17/08/2012 | Yazar: Ali Erol

‘Eleştiriyi dillendirenlerin de sahip olduğu veya sahip olmak için mücadele etmiş olduğu, eşitlik ve adalet kanallarından talep ettiği hak ve özgürlükleri aynı şekilde kadın ve erkek eşcinsellerin istemesi birden bir sorun olarak tanımlanabiliyor.’

“Türkiye’deki eşcinsel hareketin durumu biraz da feminist hareketle paralel. Nasıl ki kadınların kendi içinde örgütlenmesi söz konusuyken bağımsız bir kadın hareketinin feminizm üzerinden çıkması sol örgütlenmeler için kabul edilemeyen ve hazırlıksız yakalanılan bir durumken, istedikleri kadar ciddiye alsınlar almasınlar eşcinsel hareket de böyle bir gedik açtı.”
 
“Sınıf eksenli bir mücadele yapmadıklarından dolayı yeni toplumsal hareketlerin kendi özgül alanları üzerinden mücadeleleri eleştirilir. Oysa o sınıf eksenli mücadelede o özgül alanlar görmezlikten gelindiği için ya da belki de kaderine terk edildiği için bir patlama olarak yeni toplumsal hareketler çıkıyor aslında. Buradan bakıldığında özgül mücadeleler oluşturmak, emek-sermaye çelişkisini görünmezleştirmek ya da önemsizleştirmek veya yadsımak anlamına gelmez.”
 
“Eleştiriyi dillendirenlerin de sahip olduğu veya sahip olmak için mücadele etmiş olduğu, eşitlik ve adalet kanallarından talep ettiği hak ve özgürlükleri aynı şekilde kadın ve erkek eşcinsellerin istemesi birden bir sorun olarak tanımlanabiliyor.”
 
Pamukkale Üniversitesi (Denizli) Sosyoloji Bölümünden Birol Dinçel, lisans tezi çalışması kapsamında, 2006 yılında yapmıştı bu söyleşiyi.
 
Söyleşinin kısa hali “Kaos GL Politikası, Mücadelesi ve Sorunları” başlığıyla, yine aynı yılın Mayıs ayında Bianet’te yayınlanmıştı.
 
Kaos GL’nin tarihçesiyle başlayabilir miyiz?

Kaos GL bugün itibariyle formel statü kazanan ve yeni dernekleşen bir örgütlenme. Önceki 10 yıl için, hatta 1993’e dek gidebiliriz, bir taban hareketi diyebiliriz. Eşcinsel bireyler olarak kendi eşcinselliklerimiz üzerinden başlayan sorgulamalarımız ve yaşadığımız toplumun normlarıyla çatışmalarımız bizi bugüne getirdi.

Kaos GL, Türkiye’de eşcinsel mücadele ya da eşcinsellerin kendi söz haklarını kullanmaları anlamında ana organlardan biri. 1980 sonrasında kendisini gizleyemeyen eşcinseller, travestiler ve transseksüeller, kelimenin düz anlamıyla fiziksel işkenceye, zulme maruz kalmaları ve buna karşı geliştirdikleri reaksiyonlarıyla ilk defa Kaos GL ile birlikte, buna paralel olarak da Lambdaistanbul ile söz haklarını kullanmak için ortaya çıktılar.

Öncesinde ise eşcinsel hakları, eşcinseller adına birileri, sözcülerince telaffuz edildi. Kaos GL ve Lambdaİstanbul ile birlikte çoğunluğu öğrenci ve işçi olan genç gey ve lezbiyenler kendi söz haklarını söyleme aşamasına geldiler. Bu daha çok günlük hayatın içinde gerçekleşen bir kırılmaydı.

1980 sonrasının çocukları olarak Batıya bakıp geç kalmışlık sendromuna yakalanmadan bu toplumun eşcinseller açısından da dönüşebileceğine inanarak ve kendi hayatlarımıza sahip çıkma adına ortaya çıktık.

Derginin dili, derginin sorunları tanımlayışı, cüreti, devamlılığı, inadı radikal bulundu. Ancak bizden önce, sistemin insanların özgüvenlerini kaybettirmesinden ötürü ve örnek alınacak bir tecrübenin yaşanmamasından ötürü ’gey camiasında bir şey olmaz’ gibi bir anlayış yaygındı.

Bu yüzden biz, derginin ilk sayısını çıkarttıktan sonra gece gündüz demeden her ayın 20’sinde o derginin birkaç kitapçıda olmasını ve insanlara elden ulaştırılmasını sağlamaya çalıştık. İstersek bir şeylerin değişebileceğini, dönüşebileceğini göstermek için ve bunu ürettiğimiz sözle yapmaya paralel bu sözü hayata geçirme anlamında da buna dikkat ettik.

Eşcinseller daha önce bara, parka veya hamama gidiyordu birbirlerini bulmak için ve bundan yakınılıyordu. Biz, "ne zamana kadar yakınıp ağlayacağız?" dedik, "bu sorunlardan rahatsızlık duyuyorsak, müdahale edip yaşamlarımıza sahip çıkmalıyız" dedik.

Sürece katılanların daha önce örgütlülük deneyimleri var mıydı? Genel olarak Kaos GL’ye anarşist veya solcu bir örgütlenme gözüyle bakılıyor gibi, gözlemlediğim kadarıyla.

Kaos GL, daha çok 16 sayfalık fotokopi dergi üzerinden ortaklaşma yaşayabildi ilk çıkış noktasında. Dergi olağanüstü bir uyaran oldu. İçindeki politik bir yazıdan gündelik bir deneyime kadar her şey çok ilgi çekti, farklı sonuçlar çıkarıldı.

Kaos GL’ye atfedilmedik itham kalmadı; "Anarşist", "Troçkist", "solcu", "partner bulamayan geyler", "heteroseksüeller" dendi. Diğerleri anlaşılır da, "heteroseksüel"liğe dair kanıları oluşturan ve yayanların eşcinsel olması hem hüzün vericiydi hem de Kaos GL üzerinden yaşanan politik bir kopuşun da ifadesiydi.

Biz eşcinseller olarak kendi varoluşumuzu yaratmak istiyorduk. Ancak bu varoluşumuzu yaratma süreci, heteroseksüellere rağmen ya da heteroseksüeller üzerinde bir iktidar perspektifinde değildi. Fethedeceğimiz bir iktidar yoktu. Eşcinseller olarak özgürleşmek istiyoruz, bunu Heteroseksüellerle birlikte yapmak istiyoruz. Bu anlamda da kaosun o akışkan ve dönüştürücü hali bize ilham verdi. Kendimizi en çok ’bağımsız bir gey-lezbiyen örgütlenmesi’ olarak tanımlamayı yeğledik.

İçerisinde anarşist eşcinsellerin de yer aldığı bir eşcinsel örgütlenmesi olarak tanımlayabiliriz herhalde.

Aynen. Başlangıç itibariyle anarşist eşcinsellerin emeğiyle ortaya çıkan Kaos GL’nin 10 yıllık sürecini düşündüğümüzde, "eşcinsel düşmanı olmayan herkes"in (tüm anti-heteroseksist gey, lezbiyen ve heteroseksüeller) bu grup içerisinde yer alabileceğini ifade ettik. Yer aldılar da.

Dergimizin ilk deklarasyonunu da ’tüm gey, lezbiyen ve anti-heteroseksist heteroseksüellere çağrı’ üst başlığıyla yayınladık. Doğru Yol Partilisinden Özgürlük ve Dayanışma Partilisine, sosyalistinden apolitiğine herkes bu gruba geldi, çalıştı ve dergimize rengini aktardı. Eşcinsel düşmanı olmayan tüm sözler, dergimizde karşılığını buldu. Ancak siyasal örgütlü öznelerin hiçbiri, örgütümüzde yer alanlara kendi perspektifini dayatamaz, dedik. Bu yüzden de sol örgütlerle ilişkimiz biraz dalgalı oldu. Ayrıca, insanların Kaos GL’de sosyal ve kültürel anlamda da varolabilmelerine özen gösterdik. ’Gey’ kavramının oturmasını sağlamaya çalıştık.

Benim gençliğimde ’gey’, ’parlak, genç, üniversiteli’ gibi algılanıyordu. Bugün böyle değil. Bir orta sınıf eşcinsel grubu olmamaya, kendi içinde kapalı olup radikalliği kendinden menkul marjinal bir grup olmamaya da özen gösterdik. Organize Sanayi’de çalışan bir işçisinden profesörüne kadar herkes gelebilmeli bu gruba, dedik ve böyle de oldu.

Böyle olduğu için de kültür merkezimizi açtığımız zaman örneğin, bir kesim merkezimiz hakkında "orta sınıf entelektüel eşcinsellerin gittiği bir mekân" diyorken, başka bir kesim de "kentin varoşlarında yaşayan fakir eşcinsellerin gittiği bir mekân" şeklinde tanımlayabiliyordu. Bu, farklılıkların kesişmesinin yakalandığını da ifade ediyor aslında.

Lambdaistanbul, Devrimci Eşcinsel Hareket gibi örgütlerle ilişkiler nasıl?

Batıda her türlü siyasal, sendikal, toplumsal örgütlenmede gey-lezbiyenlerle ilgili bir alt birim veya seksiyon mevcut. Hobiler temelinde örgütlenen farklı eşcinsel gruplar da var. Türkiye’de ise örgütlenme süreci yeni olduğu için, birbirimize olumlu da, olumsuz da baksak, politik olarak farklı da olsak, bir şekilde kamusal alana doğru söz söylemeye çalışan tüm eşcinsel grupların birbirlerine olan mesafesi açık değil.

Aramızda politik, kültürel, sosyal, ekonomik farklar olsa da bu farka rağmen -eşcinselliğe dair kamusal sözün yeni üretilmesinden ötürü, genel olarak birbirimize dönük olma hali içindeydik. Türkiye’de eşcinsel örgütlenme süreci yaşanmadan önceyse milliyetçisinden İslamcısına, Kürt’ünden solcusuna herkes, eşcinselliğin kendi içlerinde de olan bir şey olduğunu düşünmediler.

Bunlar, siyasal konumuna ve meşrebine göre eşcinseli "sapık", "hasta", ya da "burjuvazinin artığı" olarak tanımlayıp eşcinselliği hep kendisinden ötede, kendi dışında ve uzakta bir olgu olarak gördü. Ama Kaos GL ve paralel örgütlenmelerle, eşcinsellerin tüm toplumsal kesimlerde olup 3-5 ucubeden ve seks piyasasına sürgün edilmiş travestilerden ibaret olmadığını gördüler. Eşcinselliği, yoksulsan ‘zenginlerin hafta sonu hobisi’ veya orta sınıf tutucusuysan ‘yoksulların hastalığı’ olarak görmenin artık doğru olarak kabul edilemeyeceğini gördüler.

Devrimci Eşcinsel Hareket özeline baktığımızda ise şunları ifade edebiliriz: Dillerine, üsluplarına, agresyonlarına ve duruşlarına baktığımızda tanıdık, bildik bir şey görülüyor. ‘Eşcinsellik’ ise bir yama gibi duruyor orda. Stalinist bir sol söylemin içinden çıkan A grubu + eşcinsel’miş gibi. ‘Biz eşcinseliz AMA, cinselliğin c’sini bile ağzımıza almayacağız; biz eşcinseliz AMA…’ anlayışıyla bir savunma mekanizması üretiliyor. Bence bu geri bir adım.
 
Çünkü son 15 yıl içerisinde eşcinsel realitesi kendisini bu toplumda herkese kabul ettirmiştir. Herkese kabul ettirmiş demek, homofobinin ortadan kalktığı ya da herkesin eşcinselliğe karşı pozitif yaklaştığı anlamına gelmiyor. Sadece eşcinsellik realitesinin görünmezliği ortadan kalktı. Bu görünmezlik ortadan kalkmışken ve eşcinsel harekete karşı kayıtsız kalınamayacağı politik yapılar tarafından anlaşılmışken, bu süreci hiç yaşanmamış gibi gerisin geriye atıp tekrar geçmişte kalmış ritüellerle farklı bir kanal açmaya çalışmak şöyle bir olanağı heba ediyor:
 
Örneğin Kaos GL olarak bir şekilde bağımsız bir gey-lezbiyen organizasyonu olduğumuz ve herhangi bir politik hatta dahil olmaktan uzak durmaya çalıştığımız için ‘herkese açığız’ desek de, bir anarşisti, bir Troçkist’i, bir Stalinist’i geliyordu ve kendi partisine, örgütüne veya çevresine gittiğinde dışlanma, damgalanma, ‘devrimciliğinden’ şüphe duyulması korkusu yüzünden ‘eşcinsellik’ ile ilgili bir cümle kuramıyordu. İşte, devrimci eşcinseller bunu görmüş olsalardı gerçekten ve solcu eşcinsellerin örgütlerine açılmalarını sağlayacak bir politik hat yaratmış olabilselerdi bir boşluğu doldurmuş olurlardı ve bu, çok hayırlı bir şey olurdu. Hayırlı bir iş olurdu çünkü söz konusu çevrelerdeki kadın ve erkek eşcinseller, eşcinselliklerinin devrimciliklerine halel getirmeyeceği özgüveniyle başlarını dik tutup soluk alabilecekleri alanlar açmaya cesaret edebilirler.
 
Ancak onlar, kendi içinde bulundukları yapılanmalara dair eleştiri getirmektense diğer eşcinsel örgütlenmelerle mücadele etmeyi tercih ettiler. Gerçi Kaos GL ile ilgili negatif bir şey pek söylemiyorlar ama bu da sanırım ürettikleri sözün –birkaç klasik sol cümleyi çıkardığımızda, 10 senedir zaten Kaos GL’de kullanılıyor ve Kaos GL’den alınıyor olmasından kaynaklanıyor olabilir. Tabi bu, bizi sadece mutlu eder. Çünkü biz bir kilit değiliz, fethedeceğimiz bir iktidar da yok.
 
‘Eşcinsel ve Travesti Cinayetleri Politiktir! Katilleri Biliyoruz!’ Kaos GL’nin sloganıdır ama bunu örneğin Lambda da kullanıyor. Artık bu slogan Kaos GL’nin olmaktan çıkıp eşcinsel harekete mal olmuştur. Bu güzel ve mutlu edici bir durum. Bu, Kaos GL’nin zamanında doğru bir tespitte bulunduğunun göstergesidir. Devrimci Eşcinsel Hareket’in heba ettiği olanaklar kurtarılabilir mi, doğrusu bilmiyorum. Ancak haliyle organik bir ilişkimiz ve iletişimimiz olmuyor.
 
 Kaos GL’nin Türkiye’deki sol örgütlenmelerle ilişkisi ne düzeyde?

Eşcinsellik konusunda sol içerisinde sessiz kalanlar oldu, eleştirenler de... Eleştirenler, insan hakları hiyerarşisi çerçevesinde ’memlekette bunca sorun varken şimdi bunun sırası mı?’ ya da ’toplumsal mücadele sürecinde bu kadar önemli konular varken eşcinselliğin bu kadar ön plana çıkartılması niye?’ ya da klasik biçimiyle ’devrimden sonra bu problemi de hallederiz’ dediler.

Peki nasıl halledeceksin? Türkiye’deki eşcinsel hareketin durumu biraz da feminist hareketle paralel. Nasıl ki kadınların kendi içinde örgütlenmesi söz konusuyken bağımsız bir kadın hareketinin feminizm üzerinden çıkması sol örgütlenmeler için kabul edilemeyen ve hazırlıksız yakalanılan bir durumken, istedikleri kadar ciddiye alsınlar almasınlar eşcinsel hareket de böyle bir gedik açtı.

Sol teorik bağlamda düşündüğümüzde emek/sermaye çelişkisinin sizce cinsel yönelim ayrımcılığındaki rolü nedir? Başka bir ifadeyle, ataerkilliğin ve heteroseksizmin kapitalizm ile ilişkisi nasıldır?

Emek-sermaye çelişkisi biraz da ikili yaklaşımlarla ilgili paradigmatik bir bağlam. Buna göre toplum, zıt çıkarlara sahip burjuvazi ve emekçi sınıflardan oluşur ve daima emek-sermaye ana çelişkidir. Tüm sorunlar ve çelişkiler de ana çelişkinin aşılmasının ardından kendiliğinden veya süreç içerisinde ortadan kalkabilir. Bu bağlam özetle bunları söylüyor.

Ama bu bağlam aynı zamanda iktidar perspektifinin de bir tezahürüdür. Örneğin, kadın-erkek, eşcinsel-heteroseksüel, doğa-insan arasındaki tüm bu çelişkileri gözden geçirmek, tüm bu çelişkileri sorun alanları arasında hiyerarşi kurmadan yan yana birlikte müdahale etmek neden mümkün olmasın?

Bu, ’ezilenlerin koalisyonu’ olabilir, Seattle sonrası anti-kapitalist hareket olabilir vs.. Tüm bunlar mümkün. Ama tüm bunlar mümkünken emek-sermaye çelişkisini merkeze almak diğer çelişkileri de görmezden gelmek... Bu yaklaşım zaten 60’larla birlikte bir patlamaya yol açtı. Yeni toplumsal hareketlere de eleştiri zaten bu bağlam çerçevesinde getirilir.

Sınıf eksenli bir mücadele yapmadıklarından dolayı yeni toplumsal hareketlerin kendi özgül alanları üzerinden mücadeleleri eleştirilir. Oysa o sınıf eksenli mücadelede o özgül alanlar görmezlikten gelindiği için ya da belki de kaderine terk edildiği için bir patlama olarak yeni toplumsal hareketler çıkıyor aslında. Buradan bakıldığında özgül mücadeleler oluşturmak, emek-sermaye çelişkisini görünmezleştirmek ya da önemsizleştirmek veya yadsımak anlamına gelmez.

Tam tersine, emek-sermaye çelişkisini merkeze alıp diğer çelişkileri görmezlikten gelmenin yarattığı bir sorun olarak görmek gerekiyor bunu bana göre. Sadece burjuvazi ile emekçi sınıf arasındaki çelişkinin çözülmesi beraberinde otomatik olarak kadınların özgürleşmesini veya zorunlu heteroseksüelliğin ortadan kaldırılmasını, heteroseksizmin yok olmasını beraberinde getirmiyor.

Aksu Bora, cinsiyet farklılıklarının kadın-erkek arasından da öte kadınlar ile kadınlar arasında olduğundan bahsediyor. Cornell’in deyimiyle de ’hegamonik cinsiyetler’. Sizce, eşcinseller arasındaki farklılıkların boyutları nelerdir?

Farklılıklar elbette eşyanın tabiatı gereği mevcut. Sınıflı toplumdan bahsediyoruz ve ardından eşcinsel dinsel, ulusal, etnik, politik, toplumsal, iktisadi, kültürel, mesleki fark gözetmeden her insan topluluğunda olur, diyoruz. Bu, eşcinsellerin tornadan çıkmış gibi yekpare bir bütün olmadığı anlamına gelir.

Bu durumda eşcinseller arasında da hegamonik farklılıkların ya da sosyo-kültürel farklılıkların olmasından daha doğal bir durum olamaz. Aynı şey kadın ve dahası işçi sınıfı için de geçerli. Mesela işçi sınıfı üzerine konuşanlar, beyaz-yakalı, mavi yakalı ayrımıyla birlikte lümpen proletarya, kendi için proletarya gibi çok katmanlı ayrımlar yaparlar.

Kentin heteronormatif cinsel sisteminden kovulduğunda marja, arka sokaklara veya kentin kıyısına gitmek durumunda kalan eşcinselleri Türkiye için düşündüğümüzde bir burjuva eşcinsel ya da bir işçi eşcinsel ayrımı üzerinden değil de eşcinsellerin mevcut sosyal kültürel yaşam ayrımları üzerinden düşünmek daha anlamlı olabilir.

Organize sanayide çalışan bir işçi eşcinsel ile bir büroda çalışan eşcinselin farklılıkları söz konusudur elbette. Ancak biz, örgütlenmemiz içerisinde hiçbir eşcinseli burjuva, elit veya proleter diye damgalamadık. Bunu yaptığında sekterleşirsin. Yılmaz Güney’in filmlerindeki gibi, Mercedes’i olmayan adamın gidip bir Mercedes’in kaportasını çizmesiyle bir kazanım elde edilemiyor. Başka türlü bir mücadele tarzı gerekiyor.

Bir burjuva eşcinsel ile kent yoksulu ailenin eşcinsel evladının yaşadığı sorunların farklılıklar gösterebileceğini de görüyoruz. Ancak bu farklılıklar her zaman dikey olmayabilir. Örneğin kent yoksulu ailenin eşcinsel çocuğuna ailesi kabul edilme aşamasında ona bir tokat atıp, fiziksel şiddet uygulayabilir.

Modernizmin muhafazakâr cinsiyet sisteminden gelen orta sınıf ailenin eşcinsel çocuğu, ailesi tarafından fiziksel şiddete maruz kalmayabilir, ancak o aile çocuklarına hayatı zehir edebilir, psikolojik işkencenin tahayyül bile edemeyeceğiniz boyutlarını yaşayabilir o çocuk.

Tüm buradaki sorunların yaşanılış farklılıklarını da göz önünde bulundurmamız gerekiyor. Ataerkilliği bir yana bıraktığımızda sosyolojik ya da antropolojik bir irdeleme sürecine girildiğinde de sabit bakış açısı insanı yanıltabilir.

Biraz da Queer Politikası üzerine konuşalım. Queer politikasının gey-lezbiyen hareketine getirdiği eleştiriler ve genel katkıları hakkında ne düşünüyorsunuz?

Üçüncü dünya ülkesi talihsizlikleri Türkiye’deki eşcinseller için de geçerli. Queer teorisini kitabi bir şekilde önüne koyduğunda reddedilecek bir şey yok. Ancak akademik kanallar ve Batı sosyal teorisinden okuma yapabilen gey-lezbiyenler aracılığıyla Türkiye’ye gelişi üzerinden düşünüldüğünde Queer teorisiyle ilgili bir sorun olduğunu ifade edebiliriz.

Örneğin rock müzik için ’isyankâr’ denir, ancak gitarı alıp çalacak çocuk işçi sınıfından biri değildir. Queer’de de buna paralel bir durum var; sanki bir şablon olarak alındı ve Türkiye’deki gey-lezbiyen hareketinin fotoğrafı çekilmeden gey-lezbiyen hareketi adından ötürü ’Batıdaki queer öncesi gey-lezbiyen hareketin şablonlarıyla hareket ediyordur’ sanısıyla eleştirilmeye çalışılıyor.

’Türkiye’deki gey-lezbiyen hareketine queer perspektifinden bir eleştirinin maddi temeli yoktur’ dediğimizdeyse sanki ’queer politikasına karşı gelip onu reddettiğimiz’ varsayılarak tekrardan bir eleştiri getirildi.

Bu, birkaç sene önce Boğaziçi Üniversitesi’nde gerçekleştirilen ’Queer Sempozyumu’nda olsun, enformel görüşmelerimizde ve queer konulu küçük sunum ve benzeri etkinliklerimizde olsun queer politikalarını savunanlarla bir diyalog ortamı yakalayamadık. Gey-lezbiyen hareket, aynı zamanda görünürlük mücadelesi veriyor. Görünürlük mücadelesinin verilmesi, aynı zamanda bu realitenin ve hakların kamusal alanda tanınmasını ve tanımlanmasını da beraberinde getiriyor.

Bu tanımlanmayı biz, gey-lezbiyen varoluş üzerinden gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Queer teorisi de bunu bir kimlik dayatması, özcü bir yaklaşım ve kategorik kimliklerin sınırlayıcılığına içkinlik olarak değerlendirip eleştiri getiriyor.

Queer perspektifiyle bakan heteroseksüel olmayan insanları düşündüğümüzde, mevcut gey-lezbiyen hareket içindeki yarı açık ya da gizli eşcinsellerin onlara ’queer adı altında coming out olmadan, toplumdaki sorunlarla yüzleşip bir çatışma yaşamadan sahip olduğunuz konumu rasyonalize etmeye çalışıyorsunuz’ şeklindeki bir yaklaşımla baktığını ifade edebiliriz.

Kaos GL sürecini düşündüğümüzde, ben queer üzerinden şablon eleştirilerin haksız da olduğunu düşünüyorum. Örneğin, biz evet, gey-lezbiyen terimlerini kullanıyoruz ancak biz daha en başından ’gey-lezbiyen ve anti-heteroseksist heteroseksüellere çağrı’ ile kendimizi ortaya çıkardık.

Yeni toplumsal hareketlerin içerisindeki bir öğe olarak eşcinsel kurtuluş hareketinin ’gay liberation’ kanadının ’herkes için cinsel özgürlük’ sloganını düşündüğümüzde gey-lezbiyen olmanın sabit, mutlak ve kategorik bir kimlik oluşturmadığı kanısındayım. Örneğin antropolojinin ve sosyolojinin de katkılarıyla feminizmin oluşturduğu toplumsal cinsiyet eleştirisi bağlamında, erkekliğin ve kadınlığın değişmez-dönüşmez kategoriler olmayıp kadınlık ve erkeklik kategorilerinin bize sunulduğu gibi olmadığını ortaya çıkarmasını bu çerçevede ele almak gerek.

Yani kadınlık ve erkeklikler değişip dönüşürken cinselliğin değişip dönüşmeyeceği, cinsel arzunun önüne set çekilebileceğini iddia etmek elbette ki doğru değil, bizim yaptığımız bir şey de değil. Queer teorisinden önce anarşi içinden ya da anarşiye yakın heteroseksüel insanlar, ’yeni bir cinsel kategori ürettiğimizi’ varsayarak bize eleştiriler getirmişlerdi.

Bense o arkadaşlara ’kadınlıklarının ve erkekliklerinin kendileri için bir yük olduğundan ötürü toplumsal cinsiyeti sorgulayabilirsiniz, ancak bu sorgulama heteroseksüellikten vazgeçip eşcinsel olmayı beraberinde getirmez’ demiştim. Yani heteroseksüel kalarak da kadınlıklar ve erkeklikler sorgulanabilir.

Kaos GL’ye queer eleştirisi getirenler, Kaos GL sürecine dair tek bir cümle kurmadan, ’Kaos GL, kimlik politikası yapıyor’ diyorlar. Yapmıyoruz biz. Ben kendime ’gey’ dediğim için mi kimlik politikası yaptığımı çıkarıyorsunuz? Ama benim karşımda heteroseksüellik bir kimlik olarak dayatılıyorsa bu kimlik karşısında ben varoluşumu savunuyorum. Arzunun önüne set çekilmesine ve arzunun gemlenmesine karşı bir mücadele yürütülebilir.

Örneğin hemcinsler arası evliliğin bir hak olduğunu da savunuyoruz. Buna karşı ’cilası dökülmüş, çivisi çıkmış heteroseksüel evlilik kurumunu biz mi güçlendireceğiz?’ diye sorulabilir. Sorduk da.. Ancak hemcinsler arası evlilik ile atılacak bir adım, son tabu olan ataerkil ve heteroseksist aile kurumuna yönelik radikal bir etkide de bulunabilir.

Mevcut sistemin kamusal alanına dahil olma kapsamında izlenecek bir politik mücadele stratejisi (askere gitme, evlenme hakkı gibi) eşcinselleri ve eşcinsel hareketi sistemin işlevsel bir öğesi haline dönüştürmez mi sizce? Örneğin bu kapsamda ileri kapitalist ülkelerde eşcinsellere yönelik oluşturulan ’gey layf’ yaşam biçimi ideolojisiyle neo-liberalizmin kurumlarına entegre olup birer ’tüketici kitlesi’ haline dönüştürülmemiş midir eşcinseller?

Eşcinsellerin evliliği ve askerliği konusu son yılların gündemi. Medya üzerinden gerçekleşen bu yansıma, Türkiye ile, Türkiye’nin sosyal, kültürel, ekonomik ve hukuki süreçleriyle birebir örtüşen bir yansıma değil. Bu yansımanın birinci boyutu, medyanın özellikle Kuzey Amerika ve Batı Avrupa’daki gelişmeler üzerinden yansıttığı haberler.

Bu süreç, 68 başkaldırısı ve tüm insanlar için cinsel özgürlük talebiyle yeniden ortaya çıktı. Günümüzde bu hareketin hayatın her alanında kendini kurumsallaştırdığını görüyoruz. Söz konusu kurumsallaşma haliyle hukuki zemini de etkiledi.

Eşcinselliğin meşruiyetinin sağlanması, ardından gelen hukuki düzenlemeler, eşcinsellerin de evlenmesi, hayatın her alanında ortaya çıkmaları yeni tanımlamalara yol açtı. Eşcinsel birlikteliklerin bizim toplumumuzda nasıl tanımlanacağına dair tartışmalar, söz konusu birlikteliklerin kültürel, sosyal ve ekonomik alanlarda ortaya çıkmalarına paralel yansımalarını bulacaktır.

Diğer taraftan bu ve benzeri talepler bir yönüyle feminizmin eşitlikçi yaklaşımına paralel hak arayışları olarak görülmeli. Dünyanın her yerinde millet askerlik angaryasından kaçmaya çalışırken, eşcinsellerin derdi ne ola ki, gibi muğlâk bir soru akla gelebilir. Oysa dünyanın tüm "erkek" ordularında, erinden subayına eşcinseller zaten varlar.

Diğer yandan ise "günah", "hastalık", "suç" sarmalıyla sosyal hayattan kovulmalarına karşı bir tepki olarak, nasıl ki kadınlar, erkeklerin yaptığı her işi biz de yapabiliriz, kadın olmamız buna engel değil diye ortaya çıktılar aynı şekilde eşcinseller de, heteroseksüellerin yaptığı her işi biz de yapabiliriz diye talepte bulunabiliyorlar veya ne demek biz de zaten yapıyoruz diye hayatın her alanında olduğu gibi askeriyede de ortaya çıkabiliyorlar.

Türkiye’de ise askeriye en güçlü ve söz sahibi kurum olarak zaten kimseye fikir sormuyor ve işin en doğrusunu ben bilirim diye yoluna devam ediyor. Eşcinsel subaylar, askeri ceza kanununun 153. maddesine göre, gayri tabiî mukarenet, "doğal olmayan ilişki" nitelemesiyle işten atılıyorlar ve haklarını arayamıyorlar. Askeri psikiyatri hâlâ 1973’ten kalan ve dünyanın terk ettiği uygulamalarla, eşcinselliği, hastalık olarak görüyor.

Eşcinsel mücadele de tüm diğer sosyal mücadeleler gibi çok katmanlı ve çok kanallı yürüyebilir, yürümekte de.. Anti-militarist bir mücadeleye paralel, askeri psikiyatrinin damgalamasına karşı bir mücadele kanalı açılabileceği gibi eşcinsel subayların maruz kaldıkları cinsel yönelim ayrımcılığına karşı da çalışma hayatı üzerinden yasal ve sendikal talepler için de bir kanal açılabilir.

Benim altını çizmeye çalıştığım nokta o ki işçilerin orta sınıfa entegrasyonuna paralel bir eleştiriyse şayet ’gey layf’a dair eleştiri, bu eleştiriyi ve tartışmayı açanlar da eşcinsellerin kendileri. Bütün bunları göz önünde bulundurmadan Türkiyeli eşcinsellerin en fazla son 15-20 yıldır kullanmaya çalıştıkları söz haklarına yönelik tepkilerin homofobiden beslenip beslenmediğini sormak gerekmez mi?
Eleştiriyi dillendirenlerin de sahip olduğu veya sahip olmak için mücadele etmiş olduğu, eşitlik ve adalet kanallarından talep ettiği hak ve özgürlükleri aynı şekilde kadın ve erkek eşcinsellerin istemesi birden bir sorun olarak tanımlanabiliyor.

Hayatlarını maddi, manevi ve de mali ortaklaştırmış eşcinsellerin, birbirlerinin sağlık ve sosyal haklarından yararlanmaları, hastanede refakat, hapishanede ziyaret edebilmeleri, vefatlarında yaslarını tutup medeni haklarını kullanabilmeleri, sosyal ortamlara kol kola el ele katılabilmeleri, aşklarını sevgilerini gizlenip saklanmadan yaşayabilmeleri, ortak yaşam alanları kurabilmeleri ve geliştirebilmeleri vs tüm bu ilişkiler ve ilişkilenme biçimleri hepimizin hayatını oluşturmuyor mu?

Son olarak, Kaos GL’nin gerçekleştirdiği ve gerçekleştirmeyi düşündüğü yakın dönem çalışmalardan bahsedebilir misiniz?

En önemlisi eşcinsel realitesinin görünürlüğünü gerçekleştirdik. Eşcinsellerin görünürlüğü şüphesiz ki eşcinsellerin yaşadıkları sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasi sorunların da görünürlüğü anlamına gelmektedir.

Eğitimde zorunlu heteroseksüellik politikaları ve gey-lezbiyen öğrencilerin yaşadığı sorunlar, aile, tutsak eşcinsellerin sorunları, askerlik, hukuk ve gey-lezbiyenlerin hakları, medya ve homofobik söylem, psikiyatrik-psikolojik uygulamalar, çalışma hayatında gey-lezbiyen işçilerin maruz kaldıkları homofobik tutum ve uygulamalar ile cinsel yönelim ayrımcılığı, cinsel sağlık alanından eşcinsellerin dışlanması gibi neredeyse hayatın her alanına yetişmeye çalışıyor Kaos GL.

On yıl önce devletin ana-çocuk sağlığı kurumundan kondom alıp fotokopi dergimizle dağıtırken bugün eşcinsel erkeklerin cinsel sağlığı alanında Sağlık Bakanlığı ile çalışabiliyoruz. On yıl önce eşcinselleri dönüştürmeye kalkmadan dinleyecek bir psikolog ararken bugün ruh sağlığı alanındaki homofobik tutum ve uygulamalara karşı psikolog, psikiyatr ve sosyal hizmet uzmanları ile birlikte ortak girişimler oluşturabiliyoruz.

Bütün bu alanlarda karşımıza çıkan homofobik ablukaya karşı bu dönem uluslararası buluşmalar başlatıyoruz. Homofobi karşıtı buluşmalarla, homofobiye karşı mücadelede küresel bir ağın da yaratılması sürecinde adımlar atmayı hedefliyoruz.
 
Birbirimizi Güçlendirmek Hepimize İyi Geliyordu!
 
Siyahî Dergisinden Söyleşi

Etiketler:
İstihdam