03/12/2010 | Yazar: Erkan Altay

Özellikle eşcinsel hareket içinde yer alan kişiler bilirler ki, eşcinsel harekete, eşcinsel varoluşuna en büyük darbeyi vuran, eşcinsellerin kendi içinde yaşadığı, si

Özellikle eşcinsel hareket içinde yer alan kişiler bilirler ki, eşcinsel harekete, eşcinsel varoluşuna en büyük darbeyi vuran, eşcinsellerin kendi içinde yaşadığı, sistem tarafından onlara dayatılan “içselleştirilmiş homofobidir”. Bu homofobi çeşidi, bizzat eşcinsel bireylerin, kendisine ve kendi gibilere duyduğu nefreti, ezikliği ‘normal’ kabul etmesi olarak tanımlayabileceğimiz bir tanıma denk gelir.
 
4 DUVAR FAŞİZMİ
 
Örneklerden yola çıkarsak, bu kişi toplum tarafından eşcinsellerin ötekileştirilmesini, ‘uç’sallaştırılmasını, itilip kakılmasını, kimliğini ortaya koymadan yaşamasını, koyduğu zaman şiddet görmesini ve ötelenmesini normal karşılayan zihniyetin tezahürüdür. Mesela bu tip eşcinsel kişi, ‘Bence eşcinseller kimliğini kesinlikle kimse ile paylaşmamalı, toplumun istediği gibi bir hayat sürmeli. Höyhöyhöy!’ diyebilir ve bunu büyük bir gururla ve onurla söyleyerek kendi kimliğini yok saymanın verdiği toplumsal desteği de arkasına almanın ‘sözde’ gururu ile koltukları kabararak, bunu belirtebilir. Ona göre bunlar ‘normaldir’ Olması gereken budur!.. Eşcinsel arkadaşı olmaması, olanların da onun gibi ‘4 duvar’ faşizmini kanıksaması, ‘normaldir.’ ‘Hasta’ nitelemesi kabul edilebilirdir. Sosyal hayatı rol yaparak geçebilir.. Ne de olsa bu tezleri ‘destekleyenler’ de vardır.. Halbuki bu savları öne sürenlerin politik ve maddi rant peşinde koştuğunu kakofoni arasında görmek mümkün olmamıştır...
 
‘Büyük Plan’
 
Bu kişiler sistemin kendilerine yönelik ‘kirli bilgi akışı’nın kurbanı olmak ile birlikte, özellikle siyasal dinci, ataerkil çevrelerin de istediği ve şimdiye kadar oldukça başarılı oldukları bir yarışın ortasında kalmışlardır.. Örneğin bir eşcinselin küçüklüğünden beri aldığı nefret enformasyonu ile birlikte özellikle transfobik olması beklenebilir. Çünkü transeksüel bireyler genelde fiziksel özellikleri nedeni ile cinsiyet kimliği açısından görünür olurlar. Bu yüzden nefret, onların etrafındaki insanlara da ‘akabileceği’ için, birçok eşcinsel birey -ne yazık ki– transfobik, hatta feminen düşmanı pozisyonlarda yer almaktadır. Örnekleri sayısız olan eşcinsel arkadaş bulma sitesinde de görebileceğimiz gibi, inanılmaz bir ‘kadınsı gey’ - ‘erkeksi gey’ gruplaşması oluşmuş ve bu açıdan eşcinsel kitle içinde birbirini hedef alan, nefret duyan, kesimler oluşmuştur. Bana göre  bunun nedenlerinden biri, toplumun dayattığı 4 duvar denkleminin kırılmasının yarattığı çatışmalardan korkan bireyin, savunma mekanizması gibi de görünmekte.. Bunun aynı zamanda ne kadar ironik bir durum olduğunu da söylemeye gerek var mı acaba?
 
İlk bakışta şaşırtıcı gelse de, işte bu yüzden eşcinsellerin politik bir güç olarak yeteri kadar etkili olamaması sonucu bence önümüzde durmakta... Birçok eşcinsel birçok açıdan muhafazakâr olmaya devam etmek zorunda kalmayı ‘içselleştirdiği’ için, muhafazakâr merkez siyasi hareketlere oy verebilmektedir. Birçok eşcinsel göreceli liberal hareketlerden yana oy kullanırken, birçoğu da ‘apolitik’ kalmayı tercih etmektedir. Çünkü zaten politika onların elini şimdiye kadar tutmamıştır... Şimdi bir düşünelim!.. Tahmini olarak 7 milyon eşcinsel kitle var Türkiye’de.. Kabataslak bir oy tahmini ile, bunların 2 milyonu CHP’ye, 1 milyonu AKP’ye, 500 bin’i MHP’ye, 800 bin’i de BDP’ye oy veriyor olabilir(!) Geriye kalanların da hiç oy kullanmadığını düşünebiliriz. Bu durumda bu kadar dağınık bir gruplaşma matematikte eksilerin artıları götürmesi gibi, cılız kalır... Yani siyasi bir güç olmak için öncelikle kendi içinde bilinçli, kirli bilgi akışını ayırt edebilen bir kitle olarak dönüşmek, buradan yola çıkarak da etkili siyasi yönelimlerde bulunan bir topluluk haline dönüşmek en büyük amaç olmalı gibi görünüyor...
 
 
 
Yine bağlantılı olarak, en çok bilinen iletişim teorilerinden biri, suskunluk sarmalıdır. Yani, sesi çok çıkan belli bir azınlığın görüşü genel görüş gibi görünür. Asıl çoğunluk böyle düşünmese de, çeşitli nedenlerden görüşünü belli etmek istemez. Bu da sarmal olarak, yanlış bir kamuoyu algısının oluşmasına neden olur.. İçselleştirilmiş homofobi de bundan beslenmektedir. Kirli bilgi akışı arasında, etik değerlere sahip asıl uzmanların sesi duyulmuyor, bu konuda söz sahibi olması gereken ‘ana’ unsurların sesi arada kayboluyor... Bir nevi kakofoni... Zamanla suskunluk sarmalında kıvranan eşcinsellerin de kendilerini öteleyen bu bakış açısını doğru sanıp, kimliksiz bireyler olması çok mu garipsenecek bir beklenti olur diye sorasımız geliyor?
 
İşte bunları beslemek için, Kavaf bizi ‘hasta ilan etmek’ nefret söylemini, ifade özgürlüğü gibi sunuyor. Yeni aktör O... Dönüştürülmüş, sinsi... Cemaatler ile kol kola verip, aile konferanslarının sonuç bildirgelerinde, bir nevi kendi yönettiği bakanlığa yönelik, eşcinselliğe karşı ‘mücadele’ tavsiyesi çıkartıyor.. Günahı boynuna(!), ensest ilişkiler ile eşcinsel ilişkileri aynı kefeye koyuyor. Dini nikahları küçümsememeyi de not olarak düşüyor.. Ne yazık ki bu zihniyetin inanç, demokrasi sömürüsüne alet olan, oldurulan eşcinsel kitle de var ki, bu birbirine sarmalanan kakofoni’ye ve suskunluk sarmalı baskısı zihniyetinin kendisi için faydalı olabileceğine inanıyor, inandırılıyor... Dayatmacı iktidarın boyunduruğunda aldığı her nefesi, iktidarın oksijen tüplerine emanet etmeyi ‘iman’ sayıyor...
 
***
Hepsini geçelim, biz, ‘Aramızda bir top var.’ diye bir şarkının yapıldığı, ‘Abdülkadir bi sen eksiktin homojen olmayaa, madem ‘buraya’ kadar geldik, buyurun Avrupa’ya!’ diye ‘eşsiz sanat eserlerinin’ topluma sunulduğu, insanlık suçu melodilerinin temelinde pişirilmedik mi? Bu melodilerle taciz edilen eşcinsel bireylerin olmadığını söylemek mümkün mü?
 
***
Bu şarkılar da önümüzdeki yıllarda sorgulanacak mı acaba? Ya da bu şarkıları yapanlar özür dileyebilecek onura sahipler mi? Kim bilir, belki de, ‘Bu hallerin beni çıldırtıyor... Söz vermiştin oynamıyorum, mahşere kadar...’ diyeceklerdir?..
 
 


Etiketler:
nefret