21/01/2014 | Yazar: Esra Güleç

Sizler aranızda var olmak isteyen farklı bedenleri görmezden gelirken aslında kuir kavramıyla uzaktan yakından alakanız da kalmamış oluyordu.

Hepimiz birbirinden farklı farklı kimliklere sahibizdir. Toplumsal yapı sonucu oluşmuş belli kalıplar üzerimize kimlik diye giydirilir. Bizler de bu kimliklerimiz üzerinden hayat politikası geliştiririz. Cinsiyetlerimiz, ırklarımız, inançlarımız, dillerimiz, fiziksel ve zihinsel farklılıklarımız, yönelimlerimiz vb. bir çok yanımız bize kimlikleştirilerek yaşam sınırları halinde sunulur ve dayatılır.
 
Oysa bize sorulmamıştır; ırk, din, dil, cinsiyet gibi tanımlamalarla mutlu olup olmayacağımız. Daha doğduğumuz andan itibaren hepsi bizim adımıza belirlenmiştir. Penis ya da vajinanın varlığına göre cinsiyetimiz belirlenir. Doğduğumuz devlet sınırları içindeki ırksal güç kimin elindeyse o ırka ait olmalıyızdır. Eğer o asil geni değil de “aşağılık” bir geni taşıyorsak devletin sınırları içerisindeki anlayışa göre, biz kenarda köşede sürekli dışlanarak yaşamaya mahkum edilmişizdir en başından.
 
Sonra kimi sevip sevmeyeceğimizi hep onlar belirler. Çünkü soyun devamlılığı anlayışını benimsemişlerdir ve bizden yalnızca ürememiz için sevişmemizi beklerler. Hemcinsimizi sevemez, hemcinsimizle sevişemeyiz. Çünkü yasak olması gereken bir histir bu. Çünkü onlar zevkin yalnızca heteroseksüel bir ilişki biçimiyle gerçekleşebileceğini de savunmuşlardır.
 
Ve fiziksel ya da zihinsel bir farklılığımız mı tespit edildi. İşte o an yine yeni bir kimliksel tanımlama oluşturulur bizim için.
 
Bedenimiz normalin dışındaysa eğer, biz hayattan onlar kadar zevk alamayız ve biz aslında eksik ve eziğiz demektir. Bacaklar kollar olmadan yaşayamayız çünkü. Çünkü farklı teknikler farklı güçler geliştirmek diye bir şey söz konusu bile değildir onlara göre.
 
Gözümüz kulağımız algılamıyorsa eğer, kesinlikle bizimle iletişim dahi kuramayacaklarını düşünürler. Çünkü biz eksik bir yaratığızdır. Cinsiyetimizin cinsel yönelimimizin inancımızın fikirlerimizin de hiçbir önemi kalmaz o an. Görünmez biri oluruz bir anda. 
Oysa biz, bize dayatılan kalıpların dışına çıkmak için mücadele vermişizdir yaşamımız boyunca. Toplumun istediği standart engelli tanımlamasını reddedip kendimiz olabilmenin mücadelesini vermişizdir.
 
Üstelik herkesten daha çok ispatlamak zorunda kalmışızdır kendimizi. Neler yapabildiğimizi, ne kadar güçlü olabildiğimizi filan... Çünkü bizim güçsüz olmamız gibi bir ihtimal olamaz. Çünkü zaten topluma tanıtılan şey budur.
 
Fiziksel farklılığımızdan dolayı güçsüz, eksik ve zayıfızdır. Toplum bunu hep böyle bilmiştir. Hatta bizim gibi olanların bir çoğu da normaller tarafından bu dayatmaya marus kalarak kendilerini böyle kabullenmişler ve suskunluklarıyla kendilerini savunmaya çalışmışlardır.
 
Ve siz bizim gibi farklı kimliğinden dolayı ötekileştirilen arkadaşlarım:
 
Evet belki de bu güne dek içimdeki öfkemi hiç bu derece dışa yansıtmamıştım. Evet belki de hiç bu kadar kızgın olmamıştım.
 
Belki de tam aksine aslında hep kızgındım da siz bunu bilmiyordunuz. Çünkü sizin beni kırdığınız kadar ben sizi kırmak istemiyordum. Hayatı yalnızca belli kalıplar içerisinde yaşadığınızın farkında bile değildiniz. Mesela bedeninin dört dörtlük olduğuna inanan sizler, kulaklarınızla da duvarların gölgelerini hissedebileceğinizi bilmiyordunuz.
 
Çünkü kendinizi varolana alıştırmıştınız.
 
Çünkü elleriniz dışında başka hiçbir şekilde bir şeyleri tutabileceğinizi düşünmemiştiniz bu güne dek. Ya da zeka seviyenizin hep övünülecek bir şey olduğunu sanarak beğenmediğiniz herkesi geri zekalı olarak aşağılamak sizin için övünülecek bir şey oldu hep.
 
Oysa zekanın da tıpkı cinsellik gibi farklı varoluş biçimleri olabileceğini düşünememiştiniz hiçbir zaman. Evet tıpkı hayvanların da kendinizin yemesi için dünyaya getirilmiş canlılar olduğuna inandığınız gibi aslında. Zayıf olan vurulup yenilmeliydi size göre.
 
Ve tıpkı heteroseksüellerin size hemcinslerinizi sevemeyeceğinizi söyleyerek tek tip bir zihniyeti dayatması gibi. Bedeni ve zihni erkek olanlar, kadına da yaptılar bunu penisi yok dediler ve bir erkek kadar zevk alamaz zannettiler cinsellikten ve bir erkek kadar güçlü olamaz zannettiler yarattıkları o nefret dolu cinayet dolu savaşlarında.
 
Oysa kadınlar onların aldıkları zevkin 10 katını belki 100 katını alıyordu doyasıya yaşayabildikleri cinselliklerinden. Ve onların güçsüz zannettikleri kadınlar, savaşlarda erkekleri yerle bir ederken onlar korktular ve tarihin bir kara lekesi gibi gösterdiler amazon kadınlarını. Sırf erkekleri yendikleri ve onlara karşı verdikleri mücadelede haklı çıktıkları için.
 
Sizler yalnızca kendi ezilen dışlanan yanınızı fark ettiniz. Sizler yalnızca kendinizi farkedebildiğiniz için dünyada hala güzel olamadı. Sizler birleşmek sözcüğünü sadece sahte sloganlarınızda dile getirebildiniz aslında. Mücadele ettiğiniz alana dair yalnızca sokaklarda slogan atıyor olmanız beni mücadelenizden soğuttu aslında.
 
Bedenlerimizin farklı yanlarını keşfedemeden, bedenlerimiz üzerinden farklı bakış açıları geliştiremeden kendinize kuir dediniz. Oysa kuir yalnızca LGBT (lezbiyen, gey, biseksüel ve trans) demek değildi. Sizler aranızda varolmak isteyen farklı bedenleri görmezden gelirken aslında kuir kavramıyla uzaktan yakından alakanızda kalmamış oluyordu.
 
Mesela ben: ne zaman bir LGBT partisine katılsam kenarda bir köşede arkadaşlarımın eğlenmelerini bekleyerek geçiyordu zaman. Belki bir tesadüf olur da kafa dengi bir arkadaşımla gelme şansım olursa bu biraz olsun değişebiliyordu.
 
Ya da bir ayrımcılık karşıtı atölyede görmezden gelinebiliyordum. Ya da bir eylemde yürümek istediğimde koluna girip yürüyebileceğim bir insan bulamayabiliyordum. Çünkü insanlar benimle uğraşmak istemeyebiliyordu.
 
Oysa ben haklarımız falan olduğunu zannedip bunun için mücadele vermenin gerekliliğini savunup duruyordum. Sonra eski sevgilimle konuşuyordum tıpkı benim gibi olan toplum tarafından engelli ve eşcinsel diye tanımlanıp üzerine kimlik giydirilen eski sevgilimle ve ona haklıymışsın hiçbir şeye katılmamakla deyip savaşı kaybediyordum. Çünkü o bana aldın mı ağzının payını dercesine “bak beni anladın mı şimdi benim nasıl canım yanıyordu o etkinliklerde o partilerde” diyordu.
 
Ve ben kendime korumalı alan olarak dıştan görünen yanimdan dolayı eksik diye kabul edilen sizin tanımlamanızla engelli arkadaş grubumuzun yanına gidip onlarla zaman geçirmeye başlıyordum.
Ve burada da homofobik ve transfobik söylemlere maruz kalabiliyordum.
 
Evet onlara sakatlar, körler, sağırlar arasında da ibneler dönmeler olabileceğini hatırlattığımda “noluyo lan” şaşkınlığı yaşatabiliyordum. Evet aslında onlar arasında kendimi belli bir sürede olsa güçlü ve mutlu hissedebiliyordum. Yalnız olmadığımı hissedebiliyordum. Hepimiz birbirimizi gideceğimiz yerlere bırakıyorduk mesela.
Birbirimizi gerçekten ama gerçekten yalnız bırakmıyorduk. O hep bahsi geçen bir aradalığımızı belki diğer ötekileştirilen kimliklere göre daha çok koruyabiliyorduk ve bu da bizi daha güçlü kılıyordu.
 
Peki ya şimdi? Şimdi ne olacak?
 
Böylesine sorunlu bir döngüden nasıl kurtulacağız? Birbirimize karşı farkındalıklarımızı nasıl geliştireceğiz? Algılarımızın daha güçlü olması için ne yapabiliriz? Kimliklerimizden nasıl sıyrılabiliriz? Ve nasıl hem daha özgür, hem daha eşit olabileceğimiz bir dünyayı kurabiliriz? Bu soruların cevaplarını bulmak sizce zor olur mu? Bu soruların cevaplarını biliyor muyuz? Biliyorsak bu sorulara vereceğimiz cevapları ne kadar gerçekleştirebilme şansımız olur?
 
Her şey ne kadar da karmaşık ve yorucu aslında değil mi? Ya da bizi hayalimizden ne kadar uzaklaştırmışlar böyle?
 
Aslında yapılabilme olasılığı çok kolay olabilecek şeyleri bile yapamayacağımıza inandırılmışız. Hep birlikte güçlü olamaz mıyız dersiniz? Buna benzer daha kaç soru sorabilirim bilemiyorum. Aslında bütün soruların cevabınında bu yazıda gizli olduğu gerçeğini belirtmem gerekiyor.
 
Hatta en açık ve net cevabı yazımın başlığıyla verdiğimi düşünüyorum.

Ama belki bu sorular bir kişiyi dahi olsa harekete geçirmeye yetebilir umuduyla bu yazıyı burada bırakıyorum. 


Etiketler:
nefret