21/04/2014 | Yazar: Emre Korlu

Hapislik böyle bir şeydi işte, yaşadığımı zannettiğin anlarda, aslında hep o yastığın altında nefessiz uyudum ama bak ne güzel öldüm, anne!

Ellerimi duvara yansıyan o cılız ışığa karşı tutup birleştiriyorum ve kuş oluyorum. Bak ne güzel ölüyorum, anne! Alnıma düşen saçlarımın rengini seninkine benzettiğim yıllardan geliyorum, bir gece vakti kan ağlarken İstanbul, saçlarına yıldız düşüyor; sazı kırılıyor Bahtiyar’ın ve bahtiyarım üşüyorum.
 
Aşkın yüzüme bir tokat gibi indiği, babamın bana karşı durduğu hislerimin toplamına denk düşmeyen “mecazi aşka inandım güneşli havalarda” yalanına katlanmakla meşgulken, hayattan çekiliyorum.
 
İntiharın böylesi görülmemiştir. Hem de şarkılar eşliğinde...
 
Yırtık bir don süzülürken bacaklarımın arasından 70’lerin sendromuyla bana doğru baktığın o fotoğrafın karşısında utanmıyorum, anne.
 
Tanrı canımı alsın delirmiyorum.
 
“Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim” demek bile yorucu geliyor yük kaldırmaktan eğrilen bedenime. 

Kimin ahını aldık deyip durmaların ruhumun şeritler halinde kesilmesine neden olurken pürtelâş senden gidiyorum; hayır bu kez saklanmıyorum ve kaçmıyorum terliğinin yağlı tersinden.

***
 
Sevgililerime bir dut ağacının gölgesinde âşık oldum. Çok sonraları tıpkı haramilerin duvarları maviye boyayışı gibi bedenlerimize rüzgâr bandık. Zatürree olduk. Ayrıldık. 
Diğerleri, mevsim aşklarım, sevişmekten öteye giden ve kalbimin sıcak odalarında kendilerine bir renk beğenenler, onlar da oldu ve dondu hafızamın “hiç mi yalnız kalmadın” sorgusunda... 

Mutlu olmak istedikçe bir türlü helal etmediğin sütün geldi aklıma. Ah keşke boğazımda kalsaydı diye yakındığım anlar...

Belki o vakit, idâm-ı nefsimi düşünmek yerine penceremi babamın akşam eve dönüşlerine açardım ve gece dolardı içerime. Akşamsefası olurdum. Gölge oyunlarında yelesini geleceğe açan bir at gibi uzun yollara, küçük kentlere doğru yol alırdım. Duvar biterdi, ben giderdim. 
***
  
Eşcinsellere doğmak yasak(!) Bir yastık ile bir nefeslik ölüm sancısı...
 
Nazım’ın da dediği gibi “beni ilk defa güneşe çıkardılar, ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak, bu kadar mavi, bu kadar geniş olduğuna şaşarak kımıldamadan durdum.” Hapislik böyle bir şeydi işte, yaşadığımı zannettiğin anlarda, aslında hep o yastığın altında nefessiz uyudum ama bak ne güzel öldüm, anne! 

Etiketler:
nefret