03/11/2011 | Yazar: Can Başkent

Osman Evcan sekiz yıldır vegan yani hayvansal kökenli hiç bir yiyecek tüketmiyor. Kırıkkale F Tipi Cezaevi’nde kendisine uygun yemek verilmemesi üzerine bir kampanya başlattık. Bireyle yiyecek arasındaki doğal ilişkiyi iktidara bırakmak niyetinde değiliz. Bu kampanya, sebzeyle aramıza girenlere karşı bir direniştir.

Yaklaşık iki ay önce, elimize Kırıkkale F Tipi Cezaevi’nden bir mektup geçti. Osman Evcan, mektubunda sekiz yıldır katı-vejetaryen (yani, vegan: hayvansal kökenli hiç bir yiyeceği yemeyen) olduğunu söylüyor ve bir hükümlü olarak cezaevinde kendisine uygun yemek verilmemesi nedeniyle yaşadığı sıkıntıları anlatıyordu. Sağlıklı, temiz ve besleyici vegan yemek yiyememesi, kendi yemeğini pişirmesine izin verilmemesi gibi sorunlar bize hayati göründü. Dahası, bir vegan olarak, ben de elbette, derinden etkilendim ve sarsıldım.
 
Derhal bir kampanya başlattık. Kampanyamıza da "Osman’a Vegan Yemek!" adını verdik. İmza ve destek mesajları toplamaya başladık internet üzerinden. Bir ayda üç yüzü aşkın imza topladık, onlarca destek mesajı aldık. Bu imzaları ve mesajları, hem Osman’a, hem de cezaevine ilettik, iletmeye de devam ediyoruz.
 
Bu yazıyı yazma nedenim, "Osman’a Vegan Yemek!" kampanyasının iki önemli özelliğini anlatmak. Öncelikle, bu kampanya, Türkiye’de, ana akım mecrada başarılı olan ilk vegan kampanyadır. İkinci olarak, kampanyamız, politik arenada aşina olduğumuz diğer F Tipi Cezaevi mücadelelerden oldukça farklıdır. Şimdi kısaca açıklayayım bu iki noktayı.
 
Politik bir vegan hareketin Türkiye’de gelişmesinin ve ilgi görmesinin zorlukları açık. ’Hayvanseverlerin’ dahi et yediği, inanılmaz derecede vegan-dostu olan Osmanlı ve Akdeniz mutfaklarının tüm zenginliğine rağmen lokantalarda ve sofralarda bir iki meze dışında vegan yiyecek bulamadığınız bir toplumda, bir veganın, hele hele vegan bir tutsağın istek ve çağrılarına yanıt alabileceğimizi ummamıştık.
 
Bu kampanya, bu minvalde, vegan bir insanın yemek hakkını elde edebilmesi için Türkiye’de düzenlenen ilk kampanyadır. Bizim çabalarımıza yakın tutsak dayanışma kampanyaları, bildiğimiz kadarıyla, genellikle tıbbi yardım ya da ilaçların verilmesi gibi tıbbi zorunluluklara yoğunlaşmıştır. Ancak, vegan olmak, tıbbi bir zorunluluk değildir. Dolayısıyla, cezaevinde vegan olmak, bir seçimdir, hem de oldukça zor bir seçimdir. Haliyle, ilk bakışta çoğu insan için, bu ’seçim’ politik bir empati yaratmayabilir.
 
Kampanyanın başlarında ’Eğer hayvani mamül yemiyorsa, bedelini de ödeyecektir’ diyen zihniyetin daha baskın olacağını düşünüyorduk karamsar bir şekilde. Bu kampanyayla, bu kısır döngüyü kırdığımızı hissediyoruz. Zira, her şeyden önce, kampanyamıza destek veren, imza veren bir çok kişi vejetaryen ya da vegan değil. Bunu önemli buluyoruz.
 
Kampanyamızın ikinci önemli özelliği, odağımızın politik olmamasıdır. Kampanyanın başlarında bir çok gazeteci Osman’ın neden cezaevinde olduğunu sordu bize. Açıkçası bu sorunun yanıtını bilmiyorduk. Daha da önemlisi, Osman’ın suçu hiç umurumuzda değildi. Kimi dostlar daha da ileri gittiler - acaba Osman işlediği çok vahşi bir suç nedeniyle cezaevindeyse, yine de desteğimizi hak ediyor muydu? Bu soruya, tereddütsüz ’evet’ yanıtını verdik.
 
Kampanyamız, Osman’ın suçuna ya da politik motivasyonuna hiç yoğunlaşmadı. Zira, ne olursa olsun, kayıtsız şartsız, her insanın vegan gıdaya ulaşma hakkı olduğuna inandık. Amacımız, Osman’a af talep etmek değil. Osman’ın yeniden yargılanması ya da cezasının azaltılması gibi herhangi bir hukuki ya da politik talebimiz yok. Sadece, Osman’a vegan yemek verilsin dedik.
 
Kampanyamızın ilk etkileyici başarısı milletvekili Melda Onur’un Osman’ın durumuyla ilgilenmesi oldu. Cezaevi koşullarına dair verdiği yazılı soru önergesinde Onur, Osman’ın durumunu da Adalet Bakanı’na sordu. Böylece ’vegan’ sözcüğü ilk defa TBMM kayıtlarına girmiş oldu (27 Eylül 2011). Sonrasında, Melda Onur üşenmedi ve Kırıkkale’ye giderek Osman’la görüştü. Yanında getirdiği yiyecekleri Osman’a iletmeye çalıştı, ancak cezaevi idaresi buna izin vermedi. Yasakmış.
 
Kampanyamız bize bir kaç şey öğretti. Her ne kadar, biz kendimizi başarı elde eden ilk vegan kampanya olarak adlandırsak da, aslında Türkiye’deki politik vegan hareketin tarihi 1990’lara kadar gidiyor. (Bilhassa, yaklaşan kurban bayramı nedeniyle, kurban karşıtı kampanyaları da hatırlatalım.) Öğrendiğimiz ikinci şey de, açık ve net bir hedefe sahip olmamızın ve politik itişmelerden uzakta durmakta direnmemizin kampanyamızı güçlendirmiş olmasıdır. Tek hedefimiz var: Osman’a vegan yemek verilmesi. Bu hedefimizi bütünüyle gerçekleştirmeden durmayacağız.
 
Kampanyamızın kimi doğal genişlemelerini bekliyoruz. Örneğin, kışlalarda, okullarda, kampüslerde, yemekhanelerde, yurtlarda vegan yemek seçeneğinin olması için çalışmak bu doğal genişlemelerden bir kaçı. Diğer bir ifadeyle, bireyle yiyecek arasındaki doğal ilişkiyi iktidara bırakmak niyetinde değiliz. Bu kampanya, sebzeyle aramıza girenlere karşı bir direniştir.

Etiketler:
nefret