13/10/2015 | Yazar: Cihan Dağ

O kanlı meydanla olan hikâyemiz kısa ve oldukça acı olmuştu.

10 Ekim Ankara sabahı saat 09.00. Miting için geldiğimiz başkentte bir arkadaşın evine kaldık önceki gece. Alana geç kalmayalım diye hızla yatağımızdan kalkıp hazırlanmaya başladık. Lakin arkadaşımın babası bir şeyler yemeden göndermem diyerek bizi zorla kahvaltıya oturttu. Bizim için erken kalkıp bir şeyler hazırladığı için mahcubiyetle oturup yemeğe başladık ama aklımız alandaydı. Bir an önce bir şeyler atıştırıp kalkma derdindeydik.

Evden çıkıp araçla tren garına doğru yola çıktık. Yol esnasında arkadaşlar ile konuşuyoruz. “Siz gittiniz mi? Nerde duruyorsunuz? Biz yoldayız, beş dakikaya ordayız” falan filan. Tren garı tabelasını gördüğüm halde arkadaşımın yanlış yönlendirmesi ile tekrar Kızılay yoluna girdik. Gereksiz yere dolanmış olduk. Ve sonunda şehir dışından gelen otobüsleri görünce burası deyip, arabayı stadyumun yanında ki otoparka bıraktık. Arabadan inmeden telefonum çaldı ve kuzenim aradı, “Sen mitinge geldin mi?”. “Geldim Ali. Sen nerdesin?”, “Ben alandayım, görüşürüz o zaman.”

Arabadan indik ve toplanma alanına doğru baktık. Bu tarafta olmalı diye elimle gösterdim. Gösterdiğim anda aralarında en fazla birkaç saniye olan iki patlama art arda gerçekleşti. Bütün iş yerleri ve araba alarmları ötmeye başladı. O kadar kuvvetliydi ki arabanın olduğu noktaya bile taş fırlamıştı. Ne olduğunu anlamadık, anlamak istemedik. Ama o ses kirliliği gidip çığlık seslerini işitince “Allah Kahretsin!” diyerek ayağımı yere vurdum.  Aptala dönmüştük. Ayaklarımız kilitlenmiş adım atamıyorduk. O kısa süren şapşallığın ardından alana doğru koşmaya başladık. Biz alana doğru koşarken insanlar alanın tersi istikamette koşuyordu. Yaşlı bir kadın geliyordu kalabalığın içinde bembeyaz elbisesi tülbendi kana bulanmıştı. Kürtçe feryat ederek alandan uzaklaşıyordu. Sonra kamerasından gazeteci olduğunu tahmin ettiğim bir adam kopmak üzere olan kolunu diğer koluyla taşıyarak bir taksinin içine bindi ve peşinden gelen iki kişiyle uzaklaştı. O an ne büyük bir katliam yaşandığını anladım.

Kalabalığın içinden alana doğru ilerlerken polisler de alana doğru ilerlemeye başladılar. İnsanlarda büyük bir öfke patlaması vardı. Akreplere, polis arabalarına, TRT’nin yayın arabasına saldırıyorlardı. Bir grup ise trafiğin akşını düzenliyordu.  Az önce ölümden dönen insanlar kargaşayı önlemeye çalışırken polis insanları tahrik etmekten başka bir şey yapmıyordu. Bir kadın elindeki su şişesinin polise fırlatarak “Katiller!” diye bağırdı. Bunun üzerine muhtemelen yetkili bir polis memuru kadının üzerine yürüyerek “Orospu” diye bağırdı. Bu sırada bir polis arabası hızla kalabalığın içinden geçmeye çalışınca tekmelendi.  Alana giren polisler tebessüm falan değil bildiğin gülüyorlardı.  İnsanlar bu tahriklere daha fazla dayanamadı ve polisle çatışmaya başladı. Ve sonrası bilinen tablo: yerde ölüler ve yaralılar varken biber gazı sıktırlar. Zalimlikte sınır tanımıyorlardı.

O hengâmede gazdan uzaklaşmaya çalışırken ayağımın altında yumuşak bir şey olduğunu fark ettim. Ayağımın altına baktığımda bir kafatası derisi olduğunu gördüm.  Anında midem bulandı. Nasıl bir cehennem bu diye tekrarlıyordum içimden sürekli. “Bu nasıl bir cehennem?”

Polis saldırısını durdurmak için insanlar  “yaralılar var, ölüler var atmayın” diye bağırdılar. Bir süre sonra o yoğun saldırı durdu. Ama hala ambulansların geçişinde ve yaralılara müdahale de insanlara engel oluyorlardı. Gazdan kaçarken geldiğim noktada bir kadın yerde yatıyor ve sağlık görevlisi kalp masajı yapıyordu. Kadın gözlerimin önünde son nefesini verdi. Onu hayata döndürmeye çalışan sağlık görevlisi muhtemelen en fazla 20 yaşında ve mesleğinin en unutulmayacak anını yaşıyor ve kadını kurtaramadığı için kendine vuruyordu. Yanında ki arkadaşları da ismini haykırarak gitme diye bağırıyorlardı. Ama kadın gitti. Ve giderken insanlığa, kendimize olan umudumun da kadınla birlikte gittiğini hissettim.

Ben de o an kuzenimi ve diğer arkadaşlarımı bulmak için alanı taramaya devam ettim. Kimi uyur gibi ölmüş, kimisi üst üste yığılmış, kimi parçalanmış, kimi sırt üstü duruyor ve gözleri açık bir şekilde göğe bakıyordu. Bir kadına suni teneffüs yapan kuzenim anlattı: Vücut bütünlüğü yerinde yaşıyor olabilir diye suni teneffüs yapmaya başlamış. Ama parçalanan iç organlarının kanı kuzenimin ağzına dolmuş. İnsanların hemen alanda karnı şişmeye başlamıştı bile. Sonra telefon geldi negatif kan ihtiyacı var diye. Benim de 0 (-) olduğu için hastanenin yolunu tuttum. O kanlı meydanla olan hikâyemiz kısa ve oldukça acı olmuştu.

Eylemlere, cenazelere katılıyoruz. Anıları mücadelemizde yaşayacak diyoruz. Katillerden hesap soracağız diyoruz. Ama ben hala o alanda sıkışıp kalmış gibi hissediyorum kendimi. Günlerdir düşünüyorum. Gözüme uyku girmiyor. Ruhum eksik. Oluk oluk akan kan... Ama bir türlü akamayan yaş! Gözlerimi kapatıyorum kan, kulaklarımı kapatıyorum çığlıklar! Gerçekten biz ne çok öldük!


Etiketler:
İstihdam