12/12/2011 | Yazar: Gülistan Aydoğdu

Bugünlerde Ankara’nın Abidinpaşa semtini geçip Tuzluçayır bölgesine girildiğinde havada hoş bir karanfil kokusu sizi karşılıyor.

Bugünlerde Ankara’nın Abidinpaşa semtini geçip Tuzluçayır bölgesine girildiğinde havada hoş bir karanfil kokusu sizi karşılıyor.
Üç aylardan biri olarak sayılan Muharrem ayı, Anadolu Alevileri için Muhamedin Hazreti Ali’den olma torunları Hasan ve Hüseyin’in Yezit tarafından Kerbela’da katledildiği ay, yas ayıdır.
Farklı başlama tarihleri olsa da Öldürülen 12 kişi için 12 gün oruç tutulur.
İlkokula başladığım yıllardaydı. Kartaltepe İlkokulu’ndaydım. Hem sınıfımızda hem de kirada oturduğumuz evin karşısındaki evleriyle mahalle komşumuz olan bir erkek arkadaş bana bir gün “Siz Alevi misiniz?” diye biraz da aşağılayarak ve kınayarak sormuştu.
Ben Aleviliğin ne demek olduğunu bilmiyordum. Bu konular biz çocukların yanında konuşulmaktan çekinilirdi. Korkuyorlardı sanırım. Deşifre olmaktan. Yıllarca bu korkuyla yaşamışlardı.
Koşarak anneme gidip sormuştum. “Biz Alevi miyiz?” diye. Korkuyla karışık bakışını hatırlıyorum.
Daha sonra da bu tür sorular işte, okulda, başka yerlerde de devam etti.
Aleviyim derseniz ve sizi yakından tanıyorlarsa sizi ayrı bir yere koyduklarını gösteren,(sanki iyi niyetliymiş gibi) arkasından da “Aaa sen bilmiyorsun birde Kızılbaşlar var onlar çok beter Anne, bacı bilmezler mum söndü yapıyorlarmış” diye devam ederler. Ve bu önyargılar ve safsatalar nedeniyle ne diyeceğini bilemez susmakla saçını başını yolmak arsındaki duygu gelgitlerini yaşarsın.
Bu hikâyeyi yıllar sonra Umberto Eko’nun “Gülün Adı” adlı romanında Ortodoksların, ayrılan Protestanlar için söylediklerini okumuştum.
Yetmişli yıllardaki sol hareketlerin yükselişi döneminde bu tür sorularla pek fazla karşılaşmamakla birlikte devletin dini inancı Sünnilik olunca politikaları nedeniyle politikacılar da bu anlayışı beseleyen ve destekleyen söylemleri her daim kullandılar.
Susurluk kazası olarak tarihe geçen trafik kazasını hatırlasınız. Milletvekili Sedat Bucak, solcuları öldürmek ve katliamlara katılmaktan sanık, Kırmızı bültenle aranan katil Abdullah Çatlı ve sevgilisi, Emniyet Müdürü Hüseyin Kocadağ. Birlikte yolculuk yaptıkları araba kaza yapınca bu karmaşık durumun açığa çıkarılmasını isteyen insanlar “Demokrasi İçin Bir Dakika Karanlık” eylemi düzenlemişlerdi. Işık söndürme eylemi için zamanın devlet bakanı Necmettin Erbakan “Mum söndü oynuyorlar” demişti. Daha yakın zamanda da Güner Ümit, Mehmet Ali Erbil ve diğer sunucuların TV ekranlarında sürekli bunu dillendirerek Alevileri aşağılamaları da üzücüydü.
Konuyu fazla dağıtmadan Karanfil kokusuna döneyim. Tuzluçayır ve Nato Yolu olarak bilinen bölge Sivas, Çorum, Yozgat, Kars’tan gelen Alevi vatandaşların oluşturduğu bölgedir. Eski Adı “Küçük Moskova”dır. Bu nedenle Melih Gökçek tarafından sürekli cezalandırılır. Asla belediye hizmetlerinden yararlanamaz.
Bu ay Muharrem ayı. Her evde aşure pişiriliyor. Bunun dışında bölgede çokça bulunan köy dernekleri, siyasi partiler, halkevi, demokratik kitle örgütleri toplu Aşure pişirip halka dağıtırlar. Son yılların en rağbet gören etkinliğiydi. Bu Aşure günlerinde deyişler okunur, semahlar dönülür.
Aşure yapılırken dualar, duazimamlar okunur. İçindekiler, yarma, nohut, fasulye, şeker ve su ile birlikte on iki çeşit olmak zorundaymış. Şekerin çok bol olmadığı zamanlarda, yani çocukluğumda pekmez daha çok olduğu için pekmez katılırdı. O zamanlarda köyde rahat rahat yaparlardı ama kentlerde korka korka yaptıklarını hatırlıyorum. Hatta dağıtırken de çok temkinli olurlardı ki başlarına bir iş gelmesin. Yani uzun yıllar büyük bir gizlilik içinde devam etti bu seremoni. Köyde insanlar bellerinde kaşıklarla o evden başka bir eve geçip bütün gün Aşure yerlerdi. Adı şimdiki gibi Aşure tatlısı değil. Aşure aşı idi. Aşure yapanlara Alevi damgasını da vurmaktan çekinmezlerdi.
Artık bunun böyle olmadığını da öğrendik. Aşurenin içine kuruyemiş, üzüm, elma, fıstık, kuru üzüm, fındık, ceviz gibi yiyeceklerin yanı sıra bir de baharat katılır. Annem belli belirsiz karabiber de katardı ısrarla. Şimdi çok hatırlayamıyor bu yüzden kurtuldum o tattan. Ama karanfil olmazsa olmaz hani. Tarçında çok hoş koku verir ama ille de karanfil olacak.
Bu gün annem Aşure aşı yaptı. En az yedi eve vermek zorunda. Ama bütün mahalleye dağıttı. Bir de misafirler aldı eve. Ne kadar çok insana nasip olursa o kadar kutsanıyormuş.
Aynı zamanda başka bir akrabamız. Komşumuz. Ve hemen karşıdaki düğün salonunda da bir parti aşure dağıtıyor bu gün. Bunlar benim bildiklerim hem veriyoruz hem alıyoruz yani.
Tuzluçayır’dan bu yana inanılmaz bir trafik vardı. Yol almak sırayla oluyordu. İlk başta anlayamadım. Daha sonra arabaların içinde kadınların ellerindeki kova ve kapaklı kapları görünce birden hatırladım Aşure yemek, dağıtmak, almak için mahalle kendi içinde devinip duruyordu.
Yani anlayacağınız üzere havada mis gibi bir karanfil kokusu var. Ankara’nın kirli havasını bir anlık da olsa değiştiriyor. Yakında AKP ve “mum söndü oynuyorlar” diyen partiler ve devlet bu işe sahip çıkarsa ve bu yarışa girerlerse hiç şaşırmayacağım. Sonunda “Nevruz bayramı” gibi buna da el atarak değersileştirecekler sanırım…

Etiketler:
İstihdam