24/02/2014 | Yazar: Rahmi Öğdül
İnternet yasaklarına karşı çıkanları porno lobisi olarak suçlayan iktidar yanlısı basın, asıl porno lobisinin iktidar olduğunu gözlerden kaçırmaya çalışıyor…
İnternet yasaklarına karşı çıkanları porno lobisi olarak suçlayan iktidar yanlısı basın, asıl porno lobisinin iktidar olduğunu gözlerden kaçırmaya çalışmıştı. Ama Kabataş yalanından sonra, değme porno yazarlarına taş çıkartacak bir öykü tüm çıplaklığıyla ortada duruyor, bir hard porno öyküsüyle karşı karşıyayız. İnternet sitelerinde fantezilerini birbiriyle paylaşan porno severlerin hoşuna gideceği bir metin var iktidarın elinde. Gündelik konuşmalarında iktidarın dili eril aklın cinsel fantezilerine doğru kayarken, pornonun sınırlarında geziniyordu zaten (“Ben sizin bacak aranızı çekip gazeteye bastırsam, ‘bunların gerçeği bu’ diye”; “Adli Tıp raporlarını nerenize koyacaksınız”; “Bu milletin a…’na koyacağız”). İktidar kullandığı dilde aşama kaydetmiş ve olay örgüsüyle kahramanlarıyla tam bir porno metin kaleme almıştır.

Bastırılan insanlık yeryüzüne geri döndüğünde, iktidarın kendi motifleriyle döşediği zemin hızla değişecek, umutluyum. Bunun emarelerini yeryüzünün dört bir yanında görüyoruz. İktidarın özenle döşediği zemin hızla değişirken geleneksel iktidar motifleri yerini isyanın, özgürlüğün, yaratıcı ateşin renklerine bırakıyor. Ne iktidar ne de bizler bastığımız zemini güvenli hissetmiyoruz artık. Marc Quinn’in sergisinde üzerinde yürüdüğümüz jagarlı halılar dünyanın dört bir yanından isyancılarla ve isyan ateşleriyle kaplı; “Tarihin Yaratılışı” başlığını taşıyan Quinn’in halılarının üzerinde yürürken kaya gibi köklü, katı kavramlarımızın lav olup ayaklarımızın altında sıvılaştığını, tehlikeli sularda, ateşten suların üzerinde yürüdüğümüzü duyumsuyoruz. Evrenin ateşten yapıldığını unutmuş ve iktidarın katılığında donup kalmıştık. Oysa kadim zamanlarda Herakleitos evrenin ana maddesinin ateş olduğunu söylemişti bize. Evren tükenmez, canlı bir ateştir, bitip tükenmeyen bir yanma, oluş sürecidir.
Yaşamı besleyen ve çoğaltan evrenin ateşiyle, bitip tükenmek bilmeyen oluş süreciyle bütünleştiğimizde iktidarın şiddet içeren katılığı eriyecek: Güneşe dönüşmek. İngiliz ressam J. M. W. Turner görmenin bedensel bir şey olduğunu inanıyor ve doğrudan bakmak yerine evren ile aramıza aracılar yerleştirerek özne ve nesne ayrışmasını pekiştiren anlayışlara karşı çıkıyordu. Güneşe doğrudan bakmak, özne ve nesne ayrılığını iptal etmek, ateşi ve bedeni birleştirmek için tablolarında güneşi resmetmişti; ve bu güneş artık göz ile birleşmiş bir güneştir ya da göz küresinin güneşe dönüşmesidir. “Tufandan Sonraki Sabah” (1843) ya da “Güneşte Duran Melek” (1846) tablolarında güneş bedenleştirilmiş, bedene ait kılınmıştır. Kimi eleştirmenler bu güneş tablolarının birer otoportre olduğunu söylüyor, ateşten otoportreler (bkz John Crary, Gözlemcinin Teknikleri, Metis). Marc Quinn’in sergisinde de “Dünyanın Zihinle Buluştuğu Yer” tablosunda devasa bir göz küresi ile karşılaşıyoruz; sanatçı göz küresinin, görme olayının bedenleştiği yer olduğunu vurgularken, Turner’ın açtığı yoldan gidiyor; “Yıldızların Görünmediği Harita” serisinde ise göz küresi ile yerküreyi çakıştırmış. Dünyayı seyirlik bir nesne olarak değil, bedenimiz gibi ele aldığımızda yeryüzü tarihinin değişeceğini biliyoruz.
Etiketler: