07/01/2013 | Yazar: Onur Caymaz

Horkheimer, ‘adalet, hak, eşitlik varsa vicdana, hoşgörüye gerek yoktur’ derken sanki Türk sağcısını kastediyordu.

Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) başkanı İbrahim Ulvi Yavuz, Tüyap’ın onur yazarını yıllardır “sol görüşlü” kimseler arasından seçmesinden çok rahatsız olmuş ki hiçbir zaman ideolojik olmayan Zaman Gazetesi’nden Zehra Onat’a konuşmuş: “TÜYAP, yıllardır hep aynı görüşten insanları onurlandırıyor. Hoşgörünün ve diyaloğun olduğu günümüzde bunlar hoş karşılanamaz. Anlaşarak, görüşerek, birlikte oturup değerlendirerek bir çizgide birleşmek arzu ettiğimiz şey. Yazarların değerleri eserleriyle ortaya konulur, fikirleriyle değil. Zamanla bu noktaya gelineceğini umuyorum ama bu konuda epey enerji sarf etmek gerekiyor.”
 
Yavuz’a göre eserler fikirlerden doğmuyor sanırım, geçelim. Sorunu beyefendinin başkanı olduğu dernekten başlayarak ortaya koymak gerekiyor. Tüyap gibi “ideolojik işler” peşinde koşmayan (!) Türkiye Yazarlar Birliği, adından mülhem Türkiye’nin yazarlarından oluşmuş bir birlik olmalı bu durumda… Bakalım gerçekten öyle mi? Üyelere bakalım: Cevat Akkanat, Osman Özbahçe, Ahmet Tâlib Çelen, Necmettin Turinay… Bu kişilerin içinde kendisini solda konumlandıran var mı? Yoktur herhalde!
 
Ya TYB’nin her yıl düzenli olarak verdiği ödüllere ne demeli? Bu dernek her sene şiir, roman, hikâye ve birçok farklı dalda ödül veriyor (Salih Tuna’dan tut da Aksiyon dergisine ödül almayan kalmadı). Edebiyat çevresinden tanıdığım, solcu denebilecek eş, dosttan herhangi birine bu listelerde rastlamanız çok zordur; ancak az biraz ortada gezinen, hafifçe solun kıyısına dokunarak geçenler; o da belki… Misal bir Sırrı Süreyya’ya, bir Murathan Mungan’a ödül verebilir mi TYB?
 
Hal böyleyken Yavuz, ağızdan düşmeyen o yıvışık “diyalog” ve “hoşgörü” kelimeleri eşliğinde tuhaf derneğinin iflah olmaz sağcılığını, Tüyap’ın solculuğuna neden bulaştırmaya çalışıyor anlamadım. Neden illa Tüyap? Sen de kendi fuarını yap, kendi ödüllerini ver arkadaş; belli ki Tüyap, sizin cenahta “onur yazarı” olacak birikimde biri görmüyor.
 
Öyle ya, “bizim” onur yazarı listesi hakikatten bambaşka insanlarla dolu: Gülten Akın (2004), Ferit Edgü (2011), Vüsat Bener (2005), Server Tanilli (1999), Fethi Naci (1998). Laf aramızda bu arkadaşlar en çok Fethi Naci’den hoşlanmaz. Zaman Kitap’ta, Gülen efendinin kitap ilanlarının yanında Foucault, Wittgenstein parçalayan, her yola gelen bizim kemiksiz enteller ideolojik olduğu için Naci’yi Marksist eleştirmen görüp fena olurlar.
 
TYB’liler ile yukarıda anılan isimleri karşılaştırın bakalım: Bu arkadaşların arasından adı geçen ustalar karatında kaç sağcı çıkar? İskender Pala mı dediniz? Komik. Elif Şafak mı? Bilmem. Sağcı mıdır Elif Şafak? Peki, misal solu ağır çeken Radikal’de yazan Akif Beki solcu mudur? Yıldırım Türker’i gazetecilikten eden Radikal’in başındaki Eyüp Can ne kadar solcudur peki? Aslında bu karışık kimliksizlik, tavırsızlık da yeni Türkiye’nin “diyalog” ve “hoşgörü” saçmalığının ilginç bir sonucu: Solcu mu, sağcı mı olduğu belli olmayan ama her yerde herkesle görünebilen, herkesle iyi olabilen, sözgelimi Cumhuriyet yazarıyken birden ve kimseleri şaşırtmadan Zaman’a geçebilen; buz gibi sağcıyken sol eğilimli gazetelerde köşe yazan değişik bir aydın tipi oluştu.
 
Otuz sene önce Yıldırım Türker, Ilıcakların Tercüman’da köşe yazsaydı garip gelmez miydi? Peki bugün neden şaşırmıyoruz. Gerçi bugün artık neye şaşırıyoruz ki… Edip Cansever’in bir dizesi geliyor aklıma: “Neden kimse bugüne dek kendini açıklamadı?” Herkesin kendisinden çok başka gizli belgeleri, durumları, olayları açıkladığı sahte bir Türkiye’de neye şaşırabiliriz? Ha, zaten artık sağ, sol kalmadı diyorsanız baştan kaybetmiş sayılırsınız. Hemen TYB’nin Sultanahmet’teki binasına gidin; hiç değilse bedava hoşgörü, diyalog kokulu çaylar içersiniz.
 
Diyalog diyordu ya TYB başkanı. Zamanında derneğinin Kızılay şubesinin bulunduğu Müdaafa Apartmanı’nda, ofisinin üst katında bulunan Meyzen adlı “içkili lokantanın” kapatılması için elinden geleni ardına koymayan bu yazarlar, diyalogdan ne anlıyor çok merak ettim. Üstelik kullandıkları hoşgörü kelimesi de diyalog kadar çirkin. Zaten hoşgörü (ve vicdan) kadar, kullanımı kaypak zeminlere indirilmiş başka kavram yoktur. Horkheimer, “adalet, hak, eşitlik varsa vicdana, hoşgörüye gerek yoktur” derken sanki Türk sağcısını kastediyordu.
 
Üstelik arkadaş sen kimsin ki ötekini hoş göreceksin? Cinsin, ırkın, ideolojin çok mu yüksekte de oradan bakarken eşcinsellere, Türk ve Sünni olmayanlara, mülksüzlere, öğrencilere, yoksullara, farklı düşünenlere hoş görme adı altında büyükleneceksin! Ayrıca sen sağcısın diye, ben seni neden hoş göreyim? Türkiye’de sağcıların hoş görülecek bir duruşu olmuş mu bugüne dek? Sen benim politik karşıtımsın dostum! Seninle her yerde oturur tartışırım, senin söz söyleme hakkını savunurum, yazdıklarını severim belki, belki insan olarak da sevebilirim ama senin tarihsel tutumun, duruşun, olaylar karşısında aldığın tavır, benim için ortadadır. Aramızda gümrüğünde İhsan Eliaçık’ın durduğu sınırlar vardır.
 
Sezai Karakoç ustadır, büyük şairdir eyvallah ama üzümü zehir yaptırmayız dediği şarap, Deniz Kavukçuoğlu’nun Tüyap’ının VİP salonlarında içildiği vakit üstat rahatsız olur. Karakoç orada diye o mekânda şarap içmemek de saygıdan çok ahlaksızlıktır, kusura bakmayın ama her şeyden önce şiire ayıptır.
 
Zaman Gazetesi’ndeki haberde Basın Yayın Birliği eski başkanı Hayati Bayrak’ın da görüşlerine yer verilmiş. O da muzdarip bu işlerden. Tüyap’ta bedava Kur’an dağıtılması bile yetmemiş kendilerine. Kitapları yüzbinlerce satan yazarlarımız var diye buyurmuş Bayrak. Doğrudur, bir Gülten Akın, bir Vüsat Bener vs o kadar çok satmıyor olabilir. Ama bunlar “uzun satar”dır zaten, “çok satar” değil. Türkçe durdukça Gülten Akın yaşar ama sizin o çok satanlara zamanla ne olur bilemem.
 
Üstelik teraziyi tiraj üzerinden kuracaksak Recep İvedik üçlemesinin Haneke’ninkilerden daha baba filmler olduğunu kabul etmemiz gerekmez mi! Ne dersiniz.
 
Dik durulacak bir yıl dilerim…

Etiketler:
İstihdam