22/05/2013 | Yazar: Merve Görgülü

Atatürk’ün eşcinsel olduğunu iddia eden biri gayet normal bir şekilde dinlenmedikçe yani tabular yıkılmadıkça düzlüğe çıkıp göğe bakmak imkânsız hale geliyor.

Türkiye’de kadın olmak zordur diyen insanlara hak vermeyen yoktur sanırım. Ben o insanlara en çok katılanlardanım ve bunun sebebi de yaşadığım olaylardır. Kırsal alanda veya küçük bir yerde yetişmememe rağmen kadın olmanın zorluklarını yaşadım diye düşünüyorum. Bu zorluklar belki birçok insana göre basit veya azdır ama genel olarak baktığımızda yaşadığımız kadın sorunlarındandır.
 
Bir insana kadın veya erkek diye bakmak yerine doğrudan insan olarak bakmak bu sorunu çözmeye yarar. Fakat bu bakış insanlarda çok zor bulunur. Çoğu insanın baktığı ilk şey cinsiyettir karşısındaki kişide. O kişiyi ona göre değerlendirir, erkekse şöyle olur kadınsa böyle diye. Ananemin sürekli söylediği bir söz vardır “Bir kızla bir erkek eşit değildir” der. Buradan anlayacağımız şey kadınların bu kadın-erkek farklılığı düşüncesini benimseyişleri ve çaresizlikleridir. Her ne kadar günümüzde kadınlar küçük çaplı bir direnişe geçmeye çalışsalar da bu kabullenmenin tamamen kaybolması zordur. Her an kadınlara yapılan baskı onların direnişini engeller. Bazen biz gençler ve direnişi savunan insanlar bile bu durumu yaşıyoruz fark etmeden. İnsan karşısındakinin üstünlüğünü defalarca gördü mü artık bir şey yapamayacağına inanıyor. Belki biz kadınların durumu da böyledir. “Alacakaranlık Portresi” isimli bir filmde sosyal hizmet uzmanı bir kadının tecavüze uğradıktan sonra ona tecavüz eden kişinin yanına gidip onunla yaşamasını gördükten sonra da bunu fark ettim. Kadınların bu ne yapacaklarını bilemeyişi, sahiplenilme istekleri onların susmasına neden oluyor ne yazık ki. 
 
Türkiye’de kadın olmak demek arkadan yürümek misali önemsenmemek demektir. Bir hata yaptığın zaman etiketlenip adının çıkması demektir. Sürekli dikkatli olmanın gerektiği demektir. En önemlisi şiddet gördüğünde “Susacaksın başka çaren yok” demektir. Kendini “özgür bir kadın” olarak gören bir kadın bile tamamen özgür olamaz bu ülkede veya bu dünyada. Gece sokağa tek başına çıkamıyorsan, araba kullanırken üstündeki bakışları hissedip rahat edemiyorsan, boşanıp ailenin yanına dönmek istediğin zaman ailen seni kabul etmiyorsa, daha oyuncaklarınla oynayacak yaşta evli bir kadın veya anne oluyorsan, evinde senin dışında seninle aynı rolde bir kadın görüyorsan, iş ararken aslında tacize uğradığını hissediyorsan, sevdiğin erkek sana acımadan şiddet uyguluyorsa ve onu bırakamıyorsan işte sen Türkiye’de yaşayan bir kadınsındır.
 
Kadına yönelik bu cinsiyetçi tavrın sadece kadınları değil eşcinselleri, transseksüelleri de olumsuz yönde etkilediğini söylemek hiç yanlış olmaz. Bu durumu yıkmanın en iyi yolu ise insanlara “sevgi”yi anlatabilmektir. Yani Ali’nin Ayşe’yi sevmesiyle Ali’nin Ahmet’i sevmesi arasında hiçbir farkın olmadığını, olaya sadece sevgi bağlamından bakmamız gerektiğini vurgulamalıyız. İnsanlara cinsellikten soyutlanmamış sevginin hiçbir zaman sevgi olamayacağını sadece Freud’cu bir bakış çerçevesinde sevgiyi daralttığımızı anlatmalıyız. Sevgi, cinsellikten soyutlanmadıkça hiçbir zaman gerçek anlamını bulamayacak ve kadınlar, eşcinseller, transseksüeller insanca bir yaşamı bulamayacaklardır.
Atatürk’ün eşcinsel olduğunu iddia eden biri gayet normal bir şekilde dinlenmedikçe yani tabular yıkılmadıkça düzlüğe çıkıp göğe bakmak imkânsız hale geliyor. Bu tabuları oluşturan da geliştiren de hep devletler olmuştur. Ya devlet yıkılacak, ya tabular. Kendisini tanımlarken insan kelimesi yerine ırkını veya dinini söyleyen birey bu söyleminden vazgeçmedikçe her toplumda her dönem acı çeken, aşağılanan insanlar olacaktır.
 
Bukowski’nin bu söylediklerimi özetleyen çok sevdiğim bir sözü vardır. ”Ben kendimin tanrısıyım. Biz kilisenin, devletin ve eğitim sistemimizin öğrettiklerini silmek için buradayız. Biz bira içmek için buradayız biz savaşı öldürmek için buradayız. Biz garipliklere gülmek ve hayatımızı ölümün bizi almaya korkacağı kadar iyi yaşamak için buradayız.” Ne de güzel demiş. Bukowski’m izindeyiz !
 

(Anıl Yıldırmaz’ın katkılarıyla…) 


Etiketler:
İstihdam