07/01/2010 | Yazar: Emre Korlu

Aslına bakarsanız hayatımızın her döneminde içselleştirildik…

Aslına bakarsanız hayatımızın her döneminde içselleştirildik…

Yani bu şöyle bir döngüydü; kendini anlamlandırmaya çalışıyorsun anlıyorsun ve öğrenemeden ben'liğine empati duymaya başlıyorsun. Çünkü dışarısı otorite sahibi, kendi bildiklerinden şaşmayan ve önüne yanlışları da alıp süpüren bir Heteroseksizm bataklığı. İlerisi mi? İlerisi diye bir şey yok..

Bir eşcinsel orayı göremeyecek kadar o kadar bastırılıyor ki, seni kabul etmiyoruz diyen bu bataklığa boyun eğip, kendi baskısını kendisi oluşturmaya başlıyor içerisinde. Senin eşcinsel deyişin bile ona ağır gelmeye yetecek kadar. Peki ya ne demeliyim heteroseksüel mi? Aslında durum öyle bir hal alıyor ki o bu ithamı kabul edecek kadar içsel korkularının kurbanı olmuş oluyor.
İnsanın olmadığı biri gibi davranması... Eşcinsel olduğu halde toplumun dayatmaları ile karşı cinsiyle evlenmek zorunda bırakılan iyi bir eş iyi bir baba ama kostüm giyinmiş bir zavallı olmaktan ileri gidememiş, bir insan silueti. Gerçekten bize kalan sadece bu oluyor. İçselleştirilmiş homofobinin içerisinde hapis olmaya başladık mı bizleri bekleyen karartılmış gelecek bu işte. Ve bu yüzden çoğumuz o karanlığın içinde yaşayarak vakti gelince maskesini çıkarmak istese bile çıkaramıyor.

Ben eşcinsel değilim olamam
diye kendine telkinler uygulamaya başlıyor. İç bunalımları; depresyon halleri, yaşama karşı isteksizlik, günahkârlık korkusu ve öfke gibi durumlardan sonra beklenmemesi gereken ama bazen de kaçınılmaz son olan, intihar gerçekleşmiş oluyor.

"Ben bir banyoda son vermek istemiştim hayatıma… Peki, sen nerede ve ne zaman istemiştin bunu…"

Aslında hikâyelerimiz farklı ama çoğumuzun geldiği nokta aynı. Her birimiz birer içselleştirilmiş homofobi kurbanıyız.
 
Böyle olmasını istemeyen ama heteroseksizm tarafından zorlanılan, elimize kendi bıçaklarımızı tutuşturup, bedenimize saplamamızı bekleyen vahşi bir düşünce anlayışıyla baş başayız. Artık alışıldık metotlar içimizde o kadar yer ediyordu ki, bataklığa daha az batmış olanlar boğulanları hayretle izliyor.
 
Bu durumun kaynakları araştırılmalı diye bir saçmalığı önümüze koyduğumuzda, araştırılacak tek olgunun vicdan olduğunu anlıyoruz. Sonra vazgeçiyoruz Tanrı aşkına hangi vicdan bir insanı ölüme iter ve yokluğa sürükler ki... Herkes içimde bu duyguyu taşıyorum diye övünürken olumluluk ve olumsuzluk hallerini unutur. Nasıl yani ünlem her yerde aynı görevde mi kullanılır ki vicdan kullanılsın… Bu kadar basit midir? Beni içselleştirilmiş homofobiye doğru iten, aynı anda kendi homofobisine nasıl alet eder...

Bırakın herkes kendi içselliğini yaşasın, ama fobi dayatması olmadan. Sen kendini karşı cinsinle daha iyi hissediyorsan o da hemcinsiyle bu hazzı yaşasın. Çok mu zor ya da çok mu kolay bilinmez ama hayat herkesin eline konulan bir şanssa, kimse de buna karışamaz.

En büyük baskı nedir biliyor musunuz? Tanrının adını cümlenin başına koymak. Anal sekse de Kurandan bir alıntı alarak açıklama yapmak… Aslında bunun bir açıklaması var. Sen orayı tek bir amaçla kullanıyor olabilirsin ama ben iki amaçla kullanıyorum. Bunu anlayamadan bedenlerimize sahip çıkmayı hedef edinmiş bir heteroseksizm anlayışı dur durak bilmeden yorulmadan ilerliyor. Bırakın yahu bedenlerimize bize...

Bana önceleri olan bir durumu sizlerle paylaşıp bol "içsel baskı"lı yazıma iki noktayı koymak istiyorum
 
Arkadaş grubu ya da akrabalar arası iletişim...Genelde eşcinsellik konusu "ne top adam" diye başlayan konuşmalar... Mutlaka herkes homofobiktir... Sonra konuya dahil olmaya başlarsın. Daha bir önceki gün seks yaptığın adamı unutup, öyle bir kaptırırsın ki kendini o konuşmaya, bunun farkına bile varamazsın. İçin aslında sinirsel savaşındadır ama sen kaptırmışlığınla son cümleyi koyarsın... "sahi ya ;ne top adam.."

Ne diyeyim; içselleştirilmiş homofobi'nin çamurundan kurtulmak ümidiyle. Yüreklerinize çok iyi bakın…
 

Etiketler:
nefret