24/01/2014 | Yazar: Nevim Beğik

Bizden olmak bir şeref, biz olmamak kusur. İşte bu kadar alt benliğe işlenmiş insan icadı ırkçılık.

Bugün Roboski katliamının ikinci yılı.
 
’’Roboski anmasında kalp krizi geçiren Miran Encü’yü kaybettik’’ üzüntüsünden kalp krizi geçirdiği yazıyor haberlerde.
 
Şimdi burada konumuz siyasi bir ölüm değil. Konumuz sadece ’’ölüm’’.
 
Toplumun normlarıyla şekil bulan ahlak anlayışı maalesef ahlaksızlık diye nitelendirilebilecek bir boyuta gelmiştir. Gezi eylemlerinde insanların ’’neden’’ diye sorduğu bir soru vardı: Neden bu kadar zalimsiniz? Aklımız almıyordu, çünkü bu kadar öfkeye maruz kalmamıştık. Ama maalesef ki öncesinde aynı şey Roboski’de yapıldığında birçoğumuz buna ya duyarsız kalmış ya da iyi olmuş demiştik.
 
Irk kavramının tarihini öğrenmeye çalışıyorum. Irk’ın insan üzerinde yarattığı öfke, bilinçsizlik, mekanikleşme, duyarsızlaşma, doğadan uzaklaşıp ’’devlet terörü’’ altında diğer “ırklara” karşı birleşme hali ve en önemlisi empati duygusunun yitirilmesi, içinden çıkamayacağım bir kaygı yaratıyor bende. Ha bu arada “ailem Kürt” benim. Bir süre önce bana sorsaydınız bunu gururla söylerdim. Ama şimdi, bana tüm insanlarla savaşma azmi katan yeni bir şey olmayı öğrendim: insan.
 
Sonra anladım ki mücadele sadece bu şekilde olmamalı. Ailemin ve çevremdeki insanların yaşadığı dehşeti unutmam gerekirdi. “Öldürülmüş” babama karşı suçluluk hissederek, bana yakıştırılmış kimlik etiketinden kurtulmak için mücadele etmeye başladım kendimle. Tam bırakacakken devam ettim mücadeleme ve sanırım inanamayağım kadar hızlı bir şekilde kurtulmaya başlıyorum. Şimdi Kürt olan arkadaşlar içten içe kızacak bana. Fransız, Türk, Yahudi, İspanyol.... hangisi olursam olayım bundan yine vazgeçecektim.
Duyuyor musunuz arkadaşlar dışarıda ağlayan ağaçlar, kirlenmiş denizler, kimyasalda boğulan topraklar var. Binalara hapsedilmiş insanlara da bir mesaj var kapıların önüne konulmuş küçük parklar aracılığıyla. “Doğayı unutmadık”, üzerine işediğimiz ekmekten herkese verecek bir dilimimiz var demek gibi. Hepimize afiyet olsun. Biz doğayla olan ilişkimizi kaybedip üzerinde su damlacıkları gibi ayrışan insan toplulukları haline geldikten sonra, insan bireyselliğini, insan olma değerini kaybettik. Geriye gruplara verilen isim kaldı: ırk.
 
Sonra dendi ki işte sana belirlediğimiz çizgiler, işte o çizgiler içinde aynı dili konuştuğun arkadaşların, işte o çizgiler içinde aynı şeyleri düşünmek zorunda olduğun fikirdaşların... Sahiplen, sınırlarına girmeye çalışan biri olursa -bu gökyüzünde uçan bir kuş bile olsa- çekinmeden vur. Sen kendi sınırların içinde bir tanrısın ve diğer bütün insanlar ’’sen’’ olmadığı için aptal. Bu fikri çok sevdik ve bu fikre sımsıkı tutunduk. Sonra başladık:
 
-Hop bir martı geçti, vur!
-Hop pislik bir Yahudi geldi, vur!
-Hop memelerini açan bir kadın var sınırlarımızda, vay edepsiz! önce tecavüz et sonra vur!
-Eşcinsellik mi? Irkımıza yakışmaz, vur!
-Allahın yaratmaktan utandığı bir zencisin, olup olabileceğin ancak bir köle, bağla öldür, tükür, -VUR! bizden olmayan herkesi VUR!
 
Bizden olmak bir şeref, biz olmamak kusur. İşte bu kadar alt benliğe işlenmiş insan icadı ırkçılık.
 
Anlatılacak çok şey var, ama anlatmaya çalışacak kadar dil bilmiyorum. Artık karar verdim bir dil olacağım hayatımla ve önüme çıkan insanlara anlatacağım bunları. Atalarıma layık biri olmayacağım. İnsanlara, hayvanlara, akan bir şelaleye, dünyanın dengesine ve yok edilmeye bırakılmış güzelliğine layık bir insan olmaya çalışacağım. Şimdi neden Roboski’yle başladın diyeceksiniz. Çünkü ölümlerle yaratılan nefretler var. İçimizde çok derinlerde bir ses vicdanımıza seslenirken,bunu duymak istemeyen kulaklarımızı açmaya çalışmalıyız. Dünyanın her yerinde milyonlarca canlı öldürülüyor ve bir tarafta zafer çığlıkları varken, bir tarafta zamanın silemediği bir acı çığlığı var. Bazen bu çığlık, insanın kalbinin kaldıramayacağı kadar yüksektir. “Unutursak kalbim kurusun” derdim öncesinde. Şimdi bu cümleyi nefretten sıyrılmış bir biçimde tüm dünyaya söylüyorum ve mücadeleme başlamış bulunuyorum. Yıllar önce bir şey okumuştum. Sözlerini tam olarak hatırlayamıyorum ama aşağı yukarı şöyleydi:
 
Bir gün dünyayı değiştirmeye karar verdim olmadı, sonra ülkemdeki insanları değiştirmeye karar verdim olmadı, sonra şehrimdeki insanları değiştirmeye karar verdim, olmadı, sonra ailemdeki insanları, arkadaşlarımı, çevremdeki insanları değiştirmeye karar verdim yine olmadı. Sonra kendimi değiştirmeye karar verdim. Kendimi değiştirdim. Kim bilir belki sonra arkadaşlarımı, ailemi çevremdeki insanları değiştirebilirim. Sonra şehrimdeki insanları, sonra ülkemdeki insanları; bakarsınız bir gün dünyayı değiştirebilirim.”
 
Ben işe kendimle başladım ve içimde var olduğunu bildiğim ilkel halime dönmeye karar verdim. Kendimle olan mücadelem ben var oldukça sonuna kadar devam edecek. Bunu büyük ölçüde başardığım zaman aileme ve arkadaşlarıma çevreme gelecek sıra. Kim bilir… İnsanlar birleştiğinde kalan birkaç ruh kırıntısını tekrar hayata döndürmeyi başarabiliriz.

Hepimizin ruhuna rahmet eylememizi diliyorum! 


Etiketler:
nefret