22/10/2014 | Yazar: Rahmi Öğdül

Devlet denilen hipermarketin raflarındaki mallar gibiyiz.

Evet, devlet denilen hipermarketin raflarındaki mallar gibiyiz. Biz tükendikçe, raflarını yeni mallarla zenginleştiriyor.
 
Alabildiğine soyalım her şeyi. Tüm niteliklerinden arındırıp çırılçıplak bırakalım ve sonra bu soyut varlıkları birbirine düşman kümelere yerleştirelim. Devletin soyutlayıcı zihni, yaşam unsurlarının yeryüzüyle ve kendi aralarında kurdukları ilişkileri soyutladığında, şeyleri yaşamsal niteliklerinden soyup çırılçıplak bıraktığında artık ilişkiden söz edemeyiz; araya giren devlet vardır sadece. Arabozucu ve arabulucu rollerini oynar durmadan, kendi varlığını meşrulaştırmak için ayrıştırarak iş görür. Ve bu devlet mantığını gündelik yaşama, doğayla ve toplumla ilişkilerimize taşıdığımızda,  yaşamı soyut ve birbiriyle çatışan kümeler halinde kurguladığımızda, Gustav Landauer’in devlet tanımını yinelemiş oluruz: “Devlet bir ilişkidir, insanlar arasında bir ilintidir, insanların birbirine davranışlarının bir tarzıdır.”  Yeryüzüyle ve birbirleriyle kurdukları ilişki ağlarından koparılan yaşam unsurlarının soyut kümeler halinde ayrıştırılması ve bu soyut kümelerin arasına devletin kendisini üçüncü şahıs olarak sokması. Ardından yapılacak ilk şey bu kümelerin, yaşamdan koparılmış, bağlamından soyutlanmış ve tüm niteliklerinden arındırılmış patlamaya hazır kümelerin arasına ateşler yerleştirmektir. İşte size bir savaş ya da iç savaş için gerekli olan her şey.
 
Polanski’den kısa bir film
‘Melekler Düşerken’,  yönetmen Roman Polanski’nin 1959 tarihli kısa filmi. Polonya’daki Lodz Devlet Film Okulu’ndan mezun olurken çekmiş; insanlık tarihini özetliyor sanki. Filmin sonunda yer alan sahnede, birbirini öldürmeye programlanmış soyut varlıklar, yitirdikleri insani niteliklerini tam yeniden kazanırlarken, devletin üçüncü şahıs olarak kendisini araya sokmasıyla ilişkileri bozulur. Savaş alanının ölümcül ortamından kaçıp bir harabeye sığınan iki düşman askerin karşılaşma sahnesi. Önce tüfeğini doğrultur düşmanına; sonra silahsız olduğunu ve dostane tavrını görünce tüfeğini indirir ve yüzünde kısa bir an bile olsa beliren gülümseme, soyut varlığın yeniden ete kemiğe büründüğünün göstergesidir. Düşmanı, bir şeyler paylaşacağını ima eden bir jestle elini paltosunun içine sokar. Kuşkuya kapılır bizimkisi ve kendisine biçilen soyut ölüm makinesi rolüne geri döner; yüzünde rolüne uygun olarak düşmanca bir ifade belirdiğinde, bir ilişki biçimi olarak devletin kendisini yeniden araya soktuğunu anlarız; tüfeğini düşmanına doğrultur ve ateşler, düşmanı ölmüştür.
 
Eser: Ana Alvarez-Errecalde
 
Kapitalist ilişkiler husumetli ilişkiler
Ölü düşmanının paltosunun içine sokulu elini dışarı çıkardığında, avucunda iki dal sigara görür. Mermi hedefini ıskalamamıştır; ama sigaralarını tüttürürken, kendilerine biçilen rolün dışına çıkıp doğrudan ilişki kurma, kendi mekânlarını yaratma fırsatı ıskalanmıştır. Bir kez daha devlet girmiştir araya. Birbirinden soyutlanarak düşman kompartmanların içine yerleştirilen varlıkların doğrudan ilişkileri, devletin araya girmesiyle bir kez daha engellenmiştir.
 
Yeryüzüyle ve aralarındaki ilişkilerinden koparılıp soyutlanan ve kompartmanlara yerleştirilen unsurların yeri ya savaş alanı ya da marketlerin raflarıdır.  Kapitalist ilişkiler, husumetli ilişkilerdir. Herkes ait olduğu kompartmanın, dükkânın ya malı ya da mülk sahibi gibi hissetmeye başlayınca, rekabet ilişkileri giderek husumet ilişkilerine ve savaşa dönüşecektir. Devletlerle, büyük marketler arasında benzerlikler vardır o yüzden. Birbirinden soyutlanmış malların dizili olduğu rafları işleten market sahibi gibidir iktidar. Dizi dizi malları istediği gibi sınıflandırıp pazarlayabilir.  Üstelik iktidar kendi ağzıyla bunu ima etmiştir. “Karşınızda bakkal dükkânı değil, devlet vardır” cümlesi devletin, doğrudan hipermarket ya da marketlerin marketi olan AVM ile benzerliğini akla getiriyor. Durduk yerde bir ticarethaneyi devletle yan yana getirdiğinizde, devletin bir bakkal dükkânı olmadığını söylediğinizde, her ülkede şubeleri olan, egemenlerce yönetilen, çok uluslu ve kişiliksiz bir hipermarket ile hâlâ insani ve enformel ilişkilerin geçerli olduğu yerel bakkal dükkânı arasındaki bir kıyaslamayı ima ediyorsunuzdur. İktidar bu anıştırmayı yapmamış olsaydı da, ülkenin satışa çıkarılan mallarını her gün basından okudukça, kendimizi marketin raflarındaki mallar gibi hissediyorduk biz zaten.
 
Birbirimize dokunmayı unutmayalım
Evet, devlet denilen hipermarketin raflarındaki mallar gibiyiz. Biz tükendikçe, raflarını yeni mallarla zenginleştiriyor. Tüm yaşamsal niteliklerinden, aralarında kurdukları doğrudan ilişkilerden soyutlanan varlıklar, ya piyasada müşteri beklerken ya da savaş alanında birbirlerini öldürürken buluyorlar kendilerini. Galiba tüm mesele mal olmak ya da olmamakta yatıyor. Bir ilişki biçimi olarak devleti aradan çıkardığımızda, ancak o zaman paltomuzun içinde sakladıklarımızı birbirimizle paylaşırken, soyutlanmış tüm niteliklerimizi yeniden kazanacağımızı ve birbirimize dokunabileceğimizi unutmayalım lütfen. 

Etiketler:
İstihdam