16/02/2012 | Yazar: Rahmi Öğdül

Sermayenin yoksulların farklı beden parçalarından özenle dikip şekil vermeye çalıştığı şekilsiz canavar artık sokakları, meydanları doldurmaya başlayınca iktidarın korkulu rüyası haline geldi.

Sermayenin yoksulların farklı beden parçalarından özenle dikip şekil vermeye çalıştığı şekilsiz canavar artık sokakları, meydanları doldurmaya başlayınca iktidarın korkulu rüyası haline geldi
 
Sokaklarda, meydanlarda bir heyula geziniyor. Farklı beden parçalarından, yoksulların, dışlanmışların, ötekileştirilmişlerin bedenlerinden oluşmuş şekilsiz bir canavar otoritenin doğal düzenini tehdit ediyor.“‘Şeytan’  diye haykırdım, ‘bana yaklaşmaya nasıl cüret ediyorsun? Defol buradan seni aşağılık böcek!’” Beyoğlu’nda 25 kuruşa bira içen lümpen kitleyle, bu şekilsiz heyula ile karşılaştığında, her ne kadar haykırmaya cüret edemese de Hasan Bülent Kahraman’ın kafasından geçenler bunlar olabilir pekala; belediyenin lümpen kitleyi “çok zarif bir çalımla” Beyoğlu’ndan dışarı sürmesi karşısında duyduğu sevinçten bunu çıkarabiliyoruz. Oysa yukarıdaki cümleler Mary Shelley’in Frankenstein adlı yapıtında geçiyor. Kendi yarattığı canavarla yolda karşılaşan Frankenstein’ın tepkisi. Sermayenin yoksulların farklı beden parçalarından özenle dikip şekil vermeye çalıştığı bu şekilsiz canavar artık sokakları, meydanları doldurmaya başlayınca iktidarın korkulu rüyası haline geldi. Canavarı bir an önce kentin dışına, TOKİ bloklarına tıkmak, göz önünden uzaklaştırmak gerekiyor; iktidar bakışı yoksulluğun, lümpenliğin şekilsizliğine tahammül edemiyor.

Frankenstein 1931Monstruo terör 

Lümpen (proletarya) sözcüğü  çoğu kez tüm yoksulları damgalamak için kullanılmıştır. Yoksullara yönelik bu hor görmenin altında, yoksulları sanayi öncesi toplumsal biçimlerin bir kalıntısı, bir çeşit tarihsel süprüntü olarak görme eğilimi yatıyor. Bu şekilsiz süprüntüyü  hijyenik kentin sokaklarından atma hamlesi karşısında yazarımız sözcükleri arasında sessiz sevinç çığlıkları atabiliyor. Zira yoksullar, lümpenler tehlikelidir; ahlaki ve toplumsal açıdan tehdit oluşturan, üretken olmayan toplumsal parazitlerdir.  Bir heyula gibi her yerde her an karşımıza çıkabilirler.

BEDENLERDE YARATILMIŞ CANAVAR
Her ikisi de kolektif ve yapma bir yaratık oldukları için Frankenstein ile proletarya arasında analoji kuruyor Franco Moretti,  “Korkunun Diyalektiği” başlıklı denemesinde (bkz Mucizevi Göstergeler, Metis).  “Proletarya gibi bu canavara da bir isim ve bireysellik reva görülmez. O Frankenstein canavarıdır; bütünüyle yaratıcısına aittir.” Tıpkı yaratıcısının adıyla anılan Frankenstein gibi, proletarya da örneğin Ford işçisi olarak anılabiliyor. Kapitalizmin gelişmesiyle birlikte feodal ilişkilerin çözülmesiyle suça, yoksulluğa ve ölüme sürüklenenlerin, yani yoksulların beden parçalarından yaratılmıştır canavar. Frankenstein, yoksulların beden parçalarını dikip birleştirir ve sonunda onlara can verir. Ama canavar gözlerini açtığı anda yaratıcısı dehşetle irkilir. Artık yarattığı bu canavar kâbusu haline gelecektir. Burjuva kendi mezar kazıcısını yaratmıştır.

Frankenstein ile canavar arasında ikircikli, diyalektik bir ilişki kuruyor Moretti denemesinde. Marx’ın sermaye ile ücretli emek arasında gördüğü ilişkinin aynısıdır bu. Marx’ın dediği gibi “sermayenin varlığı için ücretli emek, ücretli emeğin varlığı için sermaye şarttır. Bunlar karşılıklı olarak birbirinin varlığını koşullandırır… sermaye ile ücretli emek tek bir ilişkinin iki veçhesinden ibarettir.” Ancak Frankenstein ya da sermaye, kendi yarattığı şey karşısında korkuya kapılıp, hemen öldürmek ister onu; kendinden daha güçlü ve artık hep ensesinde olacak bir yaratığa can verdiğini fark etmiştir çünkü. Canavar yaratıcısıyla yolda karşılaştığında şöyle der: “ve sen yaratıcım, ancak birimizin yok olmasıyla çözülecek bağlarla bağlı olduğun yaratığından, benden nefret ediyorsun, beni reddediyorsun, beni öldürmek istiyorsun.”

Kendi yarattığı yoksulları  kentin dışına sürerek toplumsal olarak ölüme mahkûm etmeye çalışan sermayenin tutumuyla, Frankenstein’ın yaratığına karşı tutumu örtüşüyor. İktidar, her ne kadar biyopolitik uygulamalarla baskı altında tutmaya çalışsa da yarattığı bu iblisler ırkının çoğalma ihtimali karşısında korkuya kapılıyor: “Bir iblisler ırkı yeryüzüne yayılacak ve insan soyu için artık var olmak demek, her an tehdit altında ve korku içinde yaşamak demek olacak”. 1818 tarihli kitabında Mary Shelley canavarı, yani proletaryayı iblisler ırkı olarak tasvir ederken, onu içgüdüsel, ilksel bir nefretin nesnesi haline getiriyordu aynı zamanda. Aynı nefreti Hasan Bülent Kahraman gibilerinin düşüncelerinde de görüyoruz.

Proletaryanın, lümpenlerin, yoksulların, ötekilerin bedenlerinden oluşan iblisler ırkı, iktidarın saf ve soylu bedenini tehdit ediyor. Bir çokluk olarak canavarın şekilsiz bedeninin artık çılgınca hareket ederek, iktidarın çizdiği yurtlardan, kodlardan, sabit niteliklerden kaçarak sınırları ve haritayı ihlal edeceğini biliyoruz. Deleuze’ün dediği gibi, “tanrıların sabit nitelikleri ve işlevleri, yurtları ve kodları vardır: yollarla, sınırlarla ve harita çıkarmayla ilgilidirler. İblislerin yaptığı ise aralıklar boyunca ve bir aralıktan diğerine sıçramaktır.” Kendi yarattığı canavarın soluğunu artık her an her yerde ensesinde hissedecek iktidar.

Etiketler:
nefret