31/12/2013 | Yazar: Sarphan Uzunoğlu

Hırsızın da kadıların da tarafını tutmak zorunluluğunda değiliz!

Bir şair benle tanıştığı gün elime bir kitap tutuşturmuştu. Benle daha evvel karşılaşamadığı için bana vermesi hep geciken o kitabın adı Stalin’in Kadrolar Üzerine isimli kitabıydı. Bugün Stalin’in referanslarına başvurmayacağım elbette; ama mesele kitabın adındaki kadar güzel özetlenemezdi.

Bugün olup bitenlere dair taraflı olmayan bir analiz yapmak neredeyse imkânsız gözüküyor. AKP’nin içerisinde olduğu dönemden çıkan sonuç:

Başkalarının kadrosuyla devlet yönetilmez, siyaset yapılamaz olmalıdır.
 
Gülen Cemaati onlarca yıllık devlet içi birikim ve kadrolarını kullanarak karşı hamlesini yaptı. AKP cemaate çok açık bir şekilden kadro üretme ve devleti yürütme yetkisi vermenin bedelini ödüyor. KCK, Ergenekon, ODA TV ve Devrimci Karargah davalarındaki iletişimsel ve hukuki süreci cemaate teslim eden AKP, kendi canavarınca boğuluyor.
 
Şahsi inisiyatiflere terk edilmiş devlet siyaseti kendini sürdüremez hale geliyor. Recep Tayyip Erdoğan’ın ve AKP’nin ’fanatik kadrolarının’ yedirmeyiz mantığı nihayetinde kendi kendini yiyen bir rejim yaratıyor o kadar.
 
Elimizde hiçbir şey var; evet hiçbir şey.
Sokağa çıkıp çıkmayacağımızı tartışıyoruz şu an bazılarımız; bazılarımız bunu bir at yarışı gibi izlemek derdinde. Yerlerine geldiğimizde ne yapabileceğimizi tartışmamız asıl meselemiz olmalı.
 
İktidara gelmekten daima ’korkan’ bir söylem içinde olanları eleştirmekten hiç geri durmadım; ama bu korkunun altında yatan ’asıl fikri’ fark ettiğimde bu korkunun anlamını fark ettim: ’Yerlerine geçebilecek kadrolarımız var mı?’
 
Bu soruya ’var’ cevabını yalnızca Kürtler verebilir.
 
Çünkü...
 
Ortadoğu’nun en büyük ilerici siyaseti Kürt siyasetidir, çünkü kendi kadrolarını oluşturmuş, özyönetimi benimsemiştir. Ancak Kürt siyaseti mevcut yapısıyla Kürdistani bir yönetim sergileyebilir durumdayken Türkiye’yi ve Türkiye’deki sermayeyi henüz yönetebilir konumda olmadığından Türkiye’de uzun vadede Türkiyeli bir kadro üretimi zorunludur. Keza mevcut demokratik yapı içerisinde ’seçimle gelen’ bir değişim mevzubahis olsa bile Türkiye’yi yönetecek ’Kemalist kadrolar’ ve ’Cemaatçi kadrolar’ harici deneyimli bir kadro şu an mevcut değildir, yahut deneyim kazanmamıştır.
 
Türkiye’yi yönetecek, mevcut kirli sermayeye de cemaate de ihtiyaç duymayan kadrolar yetiştirmedikçe işimiz zor; evet. Peki kadro nasıl yetiştirilir? Kadroları yetiştiren şey ’ideolojik yayınlar’ değil, bilimin ve teknolojinin ta kendisidir. Marcuse Özgürlük Üzerine Denemeler isimli eserinde insanileştirilmiş bir teknolojinin insanı özgürleştirmede asli araç olacağını söylüyordu.
 
Biz ’özgür olmak isteyenler’ özgürleştirici bilim ve teknoloji çözümleri, özetle özgürleştirici bir politik ilerlemeci tutum almak durumundayız.
 
Hiçbirimizin görevi AKP’ye karşı Cemaat’i, Cemaat’e karşı AKP’yi savunmak değil. Biz tarihte ilk kez bir ’toplum’ olup haysiyetimizi egemenlere karşu savunmak yükümlülüğüyle karşı karşıyayız.
 
Hırsızın da kadıların da tarafını tutmak zorunluluğunda değiliz!
 
Zorunda olduğumuz şey yeni kadroların yetiştirilmesine öncelik vermektir, zorunda olduğumuz şey bir devletin tüm kademelerinde çalışabilecek kadroları sıfırdan yetiştirebilmektir. Acilen, geleceğe dönük kadrolarımızı oluşturmalı, yurtdışında ya da yurtiçinde yetiştirmeliyiz. Bu kesinlikle parti binalarına sıkışan ideolojik endoktrinasyondan ibaret bir eğitim değildir. Bu ’yönetmenin öğretilmesidir’. Bu küresel standartları yakalamış bir ’eğitim’ meselesidir.
 
Aksi halde, mevcut siyasi çerçeveyi değiştirmemiz imkânsızdır. Ancak kadroların kurulması halde cemaate de hükümete de aynı ’samimiyetle’ karşı çıkabilen bir siyasi hat oluşturmak mümkün olabilir. Şu an elimizde olan tek imkân Gezi tipi bir ’toplumsal kalkışmanın’ hem kendini örgütlemesini hem de hareket halinde olmasını sağlayabilmektir.
 
Fotoğraf: Şener Yılmaz Aslan

Etiketler:
İstihdam