14/11/2016 | Yazar: Selçuk Candansayar

Çoğunluk olanın kendisini azınlık hissetmesi ve aslında azınlık olanın kendini her şeye muktedirmiş gibi yutturması...

Sağcı, otoriter, despotik yönetimlerin/ liderlerin yönettiği devletlerin sayısının arttığı dönemleri hep büyük ve yıkıcı dünya savaşları izlemiş.

Ekonomik paylaşım krizleri içinden çıkılamaz hale geldiğinde, yönetici sınıf yönetimi ele almak için en vasıfsız olanı lider olarak vitrine çıkarmış.

Lider, hoşnutsuz kitleleri en geri, en insanlık dışı, en ‘vahşi’ söylem aracılığıyla yarattığı sahte düşmanlara saldırtmış.

Kitleler hissettikleri yok olma tehdidinin neden olduğu güçsüzlük, çaresizlik hislerini, edilgen boyun eğişle kaderlerini lidere teslim ederek, liderin büyülü gücü içinde eritmeye çalışmışlar.

Böylece olası yenilginin sorumluluğunu da lidere yükleyebilecek olma hakkı elde ettikleri yanılsamasıyla sürüleşmişler.

En tipik örnekleri Hitler ve Mussolini olsa da yakın tarihten Reagan, her iki Bush, Yeltsin, aportta bekleyen Le Pen ve daha da tanıdık isimler sayılabilir.

Böylesi dönemlerin başat temaları dincilik ve ırkçılığın modern versiyonu olan milliyetçilik olagelmiş. İlk hedef ise her zaman barıştan yana, eğitimli, aydın kitle olmuş.

Buraya kadarı ansiklopedik bilgi sayılabilir. Mesele bu bilgiyle ne yapılacağında.

Hep öyle olmuşsa yine öyle olacak demek, başka türden bir kadercilik. Olan bitene müdahale etmemek ya da karşı olmanın gidişi değiştiremeyeceğine inanmaya çalışmak, demek. Bu akla uydurmaya neden olan ise müdahale edecek, karşı çıkacak denli güçlü hissetmemekle ilgili.

Peki, bu güçsüzlüğün kaynağı ne?

Aslında çoğunluk olanın kendisini azınlık hissetmesi ve aslında azınlık olanın kendini her şeye muktedirmiş gibi yutturması.

Aslında azınlık olan bu manevrayı ahlaksızlığa, yalana, hileye, kaba güce dayanarak ve biteviye çoğunluğu parçalamaya, yalıtmaya çalışarak yapmaya çalışıyor.

Aslında çoğunluk olan ise baskı karşısında yalıtıldıkça, bölünüp parçalandıkça yapayalnızlaşıyor ve tekilleşip, yalnızlaştıkça kendisini azmış, çok çok azmış gibi hissediyor.

Ahlaksız ve zalim baskı karşısında ortaya çıkan her yenilgide, çoğunluk kendi içinde didişmeye başlıyor. Saldırganın zalimliğiyle uğraşmaktansa ona yenilenin zayıflıkları (!), hataları (!), aymazlıkları (!) eleştiriliyor. Bu eleştirilerin ana teması da genellikle ‘halkı anlamazsanız işte böyle olur’ minvalinden ahkâm kesmelerden öte gitmiyor.

Yıkıcı saldırganın zalimliğini suçlamaktansa ona yenilenin hataları sayıp dökülüyor.

Tıpkı bugün HDP ve CHP’ye yönelik suçlamalarda olduğu gibi. Yenenin (!) şiddetini sorgulamaktansa yenilenin üstüne çökmek, kendi korkusunu inkâr etmenin en kolay yolu. Oysa zalime yenileni suçlamak, despotun olduğundan çok daha güçlü görünmesini sağlamaktan başka bir işe yaramıyor.

Tecavüze gösterilen tepkiden hiçbir farkı yok bu ruh halinin. ‘O saatte sokağa çıkmasaydı’, ‘adamın evine gitmeseydi’, ‘sarhoş olana kadar içmeseydi’, ‘vaatlerine inanmasaydı’ diye sıralanan her gerekçe, örtük olarak maruz kalanın tecavüze yol açtığını söylemeye getirir.

‘Erkeklerin ne olduğunu bilmezsen tabii tecavüze uğrarsın’ demekle, ‘bu halkın ne olduğunu bilmezsen tabii AKP iktidara gelir’ demek arasında bir fark yok. En hakiki seçkincilik tam da bu akıllar. Üstelik saldırgana öykünen, onun gücüyle büyülenmiş bir seçkincilik. Despotun yöntemine hayran olmak kendini çok güçsüz, çaresiz hissetmek, onun şiddetinden çok korkmakla bağlantılı. Zalimin şiddetinin asli hedefi şiddet uyguladıkları değil şiddete tanıklık ettirdikleridir. Aslı Erdoğan’dan Necmiye Alpay’dan murad edilen sadece onları tutsak almak değil aynı zamanda onlar gibi olanları korkutup susturmak için rehin almaktır da.

RTEakp blokuyla mücadele edilecekse bu, ona benzemeye çalışarak, onun yöntemlerini kullanarak ve onun kitlelere olan bakışına ortak olarak gerçekleşemez. Bir lider arkasında toplanan kalabalıklara ihtiyaç yok.

Zulme, ne olursa olsun boyun eğmeyerek, geri adım atmayarak, onun yöntemlerini işlemez hale getirecek denli çoğalarak karşı çıkılabilir.

Kahramanlara değil çokluklara ihtiyaç var. Her renkten, her görüşten, her sınıftan, kimlikten ve siyasetten olanlar, kendi güçleri yettiğince karşı çıkarlarsa bir direniş alanı açılabilir.

Direniş alanları hem soyut, imgesel hem de somut, mekânsal olarak ve içe içe geçerek birleşebilir. Az görünmekten çekinmeden, azlıkların birbirine eklenebileceği ağlar örerek çoğaldıkça, gerçekte olan çokluk görünür olabilir

Korkun kadar zalimsin! CHP, en azından CHP’lilerin bir bölümü son zamanlarda tam da bunu söylemeye başladılar. Selahattin Demirtaş ve diğer HDP’liler için de aynı durum geçerli.

Hepimizi, tek tek korkutabilirler, ama birlikte olursak hepimizi birden korkutamazlar. 


Etiketler:
İstihdam