki uç siyasetin de, mevcut meseleye dair herkese en az zarar verecek bir çözüm üretmesi lazım. Bu anlamda cinsel özgürlük idealinin bizi bir araya getirmeye yetmeyeceğini düşünüyorum. Özellikle Kuzey Avrupa ve Batı Amerika’daki ana akım LGBT hareketlerin kapitalist ve ataerkil sisteme entegre olarak, LGBT endüstrisi yaratarak geldikleri noktaya baktığımda tehlikeli de görüyorum. Cinsel özgürlük adına gideceğimiz uç nokta ve hedefler kapitalist/liberal sistemin yeniden üretilmesi, bir başkasının sömürülmesi ve ezilmesi üzerine kurulan bir refah düzeniyse, ben böyle bir cinsel özgürlüğü istemiyorum, aslında bunu cinsel özgürlük olarak tanımlamıyorum. Bu yüzden cinsel özgürlük mücadelesi feministlerle LGBT’leri müttefik kılmaya yeter mi sorusunu cevaplamak için bu iki hareketin cinsel özgürlüğü nereden kurduklarına bakmak gerekir.
 
Yasemin Öz’le söyleşi: Feminizm ve LGBT Mücadelesinde Dün Bugün ve Yarın
Yasemin Öz, SPoD söyleşileri kapsamında Nisan ayında feminizm ve LGBT hareketi üzerine konuştu.

Etiketler:
İstihdam