21/01/2016 | Yazar: Emre Korlu

O gece çok fena dayak yiyordum ve sevgilim bana bakıyordu; leylakları kıskandırarak.

“Ey benim sevgilim, karlı bir çam ormanında nefes almanın bahtiyarlığına benzer seni sevmek…”

Nazım Hikmet RAN

Sevmekten de öte bir şeydi; bundan öyle eminim ki çoğu kez annesiyle iyi ki evlenmişim diyordum. Evlilik yıldönümlerimizde bitmemesi adına dua ettiğim ve bunun için çok çabaladığım bir oyunun devamını kutluyordum. Kağan,cennetti. Tanrıya inanmamı sağlayan mucizeydi.

İçime aktığında boğulmaktan korkacağıma, geri adım atmayarak ona doğru eğilmemi sağlayan bir secdeydi.

90'lar hayatımı altüst edecek olan bir baskıyla babamın evlenmem için çaba sarf ettiği yıllardı. Zürih'e gitme planlarım, yani kaçış hazırlıklarım orada Zülal ile tanışmamla Türkiye'ye geri dönüşüme zemin hazırlayacaktı.

Son üç yılımı geçirdiğim İsviçre'de iyi bir arkadaş bulduğumu söyleyebilirim. Zülal, oldukça zarif kadındı. İlk eşiyle yaptığı evliliğin ona kazandırdığı en yüce şeyin Kağan olduğunu söyleyip duruyordu. O zamanlar Kağan'ı tanımaktan korkuyordum ve bu korku onunla göz göze gelinceye kadar içimde var olmaya devam ediyordu.

Sade bir evlilik törenine iki gün kala, akşam yemeği masasının köşesinde bekleyen siyah takım elbiseli genç adamın lacivert gözleri aydınlık yüzünde değerli bir taş gibi parlıyordu. Gayet mütevazi tavrıyla uzattığı elini sıkarken, heyecandan konuşamadığımı fark ediyordum.

Zülal, konuştukça susması için dua etmeye başlıyordum. Kağan'ın sesi su gibi etrafa aksın, evrendeki tüm sesler yok olsun ve etrafta yalnızca onun derinliğı kalsın istiyordum.

Evlendik. Zülal, o ve ben bir aile olduk. Gitar çalıp, şarkı söylediğinde kahvemi yudumlayıp Kağan'a doğru bakarken ona karşı hissettiğim duyguları ondan ve diğerlerinden hatta kendimden bile nasıl saklayacağımı düşünmeye başladım.

Çoğunlukla hafta sonları eve getirdiği bir kız arkadaşı vardı.Aylardır bitiremediğim kitabın sayfalarını dikkatsizce karıştırıp durduğum bir akşam; Zülal'e dönüp, “mastır biter bitmez onunla İngiltere'ye yerleşmek ve orada yaşamak istiyorum.” dedi. Anneyle oğlunun arasına girmemek için sustum. Sessizliğimi bağırarak bölmek istercesine bahçeye fırlayıp haykırışlarımı yuttum.

Yirmi ikinci yaş gününü kutladığımız günün gecesiydi. “Bir şey istersin ama istemene bile izin vermezler” diyebilmek için çabaladığım günlerden biriydi. Dudaklarımı kıpırdatıp onu duş kabininin dışarı doğru yansıttığı gölgesinden seçmeye çalışıyordum. Nasıl oldu bilmiyorum, aniden kabin açıldı ve o göründü. Gözleri gözlerimdeydi. Sesler kesilmişti. Zülal akşam yemeğini hazırlarken aşk şarkıları söylüyordu. Biz, duş ahizesinin altında hayalimizden dışarı taşıyorduk. Şarkılar müziksiz ve aynı tınıyla banyoya doğru süzülüyordu.

Parmaklarının arasından geçirdiğim parmaklarımla onu kendime kenetliyordum. Vücudumuzdaki ıslaklık, bulunduğumuz yere hoş bir koku yayıyordu.

Yemeğe indiğimizde yıllarını birlikte geçiren o iki insan değildik. Biraz önce yaşadıklarımız bizi sahte baba-oğul işkencesinden kurtarmıştı ya da ben öyle zannetmiştim.

O geceden sonra çok bedel ödeyecektim. Kağan, gözümün önünde sevgilisiyle flört etmeye devam edecekti. Zülal, beni kuklaya dönmüş insanların partilerine götürecek ve onu sevmeye devam ettiğimi düşünecekti. Oysa ben oğluna âşık , kendi çölüne mahkûm bir bedevi olarak yaşamaya devam edecektim.

Zülal'den ayrılmaya karar verdiğimde işte tam da o insanların aklının köşesinde, evlendiği kadının oğluna sarkmış bir ibneydim. Kağan, beni rezil etmeye çalışmıştı ve aklı sıra başarılı da olmuştu. İsviçre'den mektuplar alıyordum oradaki arkadaşım Noah'dan düzenli olarak elime ulaşan mektuplardı bunlar...

Genellikle geçmişte kalan anılarımızdan bahsediyordu. Yalnızca buydu ve bu kadardı. Ne olduysa, Noah'yu öğrendiğinde oldu. Kıskançlığının sebebini anlayamadım.

İlk yakınlaşmamızın olduğu o akşamdan sonra gerçekleşen onlarca birlikteliğimizin neticesinde sürekli sevgilisine dönen genç adam, bana İsviçre'den gelen sözlerin hesabını soruyordu.

Zülal'e öyle büyük öfkeyle koşmuştu ki onu hiçbir kelime tutamamıştı. Ertesi gün manşetlere düşecek biri için oldukça sakin davranıyordum.

Çamaşır ipi görevi gördüğüm evlilikte, Kağan'a yürüdüğüm için bana pislik muamelesi yapıyorlardı. Annesine göre, oğlu sevgilisini becermekten mutluluk duyuyordu ve asla bir adamla birlikte olamazdı.

Bunu Kağan'ın yüzüne vururken, arkadaşlarının savurduğu tekmelere yanıtsız kalıyordum. O birilerine eşcinsel olmadığını kanıtlıyordu ben ise Kağan'ın dudaklarını ezberimde tutmaya çalışarak şu cümleleri döküyordum ağzımdan: “Duygularını iç kanamayla öldüremezsin.”

O gece çok fena dayak yiyordum ve sevgilim bana bakıyordu; leylakları kıskandırarak.


Etiketler:
İstihdam