25/06/2013 | Yazar: Selçuk Candansayar

Kim Erdoğan’ı kadiri mutlak görüyorsa o isyanı baba öfkesi olarak yorumluyor.

O Perşembe şafağı Gezi Parkı’nda çadırlarında uyuyan ‘bir avuç’ eylemciye olanca zalimlikleriyle saldıran, çadırları yakan, insanları ‘sille tokat’ parkın dışına atmaya çalışan ‘siviller’ kadar şaşkın durumda Başbakan.

Gezi Parkı kıvılcımının harladığı isyan aslında Türkiye’yi ve galiba dünyayı da şaşırttı. Çoğu kişi bu ‘beklenmedik’ ve sönümleneceğine giderek yaygınlaşan isyan karşısında anlama çabasıyla açıklamaya uğraşıyor olup biteni.

Henüz sonuçlanmamış, ne olduğu, niye olduğu, nasıl başladığı, neden tam da şimdi başladığı ve ne olacağı henüz öngörülemez durumda olanı yorumlamak, olgunun kendisinden yola çıkamaz, tersine şu ya da bu kuramdan ya da endişeden yola çıkmak zorunda. Bu haliyle de ancak ’yorum’ olabilirler.

İsyan bu öngörülemezliğiyle içindekini de seyredeni de bir kapana sıkıştırmış durumda. Ne olacak? Erken yorumların çoğu, nasıl sonuçlanacağı henüz bilinemeyenin sonuçlandığı anda ‘iyi ve güvenli bir pozisyonda’ olabilme endişesinden. Birbirine en zıt durumlarda bile her zaman en çok bilen, en önce gören, en destekleyen, en yol açan kahraman rollerinin sahipleri endişeli bir telaş içindeler. Öyle mi desek böyle mi desek; isyanı efsaneleştirsek mi, küçümsesek mi?

Şimdi anlaşılabilir olan belki de tek olgu, başbakanın içinde bulunduğu açmaz.

Başbakanın öfkesi en çok da inanmazlığından. Hep öfkeliydi. Nobran dilini kırbaç gibi kullanır ve sadece partisi değil, başta medya bütün Türkiye sinip pısardı. Gücünün kaynağının hayatın ve tarihin dinamikleri olduğunun ayırtına varamayanlar, kaynağın bizatihi kendileri olduğu vehmine kapılırlar. Bu güç benim varlığımdan kaynaklanıyor, bende zaten olan şimdi açığa çıktı!

Bir tür kadiri mutlaklık olan bu hisse Başbakanın git gide daha yoğun bir şekilde kapıldığı görülüyordu. Benim bakanım, benim vekilim, benim belediye başkanım, benim milletim, söylemindeki sahiplenici iyelik eki ilk işaretlerdi. Karşılaştığı her durumun, sorunun çözümü için bir yol bulabilmesi; her şeyden anladığını, kendisinin elinin şöyle bir de olsa değmediği hiç ama hiçbir şeyin güzel ve doğru olamayacağına dair inancı biteviye katmerleniyordu.

‘İki ayyaşın yaptığı doğru olacak da benim inancımın emri doğru olmayacak mı’ diye atarlanmasının alt metninde kendisi ile inancı arasında kurduğu ‘bir ve eşit’ olma hali vehminin şahikasıydı. Din bile O’nun olmuştu!

İsyanın çocuklarına ‘babalarına kızan ergenler’ yorumlarını sallayan popüler ruh bilimciler, medya yorumcuları tam da Erdoğan’ın bu gücünün etkisi altında kalanlar. Kim Erdoğan’ı kadiri mutlak görüyorsa o isyanı baba öfkesi olarak yorumluyor.

Bu yorumların en büyük talihsizliği ise Erdoğan’ın da bunlara inanması. O yüzden olup biteni kendisine ve gücüne yönelik bir tehdit ve komplo olarak görüyor galiba. İsyan kardeşliğine bakıyor ve ‘bu zibidiler bana karşı gelmeye kalkıyorlar, onların böyle bir gücü olamayacağına göre onları yönlendiren iç ve dış güçler var ve bu güçler bizatihi bana karşı’!

Başbakanı yedirmeyiz, sloganı aslında dönüp Erdoğan’ın kuşkusunu artırmaktan başka bir işe yaramıyor. Şimdi yedirmeyiz diyorlar ama ya kendi varlıklarını, çıkarlarını tehdit altında gördüklerinde beni yedirip kendilerini kurtarmaya kalkarlarsa!

Erdoğan, bu açmazdan çıkabilir mi? Şimdiye kadar görünen ve onun gösterdiği, kuşkunun kara soğuğuna daha da kapılacağı yönünde. Bu noktadan sonra isyandan açık diktatörlüğe geçiş için bir yol açmaya da çalışabilir ki bu strateji ülkeyi hakkaten bir iç savaşa sokabilir. İkincileyin yakın hedef Suriye’ye saldırmak için bir bahane bularak, toplumu ortak düşmana yönlendirmeye çabalayabilir. Üçüncüleyin Kürtlere değerimi bilemediniz ucundan da olsa isyana katıldınız diye saldırabilir.

Erdoğan, geri adım atarsa hep gerileyeceğinin kaygısı içinde. Bu açmazı tek başına aşması çok mümkün görünmüyor ama tek başınalıktan vazgeçmeyi de kendine yakıştıramaz. Onun için en trajik olanı ise arkasındaki gücün gerçekten %50 olduğunu sanması.


Etiketler:
İstihdam