05/07/2011 | Yazar:
Günün birinde bütün bir ülkeyi içine alacak büyüklükte hapishanelerin yapılabileceğini ispatlayan mimarlar çıkacağına inancım tamdır.
Günün birinde bütün bir ülkeyi içine alacak büyüklükte hapishanelerin yapılabileceğini ispatlayan mimarlar çıkacağına inancım tamdır.
Yargının siyasallaşması konusu bugünün konusu değil kuşkusuz; 12 Eylül’den devralınmış bir siyasal despotizmin izlerini okuyabiliyoruz. Bugünkü kilitlenmiş siyasal manzaranın o günden beri hep sağ iktidarların yararına işlediği, hakim paradigmanın dışında kalanların payına hep marjinalleşmenin düştüğü gerçeğiyle yaşıyoruz. Çoğunlukçuluğun yarılma noktasına veya çoğunlukçuluğunu normlaştıran bir rejimin epistemolojik kırılganlığının gittikçe görünür hale geleceği günlere mi yaklaşıyoruz?
Görünen o ki, o yarık gittikçe büyümekte, cesamet kazanmakta ve kantiteye dayanan otoriteryen yapı, gelişmekte olan yeni direnç biçimleri karşısında hükmünü de meşruiyetini de yitirmekte: Bir eşikten sonra, çoğunluğu ele geçirmiş olmak ile kendini bütün toplumsal gücün kaynağı olarak görmek arasındaki sınır bulanıklaşıyor; o kadar ki, çoğunlukçu tahayyül içinden bakan iktidar, kendi yarattığı durumlar karşısında, muhalefetteymişcesi reflekslerle siyasi konumunu ifade etmek gibi bir paradoksal söyleme, sıklıkla müracaat etmek durumunda kalıyor.
Türkiye’de eleştiri olanağının ortadan kalkmaya başladığı biçiminde yılgınlık dolu tespitler yapılıyor. Güç alanında öne çıkmanın, muhalif olarak sivrilmenin cezasız kalmayacağı giderek artan bir biçimde hissediliyor. Çoğunlukçuluğun inanç temelindeki ilerleyişinin, en azından kantitatif olarak hangi boyutlara varabileceğini artık kimse kestiremiyor. Görünen o ki henüz üst sınırına varmış da değil; o kadar ki, yüzde yüzlük bir oy oranının bile yeterli görünmeyeceği bir kara ütopyaya doğru gidiyor olabiliriz: Belki yüzde yüzlük bir desteği kazanmış bir parti, o tam desteğin içindeki destek biçimlerinin sınıflandırmasını yaparak, yüzde kaçının canı gönülden, yüzde kaçının kerhen olduğunu da bilmek ve denetlemek isteyecektir. Yüzde yüzlük desteğe ulaştığında, bu desteği koruyabilmek için gittikçe artan sıklıklarda seçim yapmak ve en ufak bir düşme alametini daha ortaya çıkmadan ortadan kaldırmak isteyebilecektir. Teknik olarak bunun önündeki tek engelin insanların kişilikleri ve farklılıkları olduğunu elbette gözden kaçıramaz; o nedenle de yapılması gereken zaten belli: Kişileri, bireylik kiplerini eritmek, sindirmek, bitirmek. Bireysellik üreten bütün toplum katmanlarını aynılaştırmak. Bireylerin, yurttaşların alanlarını daraltmak; hareket tarzlarını gözlemek, incelemek ve varolma koşullarını tam olarak analiz ettikten sonra da, yokoluşlarını mümkün kılacak düzenlemeler yapmak. Her bir bireyi, kendi bünyesindeki aktörleri de dışarıda bırakmaksızın, varoluşuna yönelik bir tehdit olarak görmek. Kısacası, biyosiyaset yoluyla, yani daima olumlu argümanlarla kitlesine seslenerek sürekli annihilasyon yapmak. Daima biyopolitik, yani iyicil, yapıcı söylem ve argümanlarla en kökten imhaları varkılabilmek. Hep iyiyi oynayarak başkalıkları kapatmak, tehlikesiz hale getirmek, ortamın istikrarını korumak.
Çoğunlukçuluğun ilerleyişi, liderlerin daima daha hoyrat siyasi argümantasyonlarıyla mümkün olabiliyor; burada önemli olan, gücün ilerleyişini meşrulaştıracak çok karmaşık, hem yaygın hem de yerel, bütünleşik, interaktif bir kompansatörler şebekesini de örgütleyebilmiş olmaktır: Birkaç noktadan çıkarak tüm topluma yayılacak bir etkinin geçişkenliğini, çözünürlüğünü, emilimini artıracak ara yapıların çok güçlü ve kararlı olmasıdır aslolan. Bu da medyadır ve medya aktörleridir, kanaat önderlerinin tüm medya kanallarını maksimalist bir biçimde araçsallaştırmalarıyla gerçeklik ve meşruiyet etkisini arttırmalarıdır; bilgi kirliliğiyle her yanı kuşatmaktır.
Ortalık, yemin krizine yönelik erken tepkilere bakarak, iktidarın aşığı olmuşlardan [bunu Stokholm semdromu olarak adlandırmak fazla; Foucault’ya başvurarak, güce aşık olmanın tehlikeli olduğunu söylemekle yetinebiliriz] veya en azından bugün muktedir görünenin mukadder olduğunu sanma halinin sarhoşluğu içinde tepki verenlerden geçilmezken, okulunu ve öğretmenini bir türlü sevmeyen çocuğa ebeveyn nasihati vermeye çalışanların kara güldürüleri ekranları kaplarken, bütün bunlardaki ortak payda daha da iyi görünür oldu: Hepsinde gördüğümüz, vasat bir ahlakçılıktır. Her bir ayrıntısı eylemle inşa edilmiş bir alanın, yani politikanın içinden konuşanlar, karşı eylem söz konusu olunca protestoyu, isyanı, başkaldırıyı ayıplayarak polis devletini akil adam tavırları içinde meşrulaştırma telaşındalar. Öte yandan, meşruiyet belirsizliği içinde, muhafazakar milliyetçi hareket, risk almaktan kaçınayım derken siyasi intihar anlamına gelebilecek bir biçimde davrandı.
Gücün sürekliliğini bireysel politik duruşunuz için bir kaldıraç olarak görmek hatadır: Çünkü güç bir gün ortadan kalkar ve siz kaldıracın sizi aşağı çektiğini fark edemeyebilirsiniz. Önemli olan tahterevalliden zamanında atlayacak iradeyi gösterebilmektir: Öteki türlü, hep egemen iktidar tarafından belirlenmiş bir doğrular manzumesinin içinde düşünür ve eylersiniz, yargı gücünüzü de eleştiri yeteneğinizi de yitirirsiniz. Çoğunlukçuluk, kendi epistemolojik kırılganlığının bütün koşullarını yaratmış durumda: İstikrara en fazla eriştiğini düşündüğü noktada, kendi güç sarmalını genişletmekte araçsallaştırdığı kavramların, yani eşitliğin, özgürlüğün ve demokrasinin farklı biçimleriyle karşılaştı ve bunların kendi tekeline alamayacağı sihirli araçlar olduğunu görerek sersemledi. Tüm muhalefeti hapsetmenin bir yolunu bulamazsa, yüzde yüzlük bir desteğe erişmesi imkân dâhilinde görünmüyor. Düşlediği biyopolitik inanç ve istikrar devleti hayalleri de bu teknik imkânsızlık nedeniyle bir süre ertelenecek gibi duruyor ne yazık ki. Ama umudumuzu yitirmeyelim, günün birinde bütün bir ülkeyi içine alacak büyüklükte hapishanelerin yapılabileceğini ispatlayan mimarlar çıkacağına inancım tamdır. Türkiye’nin bu projeye öncülük ederek, hiçbir bilgisayarın hesaplayamayacağı büyüklükte servete sahip olması da cabası.
Bu yazıyı, BirGün gazetesinin 3 Temmuz 2011 tarihli, hukukun siyasallaşması ile ilgili Pazar ekinin dosyası için yazdım ve orada yayınlandı. Dozerin Rüyaları’na bir hafta ara vererek, gündeme ilişkin bir girdi yapmak istedim. (LŞ)
Etiketler: