01/07/2016 | Yazar: Cihan Dağ

Bir kişi öldüğünde asla bir kişi ölmez. Herkes kendi tanıdığı kişiyi gömer ve şaşırırsın iki metrelik bir çukura o kadar insanın nasıl sığdığına.

Bak duman göğü lekelemiş. Başımızın üstünde çare bulunmaz bir grilik. Adını andığımız anda içimizin yandığı şehirler çoğaldı. Şehirlerin üstünden atlayamayacağımıza göre her yolculuk yaşatacak bu sinsi acıyı. Üstelik yananların acıları bu kadar derin, yakanların öfkeleri bu kadar sığ iken.

Çalım satan dinci güruh artık devlet düzeyinde örgütlü büyük amansız bir güç. Mübarek ya da mübarek olmayan aylarda koca bir topluma kan kusturuyorlar. Kan kussak kızılcık şerbeti içtik de demiyoruz üstelik. Bağır, bağır, bağırıyoruz. Yahu biz ölüyoruz. Birer ikişer de değil. Yahu ölüyoruz: 33, 37, 101, 44, 38,5, 10, 54, 52… Loto rakamı değil bunlar, plaka numarası da değil. Zalimler kendilerine yeni bir oyun yapıyorlar sanki: Ben ölü sayısını söyleyeyim, siz hangi şehir olduğunu söyleyin!

Kaçmaya da korkuyoruz artık. Ne garlar güvenli, ne de havalimanları… Köprüler ama… Yeni upuzun köprülerimiz var. Belki de iki gün öncesinde onlarca insan ölmesine rağmen bu yüzden gülebiliyorlar. Şaşırıyor insan. Meğerse bize bir kaçış yolu yaptıkları için seviniyorlarmış.

Madımak’ta yaşanan o kara güne benzeyen ince uzun bir köprü… Çok özür diliyorum iki ucu boklu değnek. Hani yan tarafta Büyük Birlik Partisi binası, aşağıda çocuklar tecavüze uğrayınca, hırsızlık/yolsuzluk yapılınca, insanlar katledilince ortalıkta görünmeyen ‘haysiyetleri’ çiğnenmiş güruh. Bağırıyorlar, hep bağırdılar. Salyalı ağızlarıyla hep bağırdılar. Çirkin parmakları ile hep hedef gösterdiler.

Bizler; en güzel ağıtları yakanlar… Bizler; her gülüşünde geride bıraktığımız insanları taşıyanlar. Bizler; kendi yarasını kendi sarmak zorunda kalanlar… Bizler; hayata erken veda edenler… Umurlarında mıyız?  Hepimiz sayılarla sınanıyoruz. Topyekûn bir matematik sınavındayız sanki. Oysa sayı değiliz hiçbirimiz. İnsanız. Bir kişi öldüğünde bir sayı olarak ölmez asla. Anne olarak ölür, baba olarak ölür, kardeş olarak ölür, kuzen olarak ölür, eş olarak ölür, eski sevgili olarak ölür, müşteri olarak ölür, tanışılmamış bir olarak ölür, eski bir dost olarak ölür... Bir kişi öldüğünde asla bir kişi ölmez. Herkes kendi tanıdığı kişiyi gömer ve şaşırırsın iki metrelik bir çukura o kadar insanın nasıl sığdığına.

Yollar, köprüler, tüneller, borsa hisseleri, döviz kurları kurtaramayacak insanlığımızı. Tüm kavramların içinin boşaltıldığı bu coğrafyada kim gâvur, kim Müslüman? Brüksel Havalimanı’ndaki patlamada insanları bedavaya taşıyan taksiciler mi, yoksa yüzde doksan dokuzunun Müslüman olduğu bu ülkenin en büyük havalimanındaki patlamayı fırsat bilip insanları yüz dolara taşıyan insan müsveddeleri mi?

Kim gâvur, kim Müslüman? Kim insan, kim hayvan? Kim zalim, kim mazlum? Azcık başını kaşı da düşün! Sen düşünürken ben Sivas Katliamından sağ kurtulan bir insanın söylediklerini aşağıya yazacağım. Tokat olmalı karanlığın suratına-karanlık yediği tokattan utanır mı?-.

“Ölülerimizin orda kalmasını istemiyorduk. Onlarsız oradan ayrılmak istemiyorduk. Çünkü onlar bize o an tüm yaşayanlardan daha yakındı. Onları orda bırakmak sanki kendimizden çok daha önemli olan onurumuzdan, saygınlığımızdan, insanlığımızdan bir şeyler bırakmak gibiydi.”


Etiketler:
nefret