10/11/2015 | Yazar: Amir Hossein

Adım Amir Hossein. Dindar bir ailede yetiştiğim söylenemez; fakat sanata olan ilgim beni dindar grupları tanımaya yönlendirdi.

Adım Amir Hossein. Dindar bir ailede yetiştiğim söylenemez; fakat sanata olan ilgim beni dindar grupları tanımaya yönlendirdi.

Okulumun servis şoförü sayesinde, Şii imamlar hakkında oyun sahnelemek isteyen bir tiyatro grubuyla ilgilenmeye başladım. Aynı zamanda İslami kitaplar okumaya ve İslam’a yönelmeye de başladım. 2009 yılının bir haziran günü, yüzümde yeşil boyalarla Mir Hüseyin Musavi’nin seçim genel merkezinden Danesh Yüzme Havuzu’na doğru giderken sonrasında arkadaş olacağım dindar bir adamla tanıştım. O, Ahmedinejad yanlısı broşürler dağıtıyordu.

Karşıt tarafları tuttuğumuz için bir bahaneyle muhabbet etmeye başladık ve karşılığında arkadaşlığımız başladı. Yaklaşık yedi sekiz ay sürdü arkadaşlığımız ve tüm okların hedefi olan bir aşkla son buldu.

Tartışmalarımız ve sohbetlerimiz din, politika ve İran’ın toplumsal geleceği konuları hakkında oluyordu. Ona her yerde eşlik ediyordum, İlahiyat Fakültesi öğrencisi olup, dini konular hakkındaki sorularımı yanıtlayan ve benimle çeşitli konularda sohbet eden birisini bulmuş olduğum için mutluydum. Ben 13 yaşındaydım, o ise benden altı yedi yaş daha büyüktü. Çok iyi hatırlarım bana hep şu soruyu sorardı, “Kuyruk gibi peşimde ne dolaşıyorsun?” Ya da “ Çok fazla peşimde dolaştığın için insanlar çocuk tacizcisi olduğumu söylüyorlar.” derdi.

İkimiz hakkında söylenebilecek en kötü şeydi bu. Cinsel ilişkiye hiç girmiyorduk ve iki erkek arasındaki cinsel ilişki hakkında da hiçbir bilgim yoktu. İhtiyaçlarımı ve düşüncelerimi cinsel etiketlere bağlamaktan ve kendimi başkalarının ahlaki yargılarına mahkum etmekten nefret ediyordum. Çocukluk döneminden beri diğerlerinden farklı olduğumu biliyordum. Eşcinsellik benim için yabancı bir kavram değildi; fakat bu duruma bir isim vermek istemiyordum.

Bir Müslüman olarak günah işlediğimi düşünmüyordum; çünkü benim anlayışıma göre cinsel ilişkiler yalnızca başka bir kişinin cinsel organına temas olması halinde gerçekleşiyordu. Orta okuldayken sınıf arkadaşlarımla hiçbir ortak yönümüz yoktu. Onlar porno izlerdi ve kendi cinsel fantezileri kadınlarla doluydu. Dini inançlarım nedeniyle ben porno izlemezdim ve benim cinsel isteklerim ve düşüncelerimden onlara bahsetmezdim.

En sonunda, cinsel ilişki suçlamaları ve onun evliliği nedeniyle arkadaşıma veda etmek zorunda kaldım.

Çocukluk ve ergenlik dönemim boyunca cinsel taciz benim için bir normdu; ailem ve sınıf arkadaşlarım, tavırlarım ve dış görünüşüm “kız gibi” olduğu için beni küçük düşürücü hareketlerde bulunurlardı. Örneğin, bana elime bir tornavida almak yerine neden sanatsal aktivitelerle ilgilendiğimi sorarlardı. İlk okuldayken sebepsiz yere pek çok kez dayak yedim. Arabayı ayağıma doğru süren taksi şoföründen tutun da vücuduyla bana sürtünenlere kadar tüm cinsel tacizler bir süre sonra İran’da sıradan bir hal almıştı.

O zamanlarda, iki erkek arasında yaşanan tam bir cinsel ilişkinin ne anlama geldiği hakkında hiçbir fikrim yoktu ve bu bana karşı yapılan suçlamaları anlamamı daha da zorlaştırıyordu. Tüm bu faktörler beni bağlanmamam gereken dindar bir adamın arkadaşlığına sığınmak durumuna itti.

İlk defa bir adamın kollarındaydım. Bu durum bilinçsiz bir hazdan, korku duygusuna ve istenmedik bir sahiplenmenin getirdiği nefrete kadar bende çelişkili hislerin uyanmasına neden oldu. Bu arkadaşlığı ve cinselliği, penetrasyon söz konusu olmadığı halde tecavüz olarak görüyordum. Acısını ve şiddetini hala hissediyorum. Bu olay beni kendi seçtiğim dini bırakmama sebep oldu fakat dinin ritüellerine ve geleneklerine saygı duyuyordum. Dua etmeyi ya da dini olarak yapılması gereken her ne varsa yapmayı istemiyordum artık.

Buradaki ironi ise ilk aşkımı dindar bir adamla deneyimlemiş olmamdı. O günlerde, kişileri zorlayan toplumsal konularda sokaktaki insanların görüşlerini almak için zamanımı camilerde ve sokaktaki insanlar arasında geçiriyordum. Bir camide ilahiyat fakültesinde okuyan çok sevdiğim biriyle tanıştım. Bu adam hevesle benden camiye kadar ona eşlik etmemi istedi, fakat dış görünüşüm ve görüşlerim yüzünden bana “Avrupa’da büyümüş Hıristiyan” birisiymişim gibi davranmamı söyledi.

Defalarca öpüştük ve birbirimize dokunduk. Telefon konuşmalarımız o kadar uzun sürüyordu ki diğerleri aramızda özel bir ilişki olduğunu fark etmişti. Fakat ilk cinsel ilişkimizin ardından çok sevdiğim o adam benden daimi olarak uzaklaşmıştı. O adamın ilk görüşte bana aşık olduğunu ve birbirimize aşk duyduğumuzu söylesem abartmış sayılmam. Bunca zorluklardan sonra bulduğum ve bu kadar çok sevdiğim birisinin benden uzaklaştığını kabul etmek oldukça zordu benim için.

Tüm içtenliğimle sevdiğim bu adam inançları ve aşkı arasında seçim yapmaya zorlanmıştı. Ne yazık ki o kendi inançlarını seçti. Kendisi hala İran’da yaşıyor. Bu yüzden hayatımın aşkı, kendi iradem dışında en içten ilişki yaşamış olduğum insan hakkında konuşamıyorum bile. Fakat daha da zoru ailelerimizin ilişkimizi öğrenmeleri oldu. Bu noktada, ailemin ve arkadaşlarımın algısı sessiz ve çalışkan bir çocuk olan beni onursuz bir sürtük ve ülkesinde yaşamaya dair hiçbir umudu kalmayan bir insana dönüştürmüştü. Ailemin ve arkadaşlarımın üzerimde yarattığı baskı o kadar büyük bir hale gelmişti ki, İran’ı terk etmek zorunda kalmıştım; fakat keşke o yanımda olsaydı, böylece insanlığı inançları ve sevgisi arasında seçim yapmaya zorlayan toplum baskısından ve kaygılardan uzakta birlikte bir yaşam sürdürebilirdik. Keşke onu görebilseydim ve ona bu şiiri okuyabilseydim: “Sapkınlığımdan inancına hiçbir yol yok şüpheden başka. Isıtmaya çalışma kalbimi güneş varken,bir gaz lambasıyla”

Ona hala aşık olduğumu söylemek istiyorum.

*Yazının İngilizcesi Huffingtonpost'ta yayınlanmış, KaosGL.org için Nihal Eriş tarafından Türkçe'ye çevrilmiştir.


Etiketler:
nefret