13/09/2012 | Yazar: Nurhayat Köklü

Toplumsal beden, ne kadar tektip ve homojen olursa, toplumsalı oluşturan öznelerin hayatını kuran değerler de o denli bir çizgiye oturtulur ve öngörülebilir hale getirilir.

İktidarın toplumsal bedenin yönetimini kolaylaştırmak için kullandığı en etkili araçlardan birisi de muhtemelen tektipleştirmedir. Toplumsal beden, ne kadar tektip ve homojen olursa, toplumsalı oluşturan öznelerin hayatını kuran değerler de o denli bir çizgiye oturtulur ve öngörülebilir hale getirilir. Başka bir deyişle, özne o denli uysallaştırılır ve iktidara itaat eder hale getirilir. İşin esasında, bunun kökleri modernitede yatmaktadır. Evrensel akıl, evrensel bilim, evrensel ahlak, evrensel yasa vs... gibi modernitenin evrensellik söylemlerinin altını oymak, modern iktidarı anlamak için elzemdir. Bir başka şekilde ifade edecek olursam, ‘beyaz adamın’ dünyayı tamamen ‘beyaz adam’ haline getirme gayreti toplumsalı tekdüze bir seyre oturtmak ve sorunsuz bir makine gibi işlemesini sağlamak için oldukça işlevsel bir özelliğe sahiptir. Modernitenin tüm evrensellik söylemlerini iktidarın toplumu tektipleştirme ve homojenleştirme çabası çerçevesinde ele almak modern iktidar dinamiklerini anlamak açısından büyük öneme sahiptir.
 
Biz şu aralar biz postmodernizmden bahsededuralım, iktidarın bu tektipleştirme kaygısı çok daha fazla artmış durumdadır. Toplum hiçbir zaman tekdüze bir makine gibi işlemeyeceğinden ve dünya hiçbir zaman tamamen ‘beyaz adam’ olamayacağından ötürü, bir taraftan farklılıkların haykırılması için çok ciddi yarıklar açılmıştır, öte yandan ise, gücünü daha da arttırma gayretinde olan iktidar, bu yarıklardan sızan farklılık taleplerinin bu yarıklardan taşıp çok daha görünür hale gelmesinin önüne geçmek için elinde halihazırda olan araçları bu bakımdan bir hayli geliştirmiştir ve hala da geliştirmeye devam etmektedir. Toplumu tektipleştirme ve homojen hale getirme siyasetinin tarihini kurcalamak bu yazının vazifesi değildir, lakin totaliter rejimlerin siyasetine şöyle bir bakıldığında ‘doğru adam’ tanımı ve dolayısıyla ‘dost’ kurgusu ve geriye kalanın ‘düşman’ olarak ilan edilmesi 21. yüzyıl orta yaşlıları olarak çok da yabancısı olmadığımız bir mevzudur. Peki bu toplumu tektipleştirme ve homojenleştirme, o toplumu oluşturan her bir kişinin ‘beyaz adam’ ­-dost- haline getirme siyaseti neye tekabül eder? ‘Beyaz adam’ yaratma ve ‘beyaz adamı’ muhafaza etme gayreti ne türden iktidar dinamiklerini öngörür? Belirlenen ‘doğru’ tektipinin -ırk, din, etnisite, cinsel yönelim, sınıf, cinsiyet olarak- dışında kalanlara alınan tavır siyasi açıdan bizi başka neleri kurcalamaya iter? Tam da bu yazıda tektipleştirme ve homojenleştirme gücü olarak ele alınacak olan iktidar, dilimize pelesenk olmuş, ancak bir türlü gerçek hayatlarımızda yerini bulamamış demokrasinin neresine oturur?
 
Modern ulus devletlerin demokrasi ve beraberinde geleceğine inanılan barış vaatleriyle kurulmasının üzerinden epey bir zaman geçti, ancak dünya hala demokrasinin ne olduğu konusunda bir karar verebilmiş değil ve mevcut dünya düzeni tam bir savaş makinesi. Bunu bu şekilde ortaya koymak kolay, ancak şunu sormak zor: “peki neden hala demokrasinin ne olduğu konusunda kararsızız ve neden dünya bu kadar çok savaşıyor? Bu soruyu artık savaş görmek istemeyen herkesin sorduğunu düşünüyorum. Bu soruyu kesin olarak yanıtlamak ise neredeyse imkansız! Ama ben üzerinde fikir yürütmenin değerli olduğunu düşünüyorum ve bu yazıyı yazmamın en önemli amacı bu konuya yönelik naçizane bir fikrimi paylaşmak.
 
Günümüz dünya düzeni hem ekonomik örgütlenmesiyle hem de siyasal örgütlenmesiyle mevcut düzeni muhafaza etmek için epey bir donanıma sahip hale gelmiştir. Sermaye düzeninin en büyük gardiyanı devlet, tekeline aldığı ‘doğru’ makinesiyle ‘doğru’ insanlar üretmek için epey bir örgütlenmiş ve araç konusunda teknik tesisatını oldukça işlevsel olacak şekilde dolaşıma sokmuştur. Ancak ‘doğru’ makinesini yalnızca devletle açıklamak yetersizdir. Çünkü mevcut iktidar, salt dışarıdan devlet olarak bir iktidar değildir. Kurucu bir niteliğe de sahiptir. Bu nedenle, bu tektipleştirme ve homojenleştirme ekseninde ya da bir diğer deyişle ‘doğru’ ekseninde bizi de ‘doğru’ insan, ‘olması gereken’ insan olarak kuradurur ya da her daim kurma gayreti içerisindedir. Bir diğer ifadeyle, iktidar her daim eylememiz ve eylemlerimizi anlamlandırmamız için bir ‘doğru’ kültürü de üretir. Bu ‘doğru’ kültürü ‘doğru’ bilgiyle hayatlarımızın içine o kadar işler ki çoğu zaman farkına bile varmadan pratik ederiz. İktidar, ‘doğru’ kültürüne uygun olmayanları ‘düşman’, ‘yabancı’, ‘tehlikeli’ ve hatta ‘canavar’ olarak kodlar ve hatta biz de hiç düşünmeden tüm bu kodlara taparcasına ezberden inanırız. Esasında, iktidar ‘yanlış’ı kurgulamaksızın ‘doğruyu’ da kurgulamayacağından hep bir ‘düşmana’ ihtiyaç duyar. Bu bakımdan, iktidarın daha da güçlenmesi, daha da totaliter hale gelmesi, toplumu daha da tektipleştirip homojenleştirmesi için mutlaka bir ‘düşman’ gerekir. Bu, toplumsalın yönetimini kolaylaştırmak için iktidarın olmazsa olmaz en dinamik aracıdır. İktidarın ‘dostlarının’ (ürettiği ‘doğru’ kültürüne uygun olanların) kendisine ve birbirlerine bağlılığı düşmanın canavarsılığı arttıkça daha da güçlenir. Böylesi bir dinamikte, ‘doğru’ daha doğru, ‘yanlış’ daha yanlış, paralel şekilde ‘dost’ daha dost, ‘düşman’ daha düşman hale gelir. Bu iki uç, çeşitli ideolojik söylemlerle birbirine bir dinamit gibi patlayacak şekilde tutuşturulur. Yani, ‘dostların’ bağlılık ilişkisini daha da arttırmak için ‘düşman’ canavarlaştırıldıkça canavarlaştırılır, ‘dost’ da bu canavardan kendisini korumak, birliğini korumak için saldırganlaştıkça saldırganlaşır.
 
Tam da böylesi bir mekanizmayla çalışan iktidar, bir ‘düşman’ tehlikesi mevcutken demokrasiyi askıya alır. Farklılığın ifade edileceği tüm alanları kapatır ya da kapatma eğilimindedir ve farklılıkları yoksayma/görmeme/görmezden gelme şeklinde refleksler geliştirir. Varlıklarını bildiği halde bu türden bir yoksayma eğilimi esasında ‘düşmanı’ ve dolayısıyla ‘dost’ birliğini daha da güçlendirmek içindir. Zaten en başından kökten farklı olan, düşman olarak afişe edilmiştir ve tehlike yaymaktadır. ‘Doğruyu’ ‘yanlışla’ terörize etmektedir. Böylesi bir zamanda, demokrasi gelecek bir güne, ‘düşmanın’ alt edildiği güne ertelenir. ‘Doğrunun’ egemen olacağı güne ertelenir. Ancak şu var ki yazının girişinde sorduğum ilk soru tam da bununla ilişkilidir. Dünya hiçbir zaman tamamen ‘beyaz adam’ olmayacaktır. Yani hiçbir zaman yalnızca beyaz adamların dostluğuyla kurulmuş bir dünyanın olması mümkün değildir. Bu mümkünsüzlük, bize iktidarın beyaz adam kurma ve beyaz adam dostluğunu muhafaza etme gayreti sırasında söylediği yalanları tersine çevirme imkanı sağlar. Tamamen beyaz adam haline getirilmiş –burada beyaz adamın tektipleştirtirilmiş ve homojenleştirilmiş ideal toplumu metaforik olarak temsil ettiği için özellikle kullandığımı ayrıca vurgulamak istiyorum- bir topluma hiç düşünmeden totaliter, ırkçı ve cinsiyetçi bir toplum diyebiliriz. İşte tam bu noktada, iktidarın tektipleştirme ve homojenleştirme siyaseti üstü türlü süslü yalanlarla kapatılmış olsa da tam da buraya tekabül etmektedir ve iktidarın böylesi bir toplumu muhafaza etme mekanizması ‘düşman’ kurgulama ve ‘dostları’ bir arada tutma şeklinde işleyişe geçer.
 
Her türden farklılığımızı, farklı doğrularımızı ifade etmek için istediğimiz demokrasinin ‘düşman’ korkusuyla askıya alınması, iktidarın tam da her türden farklılıkları görünmez kılmak üzere yarattığı bir paranoyadır ve yönetme gücünün ekonomisidir. Ancak, ‘düşman’ türlü sanrılarla gerçekten daha gerçek hale gelir. Şimdide, yani mevcut anda, korktuğumuz bir ’düşman’ olduğundan farklılığımızı yaşama ve ortaya koyma/görünür kılma ve bu farklılıkları örgütleme alanı geçici bir süreliğine kapatılır. Çünkü dehşet yayan bir canavar olan ‘düşman’ o zamanda o parçalanamaz doğruyu, o mutlak doğruyu tehdit etmektedir. Beraberinde getirdiği tüm yanlışlar, doğrunun alanını kaplama tehdidi yaymaktadır ve o anda düşmana karşı ‘dostların’ örgütlülüğü gereklidir. Çünkü ‘dostların’ barış dolu dünyası için ‘düşmanla’ savaş gerekmektedir. ‘Dostlar’ arasındaki farklılık nedeniyle bu birliğin ayrışması o an için iktidarın ‘doğrusunu’ da ayrıştıracağından ‘düşmanın’ savaşı kazanma olasılığı artacaktır, o nedenle o anda bunun için, farklılıkların dışavurumu için zaman ve alan yoktur. İşte tam da bu nedenle demokrasi askıdadır. Bir diğer deyişle, barış için yapılan savaş anında demokrasi beklemeye alınır.
 
Şu günlerde, tüm demokrasi taleplerinin askıya alınması, bekletiledurması, halihazırda iktidar tarafından kurgulanan ‘düşmana’ karşı bir dağınıklık meydana getireceğinden ‘dostlar’ arasında birliği korumak adına yapılmaktadır. ‘Dostların’ düşmanlara karşı verdiği savaşta, ‘doğrunun’ ‘yanlışa’ karşı verdiği savaşta başarı kazanmak için farklılıkla dağılmak değil, ‘dostlukla’ toplanmak gerekmektedir. Tam da bu ‘dostları’ toplama pratiği, küresel anlamda içinde bulunduğumuz dünyanın, yerel anlamda içinde bulunduğumuz ülkenin totaliterliği ile açıklanabilir. Tüm dünyada basıncı giderek artan milliyetçilik pompası, bu milliyetçilik pompasıyla sağa sola püskürtülen nefret dolu faşist söylemler, bir taraftan barış istemleri öte yandan bilfiil süregiden savaş ‘biz’ ve ‘öteki’, ‘dost’ ve ‘düşman’ arasındaki sınırları daha da yıkılmaz hale getirmektedir ve aralarında yakınlaştırılamayacak bir hiyerarşi düzeni örmektedir. Bu iktidarın güçlenmek için yüzyıllardır kullandığı en güçlü ve en etkili yöntemdir.
 
Tam da bu sınırların böylesi yıkılmaz duvarlar ördüğü günlerde, bu savaş günlerinde, iktidarın demokrasisine değil, farklılığın demokrasisine ihtiyaç vardır. Dostluğun birliğini farklılıkla parçalamak demek, iktidarın ‘dost’-‘düşman’ kurgusunu da dağıtmak anlamına gelir ki zaten savaşın motoru, iktidar tarafından ‘biz’ içindeki farklılıklar yoksayılarak kurgulanmış ‘düşmandır’. Kökten dostu ve kökten düşmanı farklılığın demokrasisiyle kökünden çekip çıkararak barıştırmak, aralarında örülmüş yakınlaştırılamaz hiyerarşi düzenini altüst etmek için farklılıkların açacağı alandan yararlanmak çıkar bir yol olabilir sanırım. Farklıkların ‘dost’-‘düşman’ gözetmeksizin özgürce ifade edilip dost ve düşman arasında dolanması, bu aralarda sınırları yıkarak dolaşması için iktidarın yalandan demokrasisine değil, farklılığın gerçek hayatlarda yerini bulmuş demokrasisine ihtiyaç vardır. İktidarın toplum üzerinde totaliter bir baskı kuradururken açtığı yarıklardan bu farklılıkları sızdırıp görünür hale getirerek taşırmak ve örgütlemek ‘dost’ ve ‘düşman’ savaşını da dağıtacaktır. Çünkü iktidar tekelinde ‘dostun’ ‘düşmanla’ savaştırılması halihazırda demokrasinin askıya alınmasıysa şayet, demokrasinin askıdan indirilip tüm farklılıkların, farklı dünya düşüncelerinin, farklı oluşların, farklı dünya algılarının dolaşıma sokularak görünür kılınması ‘dost’ ve ‘düşman’ arasındaki sınırlarda dolaşacağı gibi ikisinin savaşını da bir barışa gereksinim duymaksızın sonlandıracaktır. Farklılığın demokrasisi, tam da farklılığa içerden alan açtığı için barışa gerek kalmadan savaş halinde oluşu sonlandırma potansiyelini kendi içinde barındırmaktadır.
 

Kısacası, iktidar tarafından iktidarı daha da güçlendirmek için inşa edilmiş ‘dost’ – ‘düşman’ yapılarının altüst edilmesi, kendi içlerindeki birliğin, birbirleri arasındaki hiyerarşinin yıkılması ancak demokrasi ile mümkündür. Paralel şekilde, ‘barış’ – ‘savaş’ adlı iki oluş, her ne kadar zıt olarak kurgulansa da ve biri tamamen istenir diğeri de kesinlikle istenmez olarak algılansa da, birbirlerine göbek bağıyla bağlıdır. Bir savaşı meşru kılmanın tek yolu barış istemidir. Barış ise savaş yapıldıkça anlam kazanır. Oysa ‘dost’ – ‘düşman’, ‘barış’ – ‘savaş’ şeklindeki zıtlıklar halihazırda iktidar tarafından kurgulanmıştır ve ekonomik ve siyasal örgütlenmede toplumsalın yönetimini kolaylaştırmak, mevcut düzeni muhafaza etmek, toplumu tektipleştirmek ve homojenleştirmek için iktidarın alet çantasında kıdemli bir yer edinmişlerdir. Bizim insan olarak tek ihtiyacımız ise düşüncelerimizi, fikirlerimizi, gereksinimlerimizi, dünya algımızı, isteklerimizi, arzularımızı hiçbir yasağa, yasaya, tereddüt etmemize neden olacak bir engele yer olmaksızın dile getirmek, tüm farklılığımızı hiçbir üst belirlenim olmaksızın paylaşmak ve yaşamaktır. İşte tam da bu nedenle, iktidarın kurguladığı ‘dostluğa’ değil, farklılıklarımızı demokrasi ekseninde örgütlemeye ve görünür kılmaya ihtiyacımız vardır. Böylesi bir demokrasi, tüm farklılıklara alan açacaktır ve barışa gerek olmadan savaşı ortadan kaldırabilme, düşmana gerek olmadan dostluğu kurgulayabilme ve paylaşabilme ortamı sunacaktır. Kısacası, iktidarın oluşturadurduğu “dost” – “düşman” gramerini farklılığın demokrasisiyle altüst etme hali, barışla meşrulaştırılan savaşı, savaşla anlam kazanan barışı farklılıkların örgütlenmesiyle kendi içlerinde eritme gücüne sahiptir. 


Etiketler:
nefret