24/02/2011 | Yazar: Mehmet Şarman
Şivan Perwer’in şarkılarıyla hep yaşayacağını her Kürdün onlarca tarih kaynaktan alamayacağı şeyi onun tek bir Halepçe yakarışından alacağını, bugün ona saldırıp
Şivan Perwer’in şarkılarıyla hep yaşayacağını her Kürdün onlarca tarih kaynaktan alamayacağı şeyi onun tek bir Halepçe yakarışından alacağını, bugün ona saldırıp duran güruhun da unutulup gideceğini söylemek için müneccim olmak gerekmiyor.
Mehmet Şarman & Yavuz Ekinci
Bir kaç gün öncesinde Bülent Arınç Şivan Perwer’le bir görüşme yapıp, kendisinin Türkiye’ye dönmesini çok istediğini ve bu konuda TRT 6 yine kendisiyle bir röportaj yaptığını duyurdu. Basına yansıdığı kadarıyla Şivan, memleketini çok özlediğini gelince Türk sanatçılarla bir konser vermek istediğini söyleyerek Bülent Arınç’ı teyit etti.
Mehmet Şarman & Yavuz Ekinci
Çok geçmeden PKK’ye yakın Kürt yazarların kalemiyle Kürt basınından yıllardır okunan aynı terane ortalığı kaplayıverdi. İhanetçi Şiwan, tırşık Perwer gibi bayağı söylemler tekrar aklı selimin, vicdanın üstüne bir kara perde misali iniverdi.
Şivan Perwer’i anlatmak bu yazının amacı olmadığı gibi yazının da imkanlarını aşan bir konudur haliyle. Kürt müziği denildi mi akla ilk gelen dünya müzik standartlarını yakalamış uzun yıllardır sürgünde yaşayan büyük bir müzisyen o. Aslına bakarsanız bu yazının sahibi ve onun gibi binlercesinin gözünde ve gönlünde Şivan’ın dünya çapında bir star olmasından ya da politik beyanatlarda bulunmasından çok, Kürt halkı nezdinde sesi ve stranlarıyla daha önemli olagelmiştir. Bugün milyonlarca Kürt içinde Kürt meselesine ilgi duyan bu konuda hassas olan insanların biyografisinde, ulusal uyanışında mutlaka Şivan Perwer’in ya bir şarkısı, ya bir melodisi eşlik etmiş ve stranları milyonların gönlünde hep hüznün, feryadın, özgürlüğün yanı başında taht kurmuştur. Bu, karşıtlarının dahi inkar edemeyeceği bir gerçek. Bu yüzden değil mi ki, Irak Kürdistan’ında Şivan’a bir anne gözyaşı içinde “Benim oğlum seni dinlediği için asıldı Şivan” diye sarılırken, Şivan’da bu feryada müziği ile dil ve ses olmayı başarmıştır bu topraklarda. Belki de en büyük sırrı buradadır. Söylerken, bestelerini yaparken kendini kaybedip tüm bu acıların şeklini alması ve dinleyici ile arasındaki somut mesafeleri aşıp güzel stranlarında buluşturması.
Kürt müziğinin dengbêjlik geleneğini ustaca müziğiyle harmanlayan ve Kürtlere dair hiçbir şeye bigane kalmayan Şivan, sadece müziğiyle değil söylemleri, politik görüşleriyle de hep tartışılan, dinlenen bir insan oldu. Kendi adıma bir ses sanatçısının politikacı gibi davranması, siyasi beyanatlarda bulunmasını hoş karşılamasam, Şivan’ın birçok konudaki fikirlerine katılamasam da bu durumun Kürtlerin sosyolojik, tarihsel bir gerçekliği olduğu bilgisi ile beraber değerlendirilmesi gerektiğine inanıyorum. Yeri geldiğinde birçok Kürt politikacısını liderini şarkılarında eleştirip sert eleştirilere maruz kaldı. (Lo me çi kir- Hey biz ne yaptık- şarkısı bunun bariz bir örneğidir. Sadece Abdullah Öcalan’ı değil Barzani, Talabani, Kemal Burkay gibi Kürt siyasetçilerini sert bir dille karşısına almış ve bu şarkıdan sonra PKK kaynaklarınca ölümle tehdit edilmiştir.)
Yine bir konser sonrası PKK sempatizanları tarafından sazı elinden alınmış ve sahnede kırılmıştır. Bugün yine yaptığı açıklamalardan dolayı ihanetle suçlanıp küfüre ve hakarete maruz kalmaktadır. Ama bugün Şivan siyasi bir beyanatta bulunmadığı gibi ona saldıranların gözünde TRT 6 röportaj vermesi dahi, AKP’den bir bakan ile görüşmesi bile affedilemez bir cürüm olarak karşılanıyor.
Bu son yaşananlardan hareketle şu gerçeğin altını bir kez daha çizmek gerekir. Kürt aydını ve Kürt sanatçısı yıllardır iki ateş arasında yaşamak zorunda bırakılmıştır: Kürtlerin yaşadığı ülkelerin yönetimleri bir yandan Kürtleri tutuklayıp, baskıyla, ölümle sindirmeye çalışırken PKK de kendi çizgisi dışına çıkan, çıkmaya yeltenen herkesi antidemokratik bir şekilde susturmuş ve tehdit etmiştir. Sadece sanatçılara değil, Kürt yazar ve aydınlarına karşı da aynı tavrı göstermesi sorunun Şivan ile sınırlı olmadığı kendisine eleştiri yöneltebilme erdemini gösteren herkese karşı olduğunu göstermiştir. Son zamanlarda Orhan Miroğlu kendi köşesinde yazdığı birkaç yazı yüzünden aynı çevrelerden aymazca hakaretlere ve tehditlere maruz kalmıştı. İsmail Beşikçi dahi, son söylemlerinden sonra basına yansımasa da aynı kitle içinde benzer etiketlerle yaftalanmıştı. (Bu yazıyı kaleme aldığım için de hain, tırşıkçı AKP’li olarak ilan edileceğim kesin.)
Bir taraftan muktedir, zorba güçler, öte yandan bunlara karşı demokrasi ve özgürlük mücadelesi verdiğini iddia eden Kürt Örgütleri. Mağdurun, muktedirin diline özenip, oradan onun düşünce dizgesine itimat edip, ötekine dönüşüp kendi kendi içinde zulmün bekçisi haline gelmesi bu topraklara özgü bir hakikat olmasa gerek. Durumun evrensel olması onu haklı kılmadığı da ortada. Geçmişte yaşayanlara baktığımızda Kürtlerden her iki güç odağı da aynı benzer algılar üzerinden, tipik kirli kavramlar çerçevesinde teslimiyet beklemektedir. Bu ülkenin gidişatına dair itirazı olan tüm Kürt ve Türk aydınları bölücülük ve ihanetle suçlanırken karşılığında tez elden itaatkarlık istenmiştir. PKK çizgisinin dışına çıkan onu az da olsa eleştirmeyi göze alan Kürt aydınları “kendi evinde” de itaat ve ihanet gibi insanın vicdanını sıkıştıran totaliter bir mengenenin iki ucu arasında hapsedilmeye çalışılmıştır. Bu yüzden Kürt aydını cesur ve özgün olmaktan hep eksik ve kekeme kalmıştır. (Bugün Kürt aydınlarının manevra alanın dar olmasında kendilerinin de payı vardır. Vaktinde bu tür durumlara ses çıkarmayıp, antidemokratik tavırları görmezden gelmeleri en büyük kabahatleri olsa gerek) Bu süreçte ihtiyaç duyduğumuz şey, iki tarafı da dışarıdan görebilen cesur, hakkaniyetli ucuz yaftalamalardan korkmayan özgün fikirli aydınlarken bu kesimin bunca üstüne gitmek hangi özgürlük anlayışıyla bağdaşır? Bu topraklarda siyaset, vicdan bu iki kavramın ağırlığı altında ezilmekte ve sürekli köşeye sıkıştırılmakta. Ya ondansın ya bundansın; ya ihanetçisin ya da itaatkar. İtaatin aynı zamanda bir ihanet, ihanetin başka türlü bir itaate dönüştüğü bu topraklarda insanı yutan bu üniter makinenin dişleri arasında yaşamanın ne olduğu en çok Şivan gibiler bilir. Aynı sakat algı TRT 6 konusunda da yapıldı. Kürtleri, neredeyse ikiye ayırdılar. Bu kanalı sevip, programlarına katılan hainler, bu kanala küfredip ondan uzak duran mutmainler. Bu derece güdük, sığ, bir siyaset dili yüzünden sıradan bir devlet kanalı neredeyse Kürt ulusal mücadelesinin nirengi noktası haline getirildi. Görünen o ki, düşüncenin ve bireyin kendisinden çok etiketlerin, ezber yargıların, sığ çelişkilerin, küçük iktidar hesapların üzerinden şekillenen anlayış bugün de TRT 6’ya röportaj veren Şivan’a bulaşmayı matah bir şey zannetmekte.
Şivan’ın bir sanatçı olduğunu unutup ona askeri bir apolet giydirip, ucuz sloganlar atmasını beklemeyi kendine vazife bilen izandan ve insana dair bütünlüklü bir algıdan yoksun, ezber bir hayatı kalın, kaba sloganların gölgesinde yaşayanların bir gerçeği artık görmeleri gerekir. Demokrasi ve özgürlüğün bunca zikredildiği bir bünyede bu algı değişmeli. Başkasından talep edilen demokrasiyi kendi içinde tesis edememiş bir örgüt nasıl olur özgürlük vaadinde bulunup barış dilini kurabilir sorusuna acilen muhatap olunmalı. Bu tavrın bekçileri işe kendilerinden başlarlarsa başta Kürt halkına sonrasında tüm dünyaya iyilik etmiş olacaklardır kanımızca.
Kürt aydını çok bedel ödedi bir bedel daha ödemekten çekinmemeli. Birtakım sebeplerle dilimiz muktedirin, apoletlinin iktidar sofrasının nimetlerine tamah ettiği sürece ya da elimiz, kalemimiz, kılıçların manevra alanın dışına çıkmadığı müddetçe biz bu utancın, bu insan dışı tavrın payandası olmaya devam edeceğiz. Bugün Şivan’a yapılan en hafif tabirle vefasızlıktır. Bu duruma karşı söyleyecek sözü olanların, artık sisin dağılmasını, kurtların eve dönmesini bekleme lüksüne sahip olmadıklarını görmeleri gerekir.
Ayrıca ömrünü bir davaya vermiş insanların bir kalemde silinmesi ihanetçi (PKK tarihi yıldızı bir gecede söndürülenlerle dolu) ilan edilmesinin arkasındaki psikolojik ve sosyolojik zaaflara, gediklere kısacası kendi yaramıza dönüp bakma cesaretini göstermeliyiz. İnsanı bu kadar kolay harcamanın, ideolojik olmaktan çok, her şeyden önce psikolojik bir vakıa olduğuna inanıyorum. Şivan’a sataşmadan önce nice vefalı, cesur insanı cenderesinden geçiren, ötekileştirip yalnızlaştıran bu hastalığın nedenleri ve tedavisi hakkında konuşabilme cesaretini göstermeliyiz öncelikle.
Şivan Perwer’in şarkılarıyla hep yaşayacağını her Kürdün onlarca tarih kaynaktan alamayacağı şeyi onun tek bir Halepçe yakarışından alacağını, bugün ona saldırıp duran güruhun da unutulup gideceğini söylemek için müneccim olmak gerekmiyor.
Etiketler: yaşam, siyaset