26/07/2011 | Yazar: Tayfun Serttaş

Konu facebook üzerinden "Asmalımescit’i Yok Edemezler!" kıvamında kıytırık gruplar kurarak olaya bir "özgürlük" mücadelesi kılıfı geçirme noktasına geldi ki, yazmak zorunda hissediyorum.

Konu facebook üzerinden "Asmalımescit’i Yok Edemezler!" kıvamında kıytırık gruplar kurarak olaya bir "özgürlük" mücadelesi kılıfı geçirme noktasına geldi ki, yazmak zorunda hissediyorum.

Öncelikle Beyoğlu Belediyesine bir semt sakini olarak bu medeni kararından dolayı tüm içtenliğimle teşekkür ederim. Şehirdeki son 5 yılın en büyük adaletsizliğini ortadan kaldırmak için, kamusal alanı toplum tarafından kullanılabilir kılmak için, rantiyeci küstah işletmecilerin mafyatik iktidarına ve şiddetine son vermek için, yürünebilir bir Beyoğlu’nu geri kazanmak için canla başla çalışıyorlar. O masaları kent çöplüklerinin derinliklerine fırlatan elleri dert görmesin. 

Dünya üzerinde, sokaklara yığılan masalar yüzünden kamusal alanı 90 cm’ye kadar inen ve yayaların adım atamaz hale geldigi sokakların sadece Beyoğlu’nda olduğunu hatırlatarak başlayalım. Ben Türkiye’nin ne daha Doğusunda ne de daha Batısında kamusal mekan üzerinde süregiden böylesi bir gasp ve şiddet olayı ile karşılaşmadım. Karşılaşan varsa ve bize bu kepazeliğin nasıl bir özgürlük misyonunu temsil ettiğini açıklarsa ayrıca çok sevinirim. Sokakta yürüken çantası haydari tabağına giren, eteği bira bardağına dolaşan, çeketinin cebine balık kılçığı kaçan, üzerine rakı dökülen başka bir toplum var mı(?) bilmiyorum. Son üç senedir Asmalımescit’den, Nevizade’den, Mis Sokaktan normal adımlarla geçmeyi başarabilen birisi olmuş mu(?) tanımıyorum. Beyoğlu’nda yaşayıp ya da iş yapıp masa terörü yüzünden tehdit görmeyenimiz kaldı mı(?) görmedim. Ve şimdi bir anda kıymete bindi öyle mi işgalci masalar?

Öncelikle Beyoğlu bir açıkhava yemekhanesi ve nargilecisi değildir. 20 milyonluk şehrin kahrını geçen, sokaklarında gün içerisinde milyonlarca insanın sirkülasyon halinde olduğu kültürel bir çekim merkezidir. Hiçbir uygar şehirde, böyle bir merkez masalarla işgal edilemez. Ettirmezler. Hiçbir uygar şehirde olağanüstü güzellikteki binaların girişi masalarla ablukaya alınıp tüm diğer katları fonksiyonsuz hale getirilerek ranta açılmaz. Açtırmazlar. O binaların tüm katlarına hayat verirler. Hiçbir uygar şehirde, o şehrin uygar vatandaşları masalarla gasp edilmiş bir kamusal alana hak tanımazlar. Belediye’ye zaten gerek kalmaz, polis çağırır o masaları atttırırlar. Gelin görün ki, burası yine Türkiye! Bizim "uygarlar" bedava hakkı olan sokağı kullanmak için bir bardak sulu biraya 20 TL ödemenin peşinde. Öyle mi? Mübahtır o zaman sizin özgürlük anlayışınızda gasp, şiddet, alıkoyma, mafya! 

Ayrıca kimdir bu özgürlük savaşçıları? Kimin özgürlüğü adına kiminle savaşıyorlar? Bunlar Beyoğlu’na haftanın bir günü gelip son parasını o masalara bırakan lümpenler midir, gerçek semt sakinleri midir, masa teröründen maddi çıkar elde eden güç odakları mıdır, yoksa senelerdir bu magandalar para kazanacak diye kamusal alanda mağduriyet yaşayan sivil halk mıdır? Önce bunun ayrımını yapmak lazım. Bu mücadeleyi kimin = kimler adına yürüttüğünü çok iyi kritik etmek lazım. Sonra semte dönmek lazım. 

Bu semtin "uygar" bir sakini olarak son 5 senedir çok daha merkezi bir sokakta oturuyorum. Mülk sahibi olduğum evime her akşam rakı kadehlerinin, şakşuka tabaklarının arasından zıplayarak giriyorum. Apartmanın giriş kapısı hukuki olarak tüm bina kullanıcılarının yetki sahibi olduğu ortak alandır. Benim kapımın önüne evime girişimi engelleyecek biçimde masa koyamazsınız dediğim gün, tehdit edildim. Tüm diğer Beyoğlu sakinleri gibi. Kendi apartmanımın kapısını onların ticari çıkarlarına uymayacak biçimde düzenlemeye çalıştığımda, tehdit edildim. Tüm diğer Beyoğlu sakinleri gibi. Misafirlerim bir fincan kahve alıp sokağı izlemek için aşağıya indiklerinde masların önünü kapattıkları gerekçesiyle oradan kovuldular, yine ben tehdit edildim. Tüm Beyoğlu sakinleri gibi. Ben 5 senedir Beyoğlu denilen bu dağ başında üç - beş tane rantiyeci maganda turist kazıklayacak, uyduruk meze satacak, pisliğini sokağa boca edecek diye tehdit altında yaşıyorum. Evimi yok pahasına satıp, çok sevdiğim sokağımı terketme noktasındayım. Onların istedikleri de bu zaten, sonunda tüm binaya sahip olup, 190 yaşında bir eseri meze satmak için imha etmek, buradaki yerleşik hayatı sabote etmek, semtteki yaşam alanlarının tümünü yok ederek kendi mafyatik düzenlerini sağlama, güvene, korumaya almak! Anlatabiliyor muyum? 

Şimdi tüm ÖZGÜRLÜK savaşçılarını kendi kapımın önüne davet ediyorum. Benimle buradan irtibata geçin ve kaldırılan masaların geri koyulması için benim evimin önünden başlayın direnmeye. Buyrun, verin özgürlük savaşını bakalım, o savaşı kimin hakkı için veriyorsunuz...? İnsan hakkı için mi, yaşam hakkı için, adalet için mi, kamusal alanı kullanım hakkı için mi yoksa Beyoğlu denilen dağ başında mafyanın düzenini yerleşikleştirmek için mi? Stockholm sendromlular sizi! Üç kuruşluk sirkeyi şarap sanıp kadehine 30 TL verip o masaları zengin etmeyi özgürlük sandınız, öyle mi? Özgürlüğü hem de sokakta para ile satın alabileceğinize inandırdılar sizi, öyle mi? Eli silahlı mafyanın şahsınıza lutfettiği üç beş sandalyeye sinince bir nefeslik hürriyet buldunuz, öyle mi? Siz özgürlükten bunu anladınız, öyle mi? Verin bakalım o halde özgürlük mücadelenizi. Çok özgür olacaksınız siz daha, ÇOOOK!

1990’ların başında bizler Bodrum’da oteller tarafından parsellenen sahilleri söke söke rantın elinden alıp bedavaya dünyaya açtık. Hem de bunu oranın köylüleri ile kolkola direnerek yaptık! Tabi sizde nerede sokağına, plajına, binasına sahip çıkacak "bu benim malım" diyebilecek irade...? Nerede o kapasite? Ancak saatini 30 TL’ye satın alırsınız özgürlüğü. O da kredi kartınızın limiti yettiği kadar. 

Özgürlükmüş.


Etiketler:
nefret